31 Aralık 2013 Salı

"Bir Tiyatrocunun Mesajına Cevap"tan Alıntı ve Eleştiri

Hakkımda "Genellikle yazdığı eleştirilerle değil, polemiğe girdiği veya saldırdığı kişilerle hatırlanan blog yazarı. Gittiği tiyatrolarda da her daim özel muamele göstermek ister" mealinde görüşler olduğunu duyuyorum..

Hiçbir kimseyle "çanak tutulmazsa" "polemiğe" girmiyorum. Bu bazılarınca "saldırı" olarak anlaşılıyor ama "başlatan" ben değilim. Yanlış gördüğüm bir husus üzerine görüşlerimi belirtiyorum. Yazımı kurgularken başkalarından gelecek soruları kendime sormuş ve cevapları zihnimde hazırlamışımdır. Bu zamanla tiyatro camiasını tanımaklığımdan kaynaklanıyor.  Beni yanıltan bir karşı görüş almadım bugüne kadar. Bu nedenle cevap veren, "twit yazan" cevap vereceğimi bilmeli. Bu tür polemiklerin "derinleşemediğini" görüyorum. Sığ sularda yüzmek zorunda kalıyoruz yani. Yazıma itiraz edenin soluğu yetmiyor genellikle. Yazıları okuyan az. Genellikle kendi ismini gördükleri yazıları okuduğundan, tiyatro camiası pek çok olaydan habersiz. Pek çoğu sessiz kalmayı, "arasını bozmamayı" tercih ediyor. Zira işin ucu "ödüle" çıkıyor.

Ama gene de bugüne kadar yazığım yazılar içinde "polemik" yazılarının yüzde beşten fazla olmadığını belirtmem gerekir. 

Tiyatroda "özel muamele görmek"ten ne kastedildiğini bilmiyorum. Davetiye beklemiyorum. Özel koltuk istemiyorum. Kapıda karşılanmak istemiyorum. Oyuncunun dikkatini dağıtmamak için not tutuşumu saklama amacıyla zorunlu kalmadıkça birinci sırada oturmak istemiyorum. Aşağıda verdiğim alıntıdan "özel muamele"nin ne olduğu anlaşılacaktır sanırım.

Son günlerde samimi bir mesaj yazarak beni eleştiren bir oyuncuya yazdığım mesajın bir bölümünü yukarıda anlatılanlara ve de genel bakışıma ilişkin yazdıklarıma açıklık getirmek için paylaşıyorum.    

30 Aralık 2013 Pazartesi

TBB Başkanı’ndan Sanatçılar Girişimi’ne: “Düşüncesindeyim”

http://tiyatroyun.blogspot.com/2013/12/blog-post_5464.html adresinden haberdar olduğum videoda (http://webtv.radikal.com.tr/turkiye/5935/genel-ahlak-kurallar%C4%B1na-uygun-tiyatrolar.aspx) Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av.Prof.Dr.Metin Feyzioğlu’nu dinledim. Başkan tiyatro oyuncuları(sanatçılar girişimi?) ile bir araya geldiği toplantıda şunu söylemiş:

"Birilerinin ahlâk anlayışının genel ahlâk adı altında sanata dayatılması anlamına gelecek bu protokolün mutlak şekilde yönetmeliğe de kanuna da anayasaya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırı olduğu düşüncesindeyim.”

Duyduğum andan itibaren beni rahatsız eden bir şey var bu cümlede. En sonunda buldum. Aynı cümle içinde “mutlak şekilde” ve “düşüncesindeyim” var.

“Wikipedia”da bulduğum  “mutlak” ifadesi bana uydu: “Hiçbir şeye bağlı olmaksızın var olan, bağımsız ve koşulsuz olan anlamında felsefi terim. Genel geçer anlamı bakımından hiçbir şey ile sınırlandırılmaksızın var olan şey anlamındadır.”

O halde bir şey “mutlak” ise cümlenin şöyle olması gerekmez mi?
"Birilerinin ahlâk anlayışının genel ahlâk adı altında sanata dayatılması anlamına gelecek bu protokolün mutlak şekilde yönetmeliğe de kanuna da anayasaya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırıdır.”

Türkiye Barolar Birliği Başkan’ını “mutlak” ile “düşüncesindeyim”i bir arada kullanmak zorunda bırakan şey nedir? Başkan’ın “yönetmeliğe de kanuna da anayasaya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırı”lık ifadesi hukukî  mücadelenin de aşamalarını gösteriyor bana göre. Yol uzun.. Ben  çok mu  “düşünmekteyim”?

Ayrıca Başkan’ın şu ifadesi de  üzerinde düşünülmeye değer: “TBB ile sanatçılar girişimi arasında bir protokol imzalayalım.”  “Sanatçılar girişiminin “hükmî” statüsü ne? Yâni nasıl bir “hukukî girişim”? Bir dönem sözcüsü var. Nasıl yönetiliyor? Temsil gücü ne? Kalıcı üyeleri kimler? Bildiri bazında mı bir araya geliyorlar? Ben sitede farklı bildiriler altında farklı isimler gördüm. Bu girişim ile TBB protokol imzalayabilir mi? İmzalansa protokol “mutlak” olur mu?  Bilmediğim için soruyorum. Beni aydınlatan olursa memnun olurum. İnterneti aradım şöyle bir sayfa buldum: http://sanatcilargirisimi.blogspot.com/  Bu sayfada sorularımın cevabını bulamadım. Yardımınızı bekliyorum.


Melih Anık

Not: Videoda yüzlerini gördüğüm tiyatrocular neden öyle "suratlı"? "Gülmek devrimci bir eylem" değil mi?

29 Aralık 2013 Pazar

Fusun Demirel’in “Sahne”lere Dönüşü

Benim için bir oyun seyretmek serüvendir. Benzer ritüelleri vardır. Mezarsız Ölüler’i seyretmeden önce önceden başlayarak bu serüveni paylaşmak istiyorum.

Çok günler önce Gri Sahne’nin programında oyunları için kullandığı "ikon"lar dikkatimi çekmişti.  Özellikle Mezarsız Ölüler için kullanılan bir eli açık diğeri kapalı ama açık olanı toprağın altında olan kelepçe "ikon"unu çok beğendim, “twitter”da paylaştım. Ümit Doğan yaratımın kendisine ait olduğunu “twit”ledi. Gerçekten de "ikon" bana oyunu yeniden düşünme fırsatı verdi. Oyun da Sartre'ın.. Seyretmeyi aklımın bir köşesine kaydettim.




28 Aralık 2013 Cumartesi

Fusun Demirel'in Twitleri

  1. ahh vahh...napıcaz..."boku mu yedık!" "yok yok bız sızı sıkmayalım buyrun kapı arkada!!"

  2. sıkılınca cıkamazsınız, sahneden gecmenız gerek.gecerken sıze adınızı sorarım:)bazı elestırmen mı gelmıs.

  3. aman ha aman bu "bazı" elestırmenler ocak sonunda promıer yapacak oyunuma sakın gelmeyın.oyunda cıkamazsınız

  4. bız 30 yıldır kel kasıyıp masturbasyon yapan,yazar olamamıs cevırmen,elestırmen vs cok gorduk:(yazıık..

  5. mezarsız olulerın sızın blogda olumlu ya da olumsuz yazılması o yeteneklı ınsanlara bırsey katmayacak zaten

  6. sız dua edın de varolsunlar o "bazı"ları... elestırmenlık kurumunu zedeleyen "bazı"ları bızım ıcın yazık:(

  7. eleştırmenlık kurumu oyuncu,yonetmen ve oyun olmasa nasıl yasamaya devam edecek acaba?

21 Aralık 2013 Cumartesi

Selçuk Soğukçay’ın En Uzun Gecesi

Selçuk Soğukçay 20 Aralık gecesi saat 23:45’de oyundan sonra eve geldi ve benim o gün yazdığım yazıyı (“Selçuk Soğukçay ile ‘Twitleşme’ ve ‘Sanat Etiği’”) gördü. Yazıyı hemen okudu ve “zehir gibi”(?) bir cevap(“MELİH ANIK VE EGE KÜÇÜKKİPER İLE SANAT ETİĞİ ÜZERİNE… “) yazdı. Facebook hesabından bana mesaj olarak gönderdi.(21 Aralık saat: 01:35) Yazıyı twitledi(2:09) Ardından yazıyı benim adresime yazarak yeniden twitledi. (saat 02:10) Yazıyı bir daha twitledi (3:02)Bir yazı (“EGE KÜÇÜKKİPER”) daha yazdı, benim ve Ege Küçükkiper’in adlarına twitledi.(Saat 04:19) Benim facebook’da da çıkan twitlerim üzerine iki yorum yazdı. Ege Küçükkiper ve benim adıma 5-6 twit, bu arada memleket meseleleri üzerine twitler yazdı. Bu sabah en son  05:47’de twit yazdı ve sanırım günü “bitirdi”. Ben de uykusuz biri olduğum için gece boyunca uyuyup uyandıkça Selçuk Bey’in gece serüvenini takip ettim. Bu sabah ise tüm geceyi özetleyen twitleri gözden geçirerek bu yazıya başladım.

20 Aralık 2013 Cuma

Selçuk Soğukçay ile “Twitleşme” ve “Sanat Etiği”

Görüşlerine inandığım  ve değer verdiğim Ege Küçükkiper ile aramızda şöyle bir yazışma geçti:

Ege Küçükkiper @egekper 19 Dec
Ne zaman, "Allah rızası için güzel bir oyun" desem, "Allah versin" cevabını alıyorum. Bkz: Lysıstrata (İBBŞT)
 Melih Anık @melihanik 19 Dec
@egekper Çok merak ettim seyredesim geldi :))))
Ege Küçükkiper @egekper 19 Dec
@melihanik Oyunun galası yapıldı mı bilmiyorum. Yapılmadıysa muhtemelen Pazartesi izleyeceksiniz :)
Melih Anık @melihanik 19 Dec
@egekper Hele sen bu twitleri yazmışsan gitmek için on kere düşünürüm
Melih Anık @melihanik 19 Dec
@egekper Pazartesi Gala var. Ama İBBŞT bu kadar -oyuncuların bile umursamadığı- baştan savma galalar yaptığı sürece gitmeyeceğim.

Bu yazışmadan sonra Selçuk Soğukçay iki twit yazdı. Seyretmediğim bir oyun hakkında yorum yapmamın “sanat etiği”ne sığmadığını ve o gün seyirciyi kapıdan çevirmemeyi amaçladığını söylüyordu. Bana “sanat etiği” üzerine bir ders vermek istemişti sanırım. Cevaplarım aşağıda:

15 Aralık 2013 Pazar

Bir Çağrı Bir Direniş

Hindistan’dan döndüm. Bir tiyatro portalı(tiyatronline) kurultay çağrısı yapmış, bir oyuncu(Orhan Aydın) da “direniş arayan” bir yazı yazmış. Kurultaya katılım listesinde Orhan Aydın’ın  ismi yok. Eğer kurultay çağrısından haberdar olup da katılmamışsa kurultayı, aradığı “direniş”ten saymamış demektir.  Tiyatro camiasında “yoğurt yeme” şekilleri pek çoktur. Mahkemeleşenler, mahkemeleşecekler, susmayanlar, direnenler, karanlık delenler, yardım alıp değerini düşürenler, yardım alsa da dimdik duranlar vs vs..  Sesi çıkmadığı için ne dediğini bilmediklerimiz de var tabii.

14 yıldır yayın hayatını sürdürmekte olan TİYATRONLİNE”, “her kesimi” kurultaya çağırıyor. “Her kesim”  parantez içinde açıklanmış. Ben “vs” içine giriyorum. İsmi yok ama ifadeden çağrıyı kaleme alanın (sayılı) eleştirmen olduğu açık, o da  eleştirmenleri ayrıca yazmamış. Demek ki eleştirmenler “vs”; kendisi “çağrıcı” kapsamında. (Seviyorum bu duruma göre postu tanımlama oyunlarını!) Portal bu arada kendine de itibar arıyor. Öyle ya “14 yıldır yayın hayatını sürdürmüş” öyleyse tiyatroda başı çekebilir ve böyle bir çağrıyı yapabilir. Çağrıya katılım bu anlamda portalin zımmî onayı anlamına da gelecek. Kaleme alanın kendini kanıtlama çabası da cabası.

Orhan Aydın, ise “yar bana bir eğlence” der gibi “Bize bir direniş gerek” başlıklı bir yazı yazmış. Sonra da yazıya şu cümleyle başlamış: “Sorun bizlerde mi yoksa bizlerin meseleyi anlatış biçiminde mi karar vermiş değilim.” 

Ciddi ciddi çağrıyı ve de yazıyı değerlendirmek için bilgisayarın başına oturdum. Bir şeyler de yazdım. Bir ara çağrı nasıl gidiyor diye tiyatronline’ın sayfasına gittim. Baktım ki “çağrı” “haber”; katılım listesine de üç kişi ilâve olmuş. Yaptığınız çağrıyı ön sayfada tutmaz mısınız? Baktılar ki “yürümüyor” onlar da bırakmış peşini. Ben “katılımcı”lar için üzülüyorum, her "tuzum var" diyene koşuyorlar.

Orhan Aydın’ın yazısını yeniden okudum . Yazı nerdeyse ilk cümlesiyle kendi kendini ilga ediyor. Ama bir de “Tüm insanlığın ortak evleri olduğuna inandığımız sahnelerimiz” diye bir ifade var ki benim için yazının sonu. Zira salt bu saptama ile Orhan Aydın kendine cevap vermiş oluyor ama farkında değil.

Unutulup gidecek bir çağrı(?) ve de sonu ilk cümlesinden belli bir yazı için kendimi daha fazla yormayayım bari dedim. Zira benim yazacağım yazı için vereceğim emek onların çağrısı ve yazısından daha fazla olacak. Değmez. Aslında bu kadarı bile çok ama.


Melih Anık

12 Aralık 2013 Perşembe

Eleştiri Meleştiri

Dün akşam bir oyun seyrettim. Salonda en yaşlı bendim. Benden sonraki en yaşlı ile aramızda en az 20 yaş(belki daha çok) vardı. Salondaki kahkahaların çoğuna katılamadım hatta bazılarında acı acı düşündüm. Muhtemelen salonun umursamadığı -belki de gereksiz- pek çok ayrıntıyı defterime not ettim. Oyun sonunda ayağa kalkıp alkışlayanlar oldu. Onlardan birinin oyunun dramaturgu olduğunu sonradan öğrendim. Oyun sonunda yazar/yönetmen hararetle tebrik edildi. Ben salondan çıkarken seyirciler tebrik etmek için oyuncuyu fuayede bekliyordu.

Yolda aklım bir şeyle meşguldü. Sabah kalktım o şey gene aklımda idi, yazmaya karar verdim. Bu yazı öyle doğdu.

Aklımı meşgul eden şey, oyunu nasıl eleştirmem gerektiği idi. Dar olanaklarla sahnelediklerini gördüğüm oyunu, olanaklarına göre mi eleştirmeliydim? Yazar/yönetmenin ilk tecrübesi, ona anlayış mı göstermeliydim? Piyes metninin umutlu taraflarına mı ağırlık vermeliydim? Oyuncu çok iyiniyetli ve gayretli,  oyunun büyük bir bölümünde kendinin en tepe noktalarına çıkıyor o noktalar üzerine mi kursaydım yazımı? Peki benim aklımdaki/hayâlimdeki tiyatro nasıl yer almalıydı yazıda?

 Bunları düşünürken Eraslan Sağlam’ın kendisi ile yapılan bir röportajda söylediklerini hatırladım: "Nefes almamın tek yolu doğru bildiğimi yapmaktan geçiyordu" İçim rahatladı. Ben de doğru bildiğimi yazıyorum. “Doğru bildiğini yaz” dedim kendime.  Ama o sırada Eraslan Sağlam’ın “komşusu” Küskün Müzikal için yazdığı yazı geldi aklıma. “Bu öyküden bir müzikal çıkarmak ancak Alkan’ın dehasıyla açıklanabilirdi.” diyordu Sağlam. Hikâyeyi okuyan biri olarak “Deha bunun neresinde?” diye düşündüm.  Yazıyı fazla “komşuca” hatta “yakın arkadaşça” buldum. Gene kendimle kaldım.  Ne yazacaktım?

Bu hususla ilgili eğitimini gördüğüm alanda, okuduğum onlarca kitabı, dünyanın büyük şirketlerinde gözlemlediğim tecrübelerimi hatırladım. Türkiye’de çalıştığım şirketlerde, bulunduğum ortamlarda hep o okuduklarımı, gördüklerimi uygulamaya çalıştım. Bir süre sonra hayâl kırıklıklarım çoğalmaya başladı. Türkiye’nin habitatına ters bir durum vardı ortada. Farklı davrandığınızda onunla çatışmaya başlıyordunuz. Türkiye'de yönetim,  “mönetim” oluyordu.

Sürekli tiyatro yazıları yazmaya başladıktan sonra, eleştiri üzerine daha çok okumaya başladım. Yazdıkça öğreniyor, öğrendikçe daha farklı yazıyordum. Ama gene o “habitat” dikildi karşıma. Bu da “tiyatro habitatı” idi. Alkışla beslenmeye alışmış; övgü ile tüyleri kabartılan; küçük küçük klanlar halinde yaşayan, bir bütün olamayan;  çabuk küsen, alınan; “susmayacağını, direneceğini, savaşacağını” söyleyen ama hep kendisi “geç”,  dedikleri “lafta” kalan bir topluluk.  Bu habitat, bir eleştiri düzeni yaratmıştı. Kitaplarda tanımlanan eleştirilere benzemeyen bir düzendi bu. “Rektiri” dedim adına, reklâm olsun diye yazılan yazılar yâni. Ödülün de "mödül" olduğu bu habitatta eleştiri, “meleştiri” olmaya itiliyordu.

Aslına bakarsanız bu ortamda durumu idare edip,  "meleştiri" yazamayacağıma göre, “meleştiri”leri tartışmak daha mı doğru olur acaba? 

Bir şeye yarar mı, ne dersiniz?

Melih Anık

22 Kasım 2013 Cuma

21 Kasım 2013 SES Tiyatrosu Toplantısı

22 Kasım 2013 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin 19. Sayfasında 21 Kasım 2013 tarihinde SES Tiyatrosu’nda yapılan toplantının haberi vardı.Aynı haber gazetenin internet sayfasında da verilmişti. Haber içeriği yönünden bir fark yoktu ama iki haberde kullanılan fotoğraflar farklı idi. İnternet sayfasından aldığım haber AYNEN şöyle yazılmıştı:

18 Kasım 2013 Pazartesi

Tarihe Bir Not: Tiyatro Yardımı Üzerine Bir Derleme

Kimi “destek” diyor kimi “yardım”.
“Ne o iane mi veriyorsun? Benim paramı bana geri veriyorsun.”
“Hakkımızı alacağız. Bu iş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gider”
“Vermezsen verme, sanki sana muhtacız, bizim seyircimiz var”
“Bak 2000 kişiye oynadık” (Frankfurt’ta)
“Zaten verdiğin reklâma anca yetiyordu”
“Bağımsızız biz onun için vermediler”
“Biz aldık da bağımlı olduk? Bu halkın vergilerinden gelen para. ”
“Gezi’nin intikamını alıyorlar”
“Bu akşamki oyunumuza yer kalmadı. Bu onlara kapak olsun.”
“Muhalif olanlara yardım çıkmadı”
“En büyük güç seyirci”
“Bu akşamki oyunumuza yoğun ilginiz, destek mesajlarınız tarihin karanlığına gömülecek olanlara ağır bir ders oldu.”
“Yıllarca sinema desteklerinde de aynı şeyleri yaptılar. Özellikle bu yıl adı sanı duyulmamış yeni kurulmuş şirketler destek aldı”
“Aldığı ödeneği vergi olarak geri veren,binlerce insana istihdam yaratan tiyatroların dışlanması ile devlet kendine kötülük yapmıyor mu?”
"Gezi olaylarında ön plana çıkan gruplara fon desteği verilmediği yönünde yorum yapılabilir.Ama yardım almaya hak kazananlar arasında Gezi’ye aktif katılmış birçok grup ve sanatçının olduğu da söylenebilir. Bu ikircikli durumu görmezden gelerek bir söylem kurmak da zor."
“Komisyon üyeleri , halkın parasını hiç tanımadıkları ve işleri tiyatro olmayan insanlara dağıtmadan, incelene yapmış mı?”
“Dinci  tiyatro kisvesi altında oportünist bir mantıkla kurulan topluluklar , estetikten uzak yaklaşımlarıyla dini de lekeleyecekler mi?”
“Bu yıl birdenbire destek alan , çoğu tiyatro bile olmayan şirketlere dağıtılan ödeneklerle devlet korsanı teşvik etmiş olmuyor mu?”
“Meslektaşlarının McCarthy dönemindeki gibi fişlemesine göz yumanlar, yarın aynı şeyin kendi başlarına da geleceğini bilmiyor mu?”
“Haluk Bilginer'in tiyatrosuna destek sağlanmamasının ardında hangi ayak oyunları var?”
“Ülkenin en üretken ve düzeyli toplulukları Kumbaracı 50, Duru Tiyatro,Istanbul Halk Tiyatrosu,Destar, Tiyatro Boğaziçi neden cezalandırıldı?”
“Ülkenin en köklü sanat kurumlarından olan Ankara Sanat Tiyatrosu, Ortaoyuncular, Dostlar Tiyatrosu, Tiyatrokare hangi gerekçe ile dışlandı?”
“Devletin parasını hükümetin parası gibi kullanan hükümet , kültür ve sanat alanını da kendi müteahhitlerine mi peşkeş çekiyor?”
“Eğer göstermelik bir komisyon oluşturulduysa ve komisyon üyeleri kukla gibi kullanıldıysa, kendilerini kötü his etmediler mi?”
“Halkın vergilerini henüz kurulmamış tiyatrolar, iş kolu tiyatro bile olmayan yandaşlara dağıtma kararına imza atanları tarih af eder mi?”
“7 kişilik komisyon 3 sanatçıdan , 3 bürokrat ve devlet tiyatrosu genel müdüründen oluşuyor. Oy çokluğuyla karar verildiyse, 4 oyu kim verdi?”
“Komisyon üyeleri toplantı sonunda herhangi bir karara imza attılar mı, yoksa siz şimdi eve gidin, ödeneklere vakan karar verecek mi denildi?”
“Öncelikle bu karar nasıl alındı? Komisyon 1 Ekim'de toplandı ama devlet desteğinin açıklanması neden 45 gün sürdü?”
“Devlet bütçesini hükümetin parası sanan Adalet ve Kalkınma Partisi dün tiyatro ödenekleri konusunda bir skandala imza attı.”
“Seyirciyi tiyatrodan uzak tutmak için tiyatroyu bitirmek isteyen bir hükümetle karşı karşıyayız bu aşikar.”
“Faşizmin önlenemeyen yükselişi”
“Karara şerh koymayan komisyon üyelerini ve karara nihai onayı veren Bakan Ömer Çelik’i ayrı ayrı hesap vermeye çağırdı.”
“Devlet yardımı bu yıl AKP’nin ianesine dönüştürülmüş, siyasi erke muhalefet eden toplulukların ödenekleri kesilmiştir.”
“Günlük yaşantının bir parçası olan bu tiyatrolardan bu sezon birinin dahi tökezlemesinin vebali komisyon üyelerinindir. Elbette hesap sorulacaktır.”
“Senelerdir dayak yer gibi tiyatro yapıyoruz bir de muhalifsin değilsin meselesi çıktı başımıza...”
“Dünyanın hangi bölgesinde partisine, politik görüşüne göre sanatçıya destek kuralları belirlenir? Akıllara durgunluk verecek bir durum...”
“Kültür bakanlığı desteklemiyorsa bağzı tiyatrolar doğru işler yapmış demektir. Şimdi seyircinin desteği daha önemli.”
“Devlet yardımı nee miş yaa paraya tama etsek tiyatro mu yaparız“
“Devlet Yardımı kaldırılsın,onun yerine her mahallede TİYATRO açılsın...Küçük olsun bizim olsun...”
“Tiyatrolara Devlet yardımı verme,onun yerine sahne yap,haftanın 7 günü 7 tiyatro paylaşsın,sahneleri çoğalt kira alma...”
“ Darbeciler bile bunu yapmamıştı”
“Dikkat edin de Sanat Kurumu'nun proje bazlı tiyatro yardımı "pirinç,kömür" yardımına benzemesin.”
“Derdi TİYATRO yapmak olan birisi olarak,üstelik hiç bir devlet,belediye yardımı almadan,yoktan var ederek açtığım mekanlarıma saldırma.”
“Değişim yanlısı olması gerekenler statüko peşinde. Devlet yardımı olmadan tiyatro ölür diyenler. Siz zaten ölüsünüz.”
“"Ben Atatürkçüyüm!" diyerek götürme dönemi sona ermiştir! "Ben Atatürkçüyüm Tiyatro-Sinema, Ben Atatürkçüyüm Bale-Opera yardımı sona erdi!"
“Mesela kültür bakanlığı maddi yardımı tiyatro patronuna değilde o oyunda gorev alacak oyuncu ve teknik ekibi sigortalayarak da yapabilir.”
“Kültür Bakanlığı tiyatro yardımı yaparken yazar telif haklarına dikkat ediyor mu?”
“Tiyatro kurultayında kürt tiyatroları çok gerçekçi bir bildiri yayınladı. açılım(!) olana kadar devlet yardımı alamamışlar, yasaklanmışlar”
“Çok çarpık bir düzeni var şu tiyatromuzun; bazen tiyatro dışında herşeyi yapıyoruz gibi geliyor artık...”
“Gerçek bir sanatçı şarlatanlığın korkaklığın jüri üyesi olduğu yerden gelecek ödüle bel bağlamaz, ödülü elinin tersiyle iter.”
“Gerçek bir sanatçı şarlatanlığın korkaklığın jüri üyesi olmaz, kendini küçültmez, çünkü bunu yaparsa esereleri v ürettikleri de küçülecektir”
“Özel tiyatrolar yardımından çıkan sonuç aynı zamanda sansür ve oto sansüre maddi bir teşviktir”
“Tiyatro yardımını belirleyen komisyon kararında karşı şerh var mı? Komisyonun tiyatrocu üyeleri ne yapmış?”
“Kültür Bakanlığı bu kararın hesabını verecek. Devlet desteği iktidar borazanları için değildir. Hakkımızı hukuk yoluyla arayacağız sonuna dek”
“Özerkleştirme girişimi Devlet Tiyatroları, Opera ve Balesi'nin idam fermanı”
“Tiyatronun muhalefetinden sözetmişti birileri borazan öttürerek, şimdikinin izleyicisi isen tiyatron hiçbir zaman muhalefet yapamaz senin”
“’Hesap sorulacak’ diyorlar bizim tiyatrocularımız. Ben son  40 yılı hatırlıyorum..Rica etsem de söyleseler, NASIL ve NE ZAMAN?”
“Yardım alıp da oyuncunun sigortasını iç edenler varmış. Fırat Tanış mı söylemişti?”
“Tiyatrolarda sigortasız çalışan yok.... YOK, değil mi ?”
“Yardım iane gibi olmaz,vergi, yatırım indirimi vb üzerinden olur. Onu sağlamak için de BİRLİK olmak gerekir.”
“Tiyatrocunuz, oyun yaptınız  ama sahneniz yok. Sahnesi olana "bağlıysanız" BAĞIMSIZ sayalım mı sizi?”
 “TÜSAK hakkındaki teklifinizi bir defa anlatmak yetmez hep anlatın. Özellikle seçmene ve seyirciye anlatın.”
 “TÜSAK geliyor. Yasa çıkmadan bir şeyler yapma zamanıdır ama sakın eylem yapmayın. Teklifinizi oluşturun, partilere anlatın.Seçimler geliyor.”
“Bugün yazılanları saklayın gelecek yıl yardım başvuruları sonuçlanınca yeniden okuyun..(Eğer yardım kalırsa)”
“Fragmanı gördünüz. TÜSAK için şimdiden çalışmaya başlamak gerek.”

Melih Anık

14 Kasım 2013 Perşembe

Kurabiye Ev ve Aktör Kean’in Eleştirmenleri ile Mutlu Yönetmenler

Dün iki oyun eleştirisi okudum.  Her iki eleştiriye de dikkatimi çeken eleştirilenlerdi. Birini, eleştirilen Yanetki, twitter hesabından  RT  etmişti;  diğer twit ise “kendimi özel hissettim” notuyla oyunun yönetmeni (Tolga Yeter) tarafından yazara teşekkür edilerek  yazılmıştı. Oyunlar Kurabiye Ev ve Aktör Kean idi.

12 Kasım 2013 Salı

Tiyatro Tiyatro Dergisi’nin Ödülleri 2013

Tiyatro Tiyatro Dergisi 2013 Ödülleri dağıtıldı. Bu arada kendisine ödül düşenler çok mutlu. Hangi ihtiyacı karşıladığını ve de tiyatro adına değerinin ne olduğunu çıkaramadığım ödüllerin, dergiye daha çok reklâm mı yoksa okuyucu mu kazandırdığı konusunda da  tereddütlerim var. Seyirciyi ne kadar etkiliyor acaba? Örneğin okuyucu sayısını arttırır mı, aday gösterilenler dergiyi satın alırlar mı? Bence almıyorlar ki dergiyi yaşatmak için abone kampanyası düzenleniyor. Yoksa bu kadar yıl aday gösterilenler devamlı satın alsa dergi için abone kampanyası düzenlenmesine gerek kalmazdı.  

26 Eylül 2013 Perşembe

Bir Tiyatro Öğrencisine Mektup

Bana yazı yazarak düşüncelerini paylaşan bir tiyatro öğrencisine gönderdiğim mektup. Kimliği ortaya çıkmasın diye bazı yerleri kapattım.

...............
Aramızdaki yazışmaya neden olan “twit”iniz “...........................”.  “Tanımadığınızı söylediğiniz” birine yönelttiğiniz eleştiri aslında eleştirilmesi gereken durumu ortaya koyuyor. ............................................. Sizi araştırdığımda tiyatro eğitimi aldığınızı anladım. Tiyatro eğitimi alan biri, tiyatronun en önemli ögesi olan “hitabet sanatı” konusunda bu kadar özensiz;  dil konusunda “ikna etmekten” bu kadar uzak olabilir mi diye düşündüm. .............................................................

Bana yazdığınız cevaba bakınca siz benim sorumu da unutmuşsunuz. .....................................

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Üstün Akmen’in TEB Başkanı Olarak Mütalâası

Ömer Faruk Kurhan ile Hilmi Bulunmaz arasında devam eden dava ile ilgili olarak Ömer Faruk Kurhan, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği(TEB) Başkanı Üstün Akmen’den görüş istemiş. TEB Başkanı Üstün Akmen, altına bastığı TEB’in mührü üstüne, birliğin “Başkan”ı sıfatıyla imza attığı bir mütalâa yazmış.

Mütalâa’ya şekil olarak baktığımda hukuk dilinin hâkim olduğunu görüyorum. Bölüm başlıkları, dosya numaraları, davanın safahati, iddianame ile ilgili ayrıntılar, kullanılan dil vb  mahkeme ve hukuk söylemine çok uygun. İktisat mezunu olduğunu bildiğim Üstün Akmen’in hukuka bu denli yakın olduğunu bilmiyordum. Bu mütalaayı tek başına kaleme aldıysa kendisini tebrik etmek isterim.

13 Ağustos 2013 Salı

Wroclaw'da Tuhaf(?) Bir Trafik Düzenlemesi




Yukardaki fotoğrafı Wroclaw'da çektim. Bana ilginç gelen durumu paylaşmak istedim.
Fotoğrafın solundaki direkte, mavi tabela buranın bir durak olduğunu gösteriyor. Sağdaki cadde tramvayı da durakta durmuş, ama yolun ortasında. Yani ray yolu(ve de tramvay) durağa yanaştırılmamış. Arka planda bekleyen trafiği görüyorsunuz. Arabalar tramvayın son vagonunun arkasında durmuş. Onları durduran trafik ışıkları da fotoğrafın solunda görülüyor. Tramvay durakta durup yolcu indirmekte iken hiç bir araba fotoğrafta gösterilen tramvay ile durak arasında yerdeki beyaz çizgili alana giremiyor.Sinyalizasyon öyle ayarlanmış ki tramvay hareket ettiğinde ki o zaman  beyaz çizgili alan da  boşalmış oluyor arkadaki arabalara hareket hakkı veriliyor. Bu trafik düzenlemesi bizim ülkemizde olur mu? SANMIYORUM. 
Melih Anık

7 Haziran 2013 Cuma

Topçu Kışlası ile İlgili Teknik Düşünceler ve Öneriler

Eski yapıların yenilenme projelerinde, zaman içinde ortaya çıkan  yeni standartlar ve ihtiyaçlar  nedeniyle farklılıklar olması bir zorunluluktur. Bu nedenle örneğin özgün kat yüksekliği 3 metre olan bir yapıda havalandırma kanalları, tesisatlar nedeniyle kat yüksekliğinin en az 5 metreye çıkarılması gerekir. Bu yüzden yenilenmiş yapı, özgün hali gibi iki kat olsa da yüksekliği 6 metre yerine en az 10 metre olur. Yıkılıp yeniden yapılan ve cepheleri “replica” olan  Beyoğlu Demirören binasında bu durumun olduğunu hissediyorum. Özgün cephe resimleri ile karşılaştırıldığında yeni bina dış cephe olarak eskiye benzerlik göstermekle birlikte daha büyüktür(sanki). Bunu hemen yanındaki Cercle d’Orient Binası ile karşılaştırırsanız daha iyi anlarsınız. (Fotoğraf aşağıda) Demirören Binası’nın çatı yüksekliği şu anda Cercle d’Orient’in üstündedir. Korkarım şu anda Emek'i "taşıyarak"(?) inşa edilmekte olan Cercle d’Orient’in  cephesi de “büyütülecek” ve çatı yüksekliği yanındaki Demirören Binası’na yaklaşacaktır. İşte bu İstiklâl Caddesi üzerinde sokak genişliği ile uyumlu bir ilişki içinde olan düzeni bozacak ve yeni yapılar “deve dişi” gibi duracaktır. (Demirören Binası’nın durduğu gibi) Bu eğilim devam ederse İstiklal Caddesi “boğulacaktır”.   



Bir anımı paylaşmak isterim. Konut olarak tasarlanmış ve kabası bitmiş bir inşaatın sahibi, finansal dar boğaza düşmüş para arıyordu. Kendisine bu olanağı sağlayabileceğimi söyledim ama öğrenmek istediğim konut yapmaya  nasıl karar vermiş olduğu idi. “Çevreye baktım iyi fiyatlarla konut satılıyordu” dedi. Ama bir iddiası vardı, bina “her şey” olarak kullanılabilirdi(!) Hastane? Tabii. Oysa asansör boşlukları hastane için düzenlenmemişti. Okul? Tabii. Oysa odalar sınıf büyüklüğüne uygun standartta değildi. Otel? Neden olmasın! Oysa o yapı otel olursa farklı büyüklükleri olan odaları satmak zorunda kalacaktı ayrıca asansör boyutları ve sayıları otel trafiğini kaldırmıyordu. Ofis binası? Pekâla olur. Kat yükseklikleri teknik alt yapıya yeterli değildi. Tabii ki hepsinin farklı otopark, havalandırma, merdiven ihtiyaçlarının olduğunu söylemem gereksiz. Bina yapımı bir bilim işidir.



Yukarıdaki örneği Topçu Kışlası ile ilgili olarak bir fikir vermesi açısından paylaştım. Önce şeklen yapalım ona bir işlev veririz anlayışı bana çok da doğru gelmiyor. Zaten değişen çağ ihtiyaçları onu ilk yapıldığı tarihteki gibi yapmaya olanak vermeyecektir, sadece görünüşü benzetilebilir. Yapılar onlara verilecek işleve göre tasarlanır. İşlev şekli belirler, şekil işlevi değil. Bu nedenle kullanım raporu belirlendikten sonra yapının teknik ihtiyaçlara göre tasarlanması ve çevreye vereceği ek yüklerin hesap edilmesi zorunludur. (Çevrecilik sadece ağaçları korumak değildir.) Örneğin bu yapı için ihtiyaç olan trafo, “soğutma” yapıları nereye yerleştirilecektir?  Topçu Kışlası’nın yaratacağı trafik akışının etki alanı, çevresel oksijen ihtiyacı, ilave yaratılacak egzoz gazı ve gürültü seviyesi, hava akımları, yeşil alan, otopark ihtiyacı ve konumu, yapının altından geçen metro yapısı ile olan ilişkisinin de dikkate alınması gerektiği kanısındayım. Topçu Kışlası'nın özgün halinin de bu açıdan irdelenmesi gerektiği kanısındayım. Ayrıca Topçu Kışlası'nın Beyoğlu ve o bölgedeki özel mülkler üzerindeki ekonomik tesirleri de dikkate alınmalıdır.



Mesleğimi yaparken meslekten gelmeyenlerin projeyi üç boyutlu olarak; en sonunda ortaya çıkacak binanın işgal edeceği alanı hayâl edemediklerini çok gördüm. İnşaat belli bir boyuta geldiğinde şaşıranları da gördüm. Bu nedenle maket ve animasyonlarla yatırımcıya ne ile karşılaşacaklarını anlatmaya çalıştım. Gene de örneğin temel kazıkları tamamlanmış bir binada yatırımcının üst yapıyı kazık çakılmamış alanları da kapsayacak şekilde büyütme isteği ve zorlaması ile karşılaştım.  Bugün medyada karşıma çıkan tartışmalarda yapılması istenen Topçu Kışlası’nın o meydanda nasıl bir yerleşime neden olacağının çok da anlaşılmış olmadığını görüyorum. Bu nedenlerle Topçu Kışlası’nın gerçek boyutları ile sahaya aplike edilmesi çok yararlı olacaktır. 


Melih Anık







2 Haziran 2013 Pazar

CNN-Penguen

Meslektaşlarımın pek çoğu benim anlatacaklarımı yaşamışlardır.

Türkiye’de bir otel yatırımı yapma kararı verilirken oteli kimin işleteceği çok önemlidir. Zira bu, bir uzmanlığın kullanılması yanında işleticinin dünya çapındaki ağından(müşteri potansiyelinden) yararlanma amacını taşır. O nedenle tasarımı sonuçlandırmadan önce otel zincirlerini ziyaret eder genellikle hepsinde mevcut olan ve “burnundan kıl aldırmaz” “baş mimar” ile görüşürsünüz. Baş mimar otelin standartlarını anlatır onların işletecekleri otelin nasıl bir mimari ve fonksiyonlara sahip olması gerektiğini dikte eder. Siz de İMF karşısındaki devlet memuru gibi içinizden geçenleri yüzünüze yansıtmamaya çalışarak dinlersiniz. Baş mimar oda büyüklüğünü, priz sayısı  ve yerleri gibi onlarca hususu belirtir. Örneğin odaya girer girmez, sol tarafta aydınlatma anahtarları döşemeden 51,5 cm yukarda olmalıdır. 51 olmaz, 52 olmaz.. Zira “bu otelin uzun yıllar sonucunda kazandığı tecrübenin sonucu oluşan bir standarttır”,  tartışılmaz bile. Size de not almak düşer. O görüşmede yanınızda otel fizibilitesi de vardır. Onu bırakırsınız. Baş mimar isteksizce alır ve yanına koyar.

Bir süre sonra baş mimar aracılarla size kendini hatırlatır. Bu fizibilitedeki rakamları sevdi demektir. Ama emin olmak ister. Otel fizibilitede gösterildiği gibi bir nakit akışı sağlayacak mıdır? İkinci toplantıda baş mimar ikna olmuş ise ki o anda gözleri Donald Amca’nın gözlerine benzer, otelin o meşhur standartları ikinci plana atılır. Odalar 3-4 m2, havuz 1-2 metre, bahçe 10-15 metre küçük olabilir. “Neden olmasın canım!” "Aydınlatma anahtarları da toleranslar içindedir zaten". Böylelikle yeni bir “standart”(?) oluşur. Bu yeni durumu hatırlatan bir ekleme, otelin ismine -genellikle otelin bulunduğu yere bakılarak- yapılır, “resort”, “agora”, “seaside”, “eagle” falan gibi. (Uydurduğum bu isimlere benzerlikler tesadüfidir) Bazen de yerel yatırımcının sessizleri alınmış soyadı eklenir dünya çapındaki otel zincirinin ismi yanına.

Ülkemizde son beş günde yaşananlara bakarak CNNTürk adıyla bilinen tv kanalının isminin değişmesi gerektiğini düşündüm. Muhtemelen “Türk” eki dünyaca marka olan CNN’e Türkiye’nin özelliklerini yansıtsın diye eklenmişti(başlangıçta).  Halkın  nasıl bir kararlılıkla sokağa çıktığını  görünce CNN yanındaki “Türk”, Türkiye’nin “ruhunu” anlatması bakımından anlamlı olabilir…..di.  Ancak kanalı yönetenlerin, o ruhu kavramadıkları, gazetecilik mesleğinin gereklerini yapmaktan çok uzak ve aciz oldukları, “sokak yanarken” kanalda penguenlerin hayatına ait belgesel yayımlamalarıyla ortaya çıktı. Bu bana “burnundan kıl aldırmayan” ve fizibilitedeki nakit akışı ile başı dönen "baş mimarı" ve de o çok ÜNLÜ ismine ek alan otel zincirini hatırlattı. Kanal yöneticilerinin  ve programcılarının aldıkları dolarları bırakıp gitmeleri olasılığına inanmadığım; hoş onlar gitse de ayrılanların koltukları soğumadan başkalarının koşarak o koltuklara oturacaklarına inandığım için bence kanalın isminde “ufak”(!) bir değişiklik yapılmasını ve kanalın isminin “CNN-PENGUEN” olmasını öneriyorum.


Melih Anık   

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Tiyatro(cu)nun Taksim Eylemi(25 Mayıs 2013) Ve Genco Erkal’in ‘Twit’i

Aslında yazıp yazmamakta tereddüt içineydim kararımın netleşmesine  İlkay Akdağlı neden oldu.

" SEYİRCİ NEREDE?" diye sormak yerine "BİZ NİYE GETİREMEDİK?" demek daha doğru olmaz mı?” diye twit yazdım, İlkay Dağlı “Olur.  başka?” diye yazdı bana. Yazdığım ‘twit’in onu rahatsız etmiş  olduğunu hissettim.

Bu âlemi takip edenler, benim Genco Erkal’in yazdığı ‘twit’e  (“Bu kadar mıyız? Bu kadar mıydık? Bu kadar mı olmalıydık? Peki bunca yıldır hizmet verdiğimiz seyircilerimiz nerede? Hiç mi umurlarında değil”) gönderme yaptığımı anladılar tabii ki.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Tiyatro Ödülleri, Jüri Üyeliği vs vs vs..

Bugünlerde içimden tiyatro yazmak gelmiyor. Umarım geçicidir. Ama ruh hâlimde bir değişim yaşadığımı söylemem yanlış olmaz. Nedenini araştırıyorum. Nedeni son bir ayda açıklanan, “verilen, alınan” tiyatro ödülleri olabilir mi? Ödül törenleri ve arkasından yazılan “twit”ler, “tebrikler, teşekkürler” içinde “boğulur” gibi oldum sanki. Şu ana kadar altı ödül açıklandı. Daha açıklanmayanlar da var. Yaşanan bu baharın bir de son baharı olacak. Duyduğum “ödül” hazırlıkları da var. Türk Tiyatrosu bu kadar ödülü kaldırır mı?

Belediyeler, şirketler, birlikler, dernekler, akademiler, kurslar, kültür merkezleri, dergiler, seyirciler, portaller  “ödül veriyor”. Jüri üyeliği için ağzımı arayanlardan biliyorum sırada daha başka ödül hazırlıkları da var. Tahmin edersiniz ki bu kadar çok ödül olursa o kadar çok da jüri üyesi olur. O kadar çok da “seçici” var.  O kadar çok “başkan” var, “aday” var. Allahtan bazısı birkaç jüride oluyor da üye sayısı daha da artmıyor.  Ama böyle giderse insanlar kart vizitlerine “jüri üyesi” diye yazdıracak. “Jüri üyeliği”, “iş oldu”.  

“Seçme” “subjektif” bir iş. Farklı jürilerin farklı seçmeler yapmasına ne denebilir ki! Ortaya çıkan “ortak akıl”. Değerlendirdikleri oyunlar aynı olsa bile listeyi farklı insanlar değerlendirdiğinde farklı tartışmaların olması ve sonucun farklı çıkması doğal. Açıklanmadığı için hangi oyunların değerlendirmeye alındığını bilmiyoruz ama oyun  listelerinin farklı olduğunu tahmin etmek zor değil. Garip olan aynı jüri üyelerinin  farklı ödüllerde  farklı değerlendirmelere imza atması.  Başkasının listesini oylayanlar da bizde çıktı. Değerlendirmeye alınan oyun listeleri neden açıklanmaz belli değil.("Ekin Yazın Dostları" hariç) Hangi oyunlar kaç jüri üyesi tarafından seyredildi,belli değil. Oyun ya da tiyatrocu, kaç oyla aday listesine girdi o da belli değil. Ödülü tesis eden kurum yöneticilerinin, jüri başkanlarının  jüri üyeleri üzerinde yönlendirici etkisinden kuşku duyuyorum.  Açıklanan ödüllerin kendinden daha önce açıklanan ödüllerin etkisi altında kaldığından kuşku duyuyorum. Bazı ödüllerde bedava bilet verilmedi diye değerlendirme dışı kalan oyunların olduğunu biliyorum. Kendisine verilen yeri beğenmeyen “jüri üyesi hikâyeleri” dinledim.   “Jüri üyesi oldum” diye tiyatro kapısında “okşanmak”tan hoşlananları , “bedavacıları” tanıyorum.  Ödüllere aday olanlara bakınca "aday olmayanların nesi eksik" diyeceğim pek çok oyun ve tiyatrocu var. Bazı oyunların ve tiyatrocuların “ürkünç” denerek ya da fısıltı ve dedikodularla  “kötülendiğini” biliyorum. "Kişisel hınç"ların cirit attığı ortamlardan sıkılıyorum. Yâni jüri üyesi olsun olmasın bazıları “atmosfer oluşturuyor”.  Ahbâbın, arkadaşın korunması, “diyet ödenmesi” ödüllerde hiç de olağanüstü değil. Kimisindeki iyi niyeti anlıyorum ama  kısaca hiçbir ödül benim için nesnel değil. Bu nesnelliği mutlak doğru olarak almayın. Ben “kendi içindeki nesnellikten”, “tutarlıktan” bahsediyorum. Zaten ödüller neyin ne olduğunu gösteriyor. Bunları benim dışımda yazdı birkaç kişi (Nedim Saban, Ege Küçükkiper). Tekrar ederken bile içim daralıyor.

Ödül almak güzel bir şey. Ama bence kimin verdiği önemli.(Değil mi?)  Hadi “tuzum var” diye her ödüle koşuşturan başkanlara, üyelere alıştık da her ödüle koşuşturan tiyatroculara alışamıyorum. Tiyatrocu sahnede, söyleşide, “twit”te   gösterdiği “dik duruş”u ödül kabul ederken de göstermesin mi? Oyunu hakkında yazılan övücü eleştirileri paylaşarak “duruşu”nu gösteren(?) tiyatrocunun  ödül ÖVGÜSÜNÜ kabul etmesi aynı kaynaktan besleniyor herhalde. “Tiyatrocu, “alkışla beslenir” derler ya bu kadar ödüle ve koşuşturmaya bakınca “ödül ile beslenir” demek daha doğru geliyor bana.  Ama tiyatrocunun kendisini yılda BİR GÜN “besleyen(?) ödül” tiyatroyu “beslemiyor”, seyirci üzerinde etkisi yok, sektörü canlandırmıyor, oyuncunun kariyerini yönlendirmiyor.

Şunu da sormadan edemiyorum(kendime). Bu kadar “ödüllü” bir tiyatro bu kadar zorda kalır mı? Ödüllerin sayısı  arttıkça tiyatronun daha da köşeye sıkış(tırıl)ması normal mi?  Bu haliyle ödüller tiyatroyu kurtarmaya yetmiyor. Zira değerli olan ödül, toplumda İZ bırakır. Ödülün değeri ise jürinin değerinden kaynaklanır.  Ödül mesleğin omurgasıdır(olmalıdır) Zira orada tiyatro efsanelerinin ruhu yaşar ki ona dokunmak yürek ister.   

Bugünlerde içimden tiyatro yazmak gelmiyor. Umarım geçicidir. Ama ruh hâlimde bir değişim yaşadığımı söylemem yanlış olmaz. Hissediyorum ki  kafamın içinde kelimeler farklı  cümleler üretiyor; hissediyorum ki FARKLI yazacağım.


Melih Anık

17 Mayıs 2013 Cuma

Küçük “Şey”ler ve "Öğrenemeyen" Toplum


İş hayatında tekrar edilen “sihirli” bir tanım vardır: “Öğrenen orgazinasyon”. Şirketler hatalarından ders alır ve kendilerini düzeltir.  Yapılan iş süreci bir döngü ise “öğrenen organizasyon” hatalarını düzelterek bir üst seviyede işine devam eder. Gelişme ancak bu şekilde mümkün olur. Her zaman hata olacaktır ama organizasyon hatalarını saptayacak düzeni kurarsa ki bu kendi kendisiyle yüzleşme anlamına gelir o hataların bir daha tekrar edilmemesi için yeni kuralları koyarak yoluna devam eder.

Bu sistem toplumlara da uygulanmalıdır.

Beni böyle düşündüren olay tesadüfen karşıma çıktı. İnternette gezinirken bir video seyrettim.  Görüntüde bir kafe ve arka planda da park eden arabalar görünüyor. Sanki bir alışveriş merkezinin zemin katındaki açık otopark ile aynı seviyede olan  bir kafenin güvenlik kamerasından kayıt yapılmış.. Kafede birkaç masa dolu. Aniden otoparktan bir jeep hızla gelip kafeye giriyor. Birilerine çarparak duruyor. Kaza sonucunda 30 yaşlarında bir genç kadın jeepin altında kalarak ölüyor. Anlaşılan ve anlatılana göre otoparktan çıkmak üzere olan jeep’teki sürücü fren yerine gaza basıyor ve kazâ meydana geliyor. Kazâya neden olan sürücü 150 bin lira kefaletle tutuksuz yargılanıyor. Haberin geri kalan kısmında hikâyenin yürek yakan görüntüleri var. O görüntüler, ölen genç kadının 1-2 yaşlarındaki çocuğunun doğum gününden alınmış, karı koca geleceğin onlara ne getireceğini bilmeden hayata umutla gülümsüyorlar. Kazâ pek çok hayatı karartıyor.

Muhtemelen buna benzer kaza daha önce de başka bir yerlerde yaşanmıştır. Ders alınmamış ki tekrar etti. Toplum hatalarından ders almadı, ÖĞRENMEDİ. Zira  kafeyi otoparktan ayıran tel çit, çelik darbe önleyicileri konulmamış. Hoş konulsa,  görüntüsü sağlam gibi olup bir ufak darbede yerle bir olan çelik(!) darbe önleyiciler de bu ülkenin ürünü. Belki de otopark ile aynı seviyede kafe yapılmamalı.  Bizde yaşanan yaşanır geriye “hiç” kalır. Kafa aynı kafa.

Ülkemde yaşanan bu tür olaylara çok üzülüyorum. Her gün yeni bir gündemle uyanan ülkemde toplum hatalarından ders almıyor,  “öğrenmiyor”. Oysa ki “ufak şeyler”dir değişimi sağlayan. Biz galiba çok büyük(?) şeylerle uğraşmaktan ufak şeylere aldırmıyoruz ve kötü ediyoruz.

Melih Anık  

16 Mayıs 2013 Perşembe

Üstün Akmen’in Zorlama Açıklaması ve LİONS Tiyatro Ödülleri (2)


Biri bana “twitter”dan şöyle yazmış:
Sumru Yavrucuk'a olan anlaşılmaz meyliniz Üstün Akmen'in yazısını hiç anlamamanıza daha doğrusu anlamazlıktan gelmenize sebep olmuş.Özellikle görmezden gelinen iyi oyunculara da şans verilmek istenmiş. Sumru tek iyi oyuncu değil anlayacağınız. Bir tiyatrocu olarak bunu sizin daha iyi bilmeniz gerekirdi.”


11 Mayıs 2013 Cumartesi

Üstün Akmen’in Zorlama Açıklaması ve LİONS Tiyatro Ödülleri (1)


TEB’in mesaj adresinden gönderilen “Son günlerde bir sosyal ağ sitesinde ve bir gazetede tiyatro ödüllerinde ‘üç kurumun jüri başkanlığını yaptığı’ gerekçesiyle eleştirilen Birliğimiz başkanı Üstün Akmen'in yazılı açıklaması aşağıdaki linkte bilgilerinize sunulmuştur” mesajı ile  TEB Başkanı’nın Tiyatro Dünyası portalinde yayımlanan  “zorunlu açıklaması” duyurulmuş.

Her şeyden önce şu soruları sormamız gerekiyor:

TEB’nin portali varken açıklama neden Tiyatro Dünyası portalinde yayımlandı? Bu TEB Başkanı’nın kişisel konusudur denildiği için mi? TEB’in Başkanı’nın yaptıklarının hangisi kişisel hangisi kurumsal nasıl ayıracağız?

Eğer bu Üstün Akmen’i ilgilendiren “kişisel” bir konu ise TEB neden kendi mesaj adresinden duyurdu? Eğer bu kişisel bir konuysa mesajda niçin “Birliğimiz başkanı” ifadesi kullanıldı?

Bunlara “ayrıntı” derseniz, tiyatro camiasının neden “kurumsallaşamamasından” da yakınmamanız gerekiyor.

Mesajda kapalı geçen “sosyal ağ” twitter, “gazete” Birgün. Üstün Akmen’e yönlendirilen eleştiriler de  sadece “üç kurumun jüri başkanlığını yapması” ile sınırlı değil. Bu “üstü kapalı ifade”ler Üstün Akmen’in “zorunlu kaldığı açıklaması”nın içeriği kadar imalı ve kapalı. Hedef ortada, kim üstüne alırsa onun üstünde kalacak. Üstün Akmen’in jüri üyeliği kapsamında konuşanlardan biri olarak ben memnuniyetle bazı şeyleri üzerime almaya hazırım. “Bir olgunun aslını astarını bilmeden, araştırmadan soruşturmadan saldırıya geçmeyi ‘cahillikten kaynaklanan terbiyesizlik’ olarak değerlendiren Üstün Akmen’in kendisini ilgilendiren “olgu”ları bilip bilmediğini ortaya çıkarmak da görev oldu.

TEB adresinden gelen  mesajda Başkan’ın ‘üç kurumun jüri başkanlığını yaptığı  gerekçesiyle eleştirilen Birliğimiz başkanı Üstün Akmen'in yazılı açıklaması” deniyor ama “zorunlu açıklama” bu konuya kendince değiniyor. Üstün Akmen bize LİONS Ödül jürisindeki görevini anlatıyor,  “zorunlu kaldığı açıklama”sında diyor ki: “Lions üyeleri tarafından belirlenen aday listesini incelediğimizde Sadri Alışık jürisinde değerlendiremediğimiz ya da diğer ödül kurumu Afife’nin 33 kişilik seçici kurulu tarafından da görülmeyen/görülemeyen kimi oyuncu adaylarına haklarını bir nebze dahi olsa vermek olanağını yakaladığımız için Lions’un davetini sevinerek kabul ettik, nihai seçici kurulu böylece oluşturduk

Lafın özü şu: “Ödül(boncuk) vermek istediğimiz çok aday vardı, Lions listesi bizim gönlümüzdekilerle uyuştu biz de orada görev aldık. Zaten bu işi yapmak için yeterliyiz. Biz en az 60 oyun seyrettik.” Bu ifadeye aklıma gelen ilk tepki şu: “Sen süt annesi misin?”  Öyle ya sütün var diye sütü kesilen her annenin çocuğuna süt vermek zorunda mısın? Sütün düşündüğün kadar çok mu? Sütün her çocuğa yarar mı?

Bir zamanlar patronum olan Şarık Tara derdi ki “Ekipmanları çalıştırmak için ikinci, üçüncü vardiya yapın. Böylelikle onlardan daha çok yararlanırsınız.” Ekipmanların yıpranma süreleri kısalır ama amortisman süreleri aynı kalacağı için o sürede ekipman daha çok üretmiş olur. Eski  “Mali ve İdari İşler Müdürü”  olan Üstün Akmen ne dediğimi herkesten çok anlamıştır. Zaten bir yazıdan iki yazı çıkarma marifeti de vardır. Ama şunu o çok iyi biliyor ki tiyatro camiasında bu “işlemez” o da elinde “tuzluk” ya da “süt” her jüriyi tatlandırmak için koşar da kimse “bişeycikler” demez. Zaten tüm yaşananlar da bundan ileri gelir. Oyuncu ödül sever, ödülü vereni daha çok sever.

Bu noktada tuhaf bir şey de var. SAKM jürisinde aday belirlenen ama ödül alamayanlar ne olacak? Bir an için Üstün Akmen gibi düşünelim. Mantıklı olan,  ödülü veremediğin diğer adaylara ödül vermektir değil mi? Oysa LİONS önüne  farklı bir liste koyuyor. Üstün Akmen herkese boncuk dağıtmaya çalışıyor, “o adaylar da gönlümüzdeydi, SAKM ‘de değerlendirememiştik ama LİONS almış. Şimdi orada değerlendireceğiz.”  Bu düşünce biçimi sizi dördüncü jüriye götürür. Sonra beşinciye, altıncıya… Zira hep dışarıda bırakılmış birileri kalır. Oyunun kuralı,  seyrettikleriniz içinden ilk üçü seçmektir. Oysa “Üstün Akmen ve jüri ekibi” adayları üçten dörde, beşe,altıya çıkarıyor ve onların içinden  ikiyi seçiyor. Ayrıca ilk üçü siz belirlemişsiniz diğerini başkası. Nerede kaldı “seçmenin etiği”? Demokrasimizin gereği seçim sistemi de böyle ama kontrol edebildiğimiz alanlarda doğrusunu neden yapmıyoruz?

İki ödül arasındaki diğer farkları ve olası sonuçları ise gelecek yazımda anlatacağım.

Ben mühendislik okudum. Kafam değişik çalışıyor. Bana LİONS’dan böyle bir öneri gelse ne yapardım diye düşündüm.

Bir kere benim değerlendirmem seyrettiğim oyunların içinden seçtiğim adaylarla sınırlı olurdu.  Aday liste tüm listenin "mütemmim cüzü"dür(ayrılmaz parçasıdır). Kontrol etmediğim listenin sorumluluğuna atlamazdım. Belirlemediğim tüm listenin içinden seçilen adaylar beni tatmin etmezdi. İlk seçimimi açıklamışsam(içinde yer aldığım jürinin açıklanan listesi ‘benim’dir) Üstün Akmen gibi mazeret üretmezdim. Aslında ikinci bir jüride yer almazdım. Başkasının seçtiği adaylara oy vermezdim.

Hadi diyelim ki kıramadım, Lions’a dayanamadım “jüri başkanı” olmak hoşuma gitti (benim için geçerli değil ) Lions’a sorardım :  Yönergeniz ne? Nasıl seçim yaptınız? Oyun listesini nasıl belirlediniz? Aday listesi mi hazırladınız? O listeyi verir misiniz? Oylamaya katılanlar o listeden mi  seçti yoksa herkes kendi seyrettiğine, seçtiğine mi oy verdi? Kaç kişilik bir oylama yapıldı? Oylama sonucu çıkan ilk uzun liste sonucunda tüm sıralama nasıl çıktı? Son 3 aday nasıl belirlendi?  İnternet üzerinden mi oylama yapıldı?  Oylamanın güvenirliği nasıl sağlandı? Biraz daha ileri gider araştırırdım:  Lions geçen senelerde nasıl seçim yapmış? O seçimlerin sonucu ne kadar âdil ve yankısı ne olmuş?

Listeyi gördükten sonra  “en az 60 oyun seyretmiş” ekibimle değerlendirme yapar, ortaya çıkan durumu tartışır, fikir birliğine varmışsak seyretmediğimiz oyun var mı ona bakardım. Yâni önemli olan TÜM listeden yapılmış seçimdir. Çünkü bence “haysiyet”, önünüze konandan seçim yapmak değildir.

Bu soruları sadece kendimin değil jüri başkanı olarak ekibimin “haysiyeti” için de sorardım. Zira jüri başkanı aynı zamanda ekibin sorumluluğunu taşır, onlara kötü bir şey gelmesin diye uğraşır. Aslına “benim” değil “bizim” yıpranmamız üzerinde dururdum. 

Ben, “gerekçesiz iş yapmadım” diyen Üstün Akmen’den, herkesten “şeffaflık bekleyen” TEB Başkanı’ndan,  süreci,  Lions listesini anlatmasını, açıklamasını bekliyorum.Şimdi Üstün Akmen'in  Lions Ödül Jürisi Başkanı olması tüm soruları sorduğu ve de araştırma yaptığı anlamına gelir ve Akmen  o süreci açıklamak zorundadır.  Şu ana kadar sorduğum sorulara cevap vermeyen Üstün Akmen’in önüne  twitter’dan yazdığım ama cevapsız bıraktığı sorular, gelecek yazımda toplu halde çıkacak.  

Beni, ödül kurumunu ve ödül alacak sanatçıları yıpratacaklar da ne kazanacaklar” diyerek cepheyi genişletmeye çalışan Üstün Akmen bilmelidir ki benim mücadelem öncelikle tiyatronun haysiyeti içindir.

 Melih Anık  

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Kubilay Tunçer ile Twitter'da Konuşma- Otağ Keyfi Sendromu


Kubilya Tunçer ile twitter’da yazıştık.
Tunçer  “ödenekli tiyatrolar 12 ay tiyatro yapsın” düşüncesini  “kamusal bir görev.tabii ki 12 ay olmalı. hastane gibi,postane gibi” ifadeleri ile savundu.

Ben bu hedefin sorgulanması   ve pek çok hususta durumun incelenmesi gerektiğini söyledim.Yazdığım twitler şunlar:

 İşçi hakları,dünya örnekleri,sahne ve kadro sayısı ilişkisi, seyirci ilgisi vb açılardan konuyu düşünmüşsünüzdür. Paylaşır mısınız?

Yani önerinizin mutlaka bir işletme planı ve fizibilite etüdü vardır. Tabii ki hukuksal gerekçeler ve sınırlamalar da önemli.

Tiyatro dünyasının sezon açılma ve kapanma ritüellerini de unutmazsanız sevinirim.

Oyuncunun kendini yeniden şarj etmesi ve geliştirmesi de önemli bir faktör.Düşüncelerinizi yazılı olarak paylaşmanız yararlı olur.

Görev tek taraflı bir yükümlülük değil. Görevi verenin yükümlülükleri ne olacak?

Tiyatrocunun grev hakkı olacak mı? Oyun seçebilecek mi? Görüşüne uygun olmayan oyunu reddedebilecek mi?

Yoksa ödenekli tiyatro askerlik gibi mi olacak?

Bence bu kadar kesin konuşmadan düşüncelerinizi etraflıca yazsanız iyi olmaz mı?

Tiyatrocu doktor, hemşire, posta memuru değil.

Tiyatronun açık kalması ile tiyatrocunun çalışması ilintili ama farklı konular:

Güzel bir konu. Kamu tiyatroları özelleştirilirken seyirciye sorulsun mu? İzleyici hakkı kapsamında?

Öyle mi anladınız? Hayır ama farklı.  Tiyatro da hastane ya da  PTT değil .

Aynı soruyu ayrıntılı düşünmek gerek. önerinizi yerine getirmek için başka konularda  ne yapmak gerekecek?

12 ay tiyatro yapılsın ama NASIL? Sizin bunu ayrıntılı anlatmanızı istiyorum ben.

Yapılacaksa ne pahasına? Seyirci var mı? Masraflar nasıl karşılanacak? Gelir gider nasıl olmalı?

7 ayın düzenlenmesinden memnun musunuz? 

Ortaya attığım hususlar incelenmeden karar verilemez

Sanıyorum tiyatro somut konuşulmuyor.Dedikodu, kişisel yorum vb şeylerle karar veriliyor.Oysa tiyatro bir endüstri

İşte soru bu? NASIL kapanmasın? Oyuncu bu işin bir ögesi. Ekonomisini, sosyal etkileri düşünmek gerek.

Benim özellikle tiyatro dünyasında tanık olduğum(maalesef iş hayatı da bundan farklı değildi) husus ifade edilen düşüncelerin niyet olarak kaldığı ama sağlam dayanaklarının olmadığı yolunda. “Ödenekli tiyatrolar 12 ay tiyatro yapmalı” önerisinin sosyo-ekonomik incelemesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Öte yandan politik olarak inanılan şeyler var. “Ödenekli tiyatrolarda çalışanlar yatıyor” inancının sağlam rakamlarla anlatılmış bir raporunu görmedim. Bu inanç seviyesinde tekrar edilen bir siyasal bir söylem. Mevcudun düzeltilmesi için tiyatro dünyasının birlikte oluşturduğu bir çözüm önerisi de yok. Mevcudun düzeltilmesi mi yoksa yıkılıp yeniden yapılması mı gerekiyor incelenmemiş. Herkes konuşuyor ama elde bir şey yok. Herkes bir şeye inanmış ama inanılan şeyin raporu yok.

Galiba iş hayatında tekrar ettiğimiz bir ifadeyi tekrar etmem gerekiyor:  “Otağ keyfi sendromu” Keyifli bir yemek üzerine son derece konforlu bir otağ içinde divan şiltelerine oturulmuş kahveler içilirken memleketi kurtarma konuşmaları yapılıyor. Herkes aklına geleni “üfürüyor”. Üzerinde daha önceden düşünülmemiş konularda çözüm önerileri oracıkta öneriliyor. O gecenin sabahında hiçbir şey düzelmemiş olarak herkes yeni bir geceye kadar aynı kalacak. Düşünceler  çadırın içindeki havaya karışacak sonra da uçup gidecek.

Herkes “üfürürken” biraz düşünsün. Düşüncelerini de yazsın. Ortaya atılan şeyin, önceden düşünülmüş olduğunu anlayalım.   Bu kadar zor mu?

Melih Anık