13 Mayıs 2012 Pazar

Tiyatronun ‘ÇETE’leri


Bazen bir oyunu aramak bazen tiyatro raflarını karıştırmak için sahafları dolaşıyorum. Bugün gene sahafları dolaştım. Milli Eğitim Bakanlığı Modern Tiyatro Eserleri Serisi’den üç kitap aldım. Jean Anouilh’in Vahşi Kız(Çevirenler Oktay Akbal, Salâh Birsel); Fortunat  Strowsky’nin Tiyatro ve Bizler(Çeviren Sabri Esat Siyavuşgil);  J.Cocteau’nun İnsan Sesi(Çeviren İ.Galip Arcan). Üzerlerinde romen rakamıyla MCML,MCMXLVI ve MCMXL tarihleri atılmış yani 1950,1946 ve 1940.

Bu yazıyı yazmamın nedeni tiyatro edebiyatımızda tercümeleri kimler yaptı diye aklıma takılan bir soru. Eve gelir gelmez kütüphanemi karıştırdım.

Shakespeare tercümelerini yapanlar: Orhan Burian, Halide Edip Adıvar, Vahit Turhan, Sabahattin Eyüboğlu, Mina Urgan, Bülent Bozkurt, Özdemir Nutku, Can Yücel, Ali H.Neyzi(/Mina Urgan), Hamdi Koç, Talat Sait Halman, Berna Moran, Nureddin Sevin, Saffet Korkut, Hâmit Dereli, Avni Givda, Haldun Derin

Moliere tercümelerini yapanlar: Bedrettin Tuncel, Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Veli Kanık, İ.Galip Arcan, H.Fahri Ozansoy, Erol Güney, Melih Cevdet Anday, Azra Erhat, Oktay Rıfat.

1940’lı yıllarda Strindberg’i Süleyman Tamer(Devlet konservatuvarı sanatçısı), Lessing’i DTCF doçentlerinden Melâhat Özgü, Büchner’i DTCF doçentlerinden Pertev Naili Boratav, Goethe’yi Çanakkale Mebusu Salâhattin Batu, Plautus’u Nurullah Ataç , Eliot’u Bülent Ecevit çevirmiş.

Sonraki yıllarda Shaw’u, Kafka’yı Sevgi Sanlı; Anouilh’i Cahit Külebi, İonesco’yu Fikret Adil,Gogol’ü Cemal Süreya, Tarideu’yu Yıldırım Keskin, Sahneye Koyma Sanatı’nı Suat Taşer, A.Miller’i Ülkü Tamer’in  Türkçesi ile okumuşuz. Brecht’i Yücel Erten, Ahmet Cemal, Yılmaz Onay dilimize kazandırmış.

Elbette onlarca başka isim var. Ama benim çok kısıtlı listemdeki isimlere bile  bakınca “ortak” bir payda görmek mümkün. Yaklaşık 70 yıllık tarihimizde tiyatroyu, edebiyatımızı zenginleştiren bu çevirmenleri hatırlayınca ne düşünürsünüz acaba?  Bu insanlara zorla çeviri yaptırılmış değildir herhalde. Onlar inandıkları, istedikleri ve sevdikleri için bu işi yapmışlardır. Bir an için o dönemlerde geçerli olan siyasal güç bu insanları seçmiş ve görevlendirmiş desek haklı olur muyuz? Kendi aklıyla yaşamayı seçmiş bu insanlara ayıp etmiş olmaz mıyız? Tiyatronun değerini, önemini  ve dünyadaki gelişmesini bilip Türk halkının aydınlanmasına katkı yapan bu yazarlar  tiyatro tarihinin önemli eserlerini çevirerek  tanıtmışlar ve bir tiyatro repertuvarının oluşmasını sağlamışlardır. Onlar geleceği de etkilemiş, çevirdiklerini okuyanlar arasından yeni tiyatro yazarları, oyuncular, yönetmenler çıkmış; tiyatro dünyamızın itici gücü olmuştur.(Araya karışan ayrık otları da bahçenin içinde eriyip gitmiştir, gidecektir.)

Böyle baktığınızda “tiyatroyu istila ve işgal eden çeteciler” dendiğinde durup yukarıdaki isimleri düşünmez misiniz? “Bizi aralarına almıyorlar” diyenlere tiyatroyu sahiplenmek, ona ortak olabilmek için önce ona katkıda bulunmak gerektiğini hatırlatmaz mısınız? 

Toplumun aydınlamasına yapılan katkıların karşılığını henüz ödenmemişken “paranı ben ödüyorum” demek kimin hakkıdır?  “Parayı veren düdüğü çalar” diyenlere onlar da “paran senin olsun, eserlerimi topluyorum” dese? 

Melih Anık

12 Mayıs 2012 Cumartesi

İKSV’nin İşleri


Dün Sıraselviler’de Tiyatro Pera’nın önünden geçtim. İçeri girip İKSV Tiyatro Festivali ile ilgili bir broşür var mı diye bakayım dedim. Salonda gördüğüm hareketlilik 7.Pera Piyano Festivali’ne aitmiş. Bir standın üstünde Tiyatro Pera’nın oyun broşürleri vardı. Kapının önündeki kendi oyunlarına ait oyun afişinden başka İKSV Tiyatro Festivali’ne ait “bir şey” de yoktu Tiyatro Pera’da.  

Bugün gazetelerde oyunun ilânlarını gördüm. “İlk oyun ‘Uluslar arası İstanbul Tiyatro festivali’nde” yazıyordu. İKSV ile ilgisi ise “Biletler İKSV Gişesi’nde” ibaresinde kalmıştı.Ortak yapımcı”sı olduğu bir oyunun  “bilet gişesi”  bile olmak İKSV’ye yetiyor herhalde. İlânda İKSV Gişesi’nin nerede olduğu da belirtilmiyor. Hadi İKSV Tiyatro Festivali’ne katılan mekânların  kapısına bilet satış noktası koymanın maliyetli bir iş olduğunu(o bile tartışılır) anladım da broşür koymak ve satmak da mı zor?

Bilindiği gibi İKSV “Tiyatro Festivali bu yıl bir ilke imza atarak dört yerli projeye ortak yapımcı olarak destek veriyor.”  Tiyatro Pera’nın  “Ah Smyram’m, Güzel İzmir’im” isimli oyun da ortak yapımlardan biri. Mekân da İKSV Tiyatro Festivali’nin mekânlarından biri. Kapısında festivali hatırlatan bayrak, flama benzeri bir şeyler de yok. Zira İKSV konu tiyatro olunca coşku yaşamıyor.

İKSV önceki bienallerden birinde performans merkezlerinden biri olan Yerebatan Sarnıcı kapısında bilet satmıyor;  içeri girmek isteyenler kapısına kadar geldikleri mekâna giremiyor; girmek için bilet alabilecekleri en yakın yer olan Tophane-i Amire’ye kadar gitmeleri gerekiyordu. Sultanahmet Meydanı’nın ne kadar turistik bir yer olduğunu hatırlatmam gereksiz değil mi!  

İKSV, “özel” bir kurum. “Özel” bir yönetim anlayışı var mı?

Melih Anık 

10 Mayıs 2012 Perşembe

Hazır Oyuna İhale Yapmak : Hasan Ağa’nın Karısı(İBB Kültür A.Ş.)


http://www.tiyatrodergisi.com.tr/detay.php?hng=2589 adresinde 1 Aralık 2010 tarihli aşağıdaki haber önüme çıktı:

“İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.’ye bağlı olarak tiyatro alanında eğitim çalışmaları yürüten Gösteri Sanatları Merkezi (GSM), 2011 yılı içerisinde sahnelemeyi planladığı Lyubomir Simoviç’in yazdığı, Bilge Emin’in dilimize çevirdiği Hasan Ağa’nın Karısı adlı oyunun çalışmalarına başladı. Dünyaca ünlü yönetmen Rahim Burhan’ın kast çalışmaları ile başlayan hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyor. Bu kapsamda 1 Aralık Çarşamba günü oyunun yönetmeni Rahim Burhan’ın katılımıyla oyuncu seçmesi gerçekleştirilecek. Ümraniye Atakent Kültür Merkezi’nde üniversite ya da konservatuarların tiyatro bölümünden mezun 25-40 yaş arası kadın ya da erkek oyuncular arasından oyuncular seçilecek. İlgilenenler Gösteri Sanatları Merkezi’nden (0212.521 55 67-4 ya da 0533 496 33 99) bilgi alabilir.(Haber Giriş Tarihi: 01 Aralık 2010)”

Aynı duyuruyu dramaturg Doğan Korkmaz facebook’daki sayfasında 29 Kasım 2010’da yayımlamış:

“İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş’nin yapımcılığını üstleneceği, Rahim Burhan’ın sahneye koyacağı Hasan Ağa’nın Karısı isimli oyun için üniversitelerin ve/veya konservatuarların tiyatro bölümünden mezun 25-40 yaş arası kadın ve erkek oyuncular aranmaktadır. İlgilenenlerin aşağıdaki telefon numarasından irtibat kurup randevu aldıktan sonra 1 Aralık 2010 Çarşamba günü saat: 11:00 - 18:00 arası Ümraniye Atakent Kültür Merkezi’nde hazır olmaları gerekmektedir. İrtibat Tel: 0533 496 33 99”

Bu haberlerdeki birkaç noktaya dikkat çekmek isterim.
1.“İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.’ye bağlı olarak tiyatro alanında eğitim çalışmaları yürüten Gösteri Sanatları Merkezi (GSM)” deniyor.
 Telefon numarasına bakarak bu haberde adı geçen GSM’nin Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi olduğu anlaşılıyor. Demek ki devlet eliyle tiyatro kursları açılıyor ve oyuncu yetiştiriliyor. Sanıyorum pek çok belediye kendi kültür merkezinde bu tür hizmetleri veriyor. Madem aynı amaçla kurulmuş devlet üniversiteleri ve özel okullar var devletin ayrıca bu işi yapmasına ne gerek var diye sorasım geliyor.(Ben karşı değilim ama)

2. Doğan Korkmaz’ın haberine göre İBB Kültür A.Ş., Hasan Ağa’nın Karısı oyununun YAPIMCILIĞINI üstlenecekmiş. İBBŞT var ama İBB’nin bir başka kurumu, tiyatro “yapımcı”sı  olmaya kalkmış.

3.  “2011 yılı içerisinde sahnelemeyi planladığı Lyubomir Simoviç’in yazdığı, Bilge Emin’in dilimize çevirdiği Hasan Ağa’nın Karısı adlı oyunun çalışmalarına başladı.”
Haberin giriş tarihi 1 Aralık 2010. O tarihte 2011 yılı için sahnelenmek üzere Hasan Ağa’nın Karısı isimli oyunla ilgili çalışmalar başlamış. Doğan Korkmaz da bu haberi doğruluyor. Oyun 2012 yılında “100 Oyun” kapsamında sahneleniyor. Yani oyun 2010’da planlanmış, oyuncu seçimleri yapılmış; 2012 Ocak ayında ihaleye çıkmış. Bu görünüşe göre oyunun provası 2 yıl sürmüş; oyun hazırmış da ihalesi sonradan yapılmış. ( http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Lists/Ihaleler/DispForm.aspx?ID=10217)

 4.  Süreç içinde tiyatro eğitiminin bir parçası olan oyun, profesyonel bir iş haline geliyor. Dışardan oyuncu aranıyor. “Dünyaca ünlü yönetmen” kast çalışması yapıyorsa bu, oyun ile “eğitim”den daha fazlasının amaçlandığını düşündürtmez mi?

5. Sanıyorum o tarihlerde Harput'ta Bir Amerikalı ve Bir Adam yaratmak gündemde değil. Sonradan 3 oyun 100 seans(100 Oyun?) projesi oluşturuluyor. Bu kervanın yolda düzülmesini hatırlatıyor. 

6.  İBB'nin bu işleri yaparken İBBŞT'dan yardım alması, iş birliği yapması bana çok rasyonel bir davranış olurdu gibi geliyor da böyle bir ortak çalışmanın yapılmamış olduğu görünüyor. Belki de bazı İBBŞT(DT) oyuncuları kişisel olarak seçildi ve onlardan hizmet alındı. Oysa İstanbul'daki belediyelere bağlı tüm kültür merkezleri'ndeki tiyatro çalışmalarının organizesinin ve yönetilmesinin İBBŞT tarafından yapılması doğru ve akılcı olmaz mı(idi)?

7. İBB Kültür A.Ş.'nin yaptığı bu organizasyon devletin kültür merkezleri yoluyla tiyatro yapmasına bir model olarak alınmış olabilir mi acaba? Bana bu yapılan bir "prova" gibi gözüktü.(Ama kötü bir prova! Zira 3 oyun organizasyonu, görülmesi gerekenleri göstermez.) Bu şekilde İBBŞT'na ayrılan bütçe kültür merkezleri eliyle kullandırılacaktır. Ama unutulmasın ki faaliyeti sürekli ayakta ve hayatta tutabilmenin ve de tiyatronun toplumsal işlevine uygun olarak yapabilmenin yolu yeni bir İBBŞT kurmaktır. İhtiyaçlar bunu zorlayacaktır, ismi konmasa da o yapı yeniden var edilecektir. O nedenle ilerde başa dönmeden bugünkü durumu yeniden gözden geçirmek ve aksıyan yönleri düzeltmeye çalışmak en akıllı yol olacaktır. 98 yıllık bir kurumu yıkmanın vebali yaşanmamış olacaktır.

8. Tiyatronun özelleştirilmesi için ön hazırlıkların daha önceden başlamış olduğunu şimdi anlıyorum. Tiyatrocularımız tüm bu gelişmelerden habersiz miydi acaba? Haberleri yoksa da varsa da tiyatrocularımızın gelişmeleri ön görememiş ya da yönlendirememiş olmalarını hayretle karşıladığımı belirtmek isterim. 

“Tiyatroda özelleştirme” konuşulurken mevcut durumun bilinmesi ve konunun tüm ayrıntıları ile geniş bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerekiyor.

Melih Anık

4 Mayıs 2012 Cuma

Nâzım - Necip Fazıl Terazisi


Necip Fazıl’ın Bir Adam yaratmak isimli oyununu ortaokul yıllarımda okudum, 13-14 yaşlarımda. Dayımın bana miras kalan kütüphanesinde duran kitaplardan biriydi. Sabahattin Ali’nin Kağnı’sını da aynı yıllarda okudum aynı kütüphaneden seçerek.  Reşat Nuri, Esat Mahmut , Aka Gündüz, Ömer Seyfettin, Halide Edip, Halit Ziya, Peyami Safa, Refik Halit, Yakup Kadri’nin eserlerini tanımam o yıllardandır. Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Faruk Nafiz, Mehmet Akif, Tevfik Fikret, Orhan Şaik, Ziya Osman  çocuk yaşlarımda okuduğum şairlerdi.  Şanslı bir gençtim galiba, ortaokul ve lisedeki edebiyat öğretmenlerimin  (Tayyar Bey, Semahat ve Sabahat Hanım’lar) de katkılarıyla bilgi ve zevkimi pekiştirdim, Divan ve Halk edebiyatımızdan zevk almasını öğrendim.  Lisede her hafta bir konu üzerine münazara yapardık. Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, Montaigne, Francis Bacon o yıllardan aklımda kaldı. Shakespeare’i orta okul yıllarımda seyrettim, okudum. Tiyatro merakım da edebiyattan beslendi. İlk okuldan itibaren Türk ve Dünya tiyatrosunu tanımaya başladım.

Lise yıllarımda oyun oynamak için öğretmenime Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak isimli eserini götürmüştüm. Anlamını sonradan çıkardım onun manalı bakışının ve “olmaz” deyişinin. Ama o yıllarda Nâzım Hikmet şiirleri de açıkta okunmazdı.  Yani ta o zamandan beri var bu “Nâzım- Necip Fazıl Terazisi”. Şimdi gene ortaya çıktı. Aslında sorun o değil ki. Bence gençler önce Türk Edebiyatı’nı öğrenmeli, okumalı. Peki nasıl olacak bu? Eğitim onlara neyi nasıl ve ne kadar okutuyor?  O zevki verecek öğretmenler ne kadar serbest ve sayıca ne kadar? O kitapları anlaması için karşılaştırmalı kitapları kim basacak? Çoğu kitap piyasada yok. Mirasçılarının maddi tercihlerine terk edilmiş ve tv dizileri ile ruhu koparılmış eserleri sermayenin arsızlığına karşı kim “muhafaza” ediyor? Son örnek Kurt Kanunu'nu TRT'de seyrettiniz mi, bırakın özel kanalları? 


Lise yıllarımda mantık, felsefe, psikoloji ve sosyoloji dersleri okutulurdu.

Bana kalırsa muhafazakâr tiyatro üzerinden kopartılan, fırtına bile sayılmaz. Zira çocukluktan itibaren sağlam bir eğitimden geçmeyen, Nâzım seyretse ne olur Necip Fazıl seyretse ne!

Melih Anık