20 Mart 2012 Salı

"Atatürk’ün Ülkesinde Bir Hukuk Hocası" Ernst E.Hirsch

 Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’nın talebi üzerine Profesör Malche(Cenevre) tarafından hazırlanan bir reform planı uyarınca İstanbul Üniversitesi’nde reorganizasyon çalışmalarına başlanır.(1933)


1933 yılında Darülfünun'un kapatılması ve İstanbul Üniversitesi adında yeni bir kurumun kurulmasını öngören bir kanun çıkarılır. (İstanbul Üniversitesi'ni Fatih Sultan Mehmet'e kadar götürenlere duyurulur) 

Profesör Malche raporunun sonunda “meselenin üniversite kavramı altında işi sadece bilgi dağıtmak olan kurumlar anlaşılmasının yanlışlığında yattığını, üniversite denince akla bilimsel düşünce metodunu öğreten bir kurumun gelmesi gerektiğini bildirdi.”

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip “Üniversite her şeyden önce spekülatif düşüncenin odak noktası ve kaynağıdır” demiştir.

Bu kapsamda Türkiye’ye gelen Ernst E.Hirsch Anılarım isimli kitabının (Tubitak) “Atatürk’ün Ülkesinde Bir Hukuk Hocası” başlıklı bölümünde yaşadıklarını anlatmıştır. Profesör Hirsch, 1933-1943 arasında İstanbul Hukuk Fakültesi’nde, 1943-1952 yılları arasında Ankara Hukuk Fakültesi’nde çalışmıştır.

Profesör Hirsch, “1933 yılında hâkim olan ilke, meslek yüksek okulu değil, Türkiye’de Batı Avrupa Üniversitelerinin ayarında, gerçeği araştıran ve derinleştiren, bilgiyi toplayan, düzenleyen, çoğaltan ve yayan bir bilim yuvası niteliğinde bir bilim kurumu kurmaktı” diyor.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, yabancı öğretim üyelerini seçerken şu hususlara dikkat etmiş:
Profesörler kendi alanlarında “isim sahibi” olmalı; yalnızca öğretim ve araştırma değil, mesleği icra edenler için bir takım yetiştirme kursları düzenlenmesi ve kamuya ait çeşitli eğitici faaliyetlerin sürdürülmesi yükümlülüğü taşımalı.


Profesörlerle 5 yıllık sözleşme imzalanmış ve üçüncü yıldan sonra derslerini Türkçe olarak vermek için elinden geleni yapmakla yükümlü olması şartı getirilmiş.


Ernst E.Hirsh “Üstelik şartlar o günkü duruma göre iyiden de üstündü ve kısa süre içinde hem ailem,hem de kendim için garantili bir gelir sağlıyordu” diyor. Seyahat masrafları ve bilimsel malzemenin özellikle bilimsel özel kitaplıkların nakil masrafları da tam olarak ödenecekmiş.

1933 ve 2012… Nereden nereye…

Profesör Hirsch’in Türkiye anıları ilginç.. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu hatırlamak isteyenler için önemli.

Atatürk’ün Türkiye misyonu ve vizyonunu bugünden bakarak "kendilerince" anlatmaya çabalayanlar ve etiketleyenler için de “ders” niteliğinde. 

Melih Anık

18 Mart 2012 Pazar

Fasit Daire..

A - 4+3+3'e neden karşısın?
B - Sen neden 4+2+4'e karşı olduğunu söylersen söylerim.
A - Ben 4+2+4'e karşı mıyım?
B - Değil misin?
A - Konuyla ilgisi ne?
B - Sen önce söyle, ben sana konuyla ilgisini anlatırım.
A - Sen 4+3+3'e karşı değil misin?
B - Sen bunu mu anladın?
A - Söylerim dedin ya!
B - Bu o mu demek?
A - Değil mi?
B - Hep böyle yapıyorsun!
A - Ben mi?
B - Sen!
A - Seninle konuşulmaz!
B - Seninle de..



Melih Anık

17 Mart 2012 Cumartesi

Toplum Mühendisliği ve Murat Belge

Murat Belge, Taraf gazetesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kendi penceresinden bakıyor. Konu ile ilgili önce “A’dan Z’ye” arkasından “Toplumu Dönüştürmek” başlıklı iki yazı yazdı.(16 -17 Mart 2012)

İlk yazısının ilk cümlesi şu:  “Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda toplumu “A’dan Z’ye değiştirmek” gibi bir misyon vardı, “proje” vardı.” İkinci yazısının ilk cümlesi de şu:  “Dün, toplumu “A’dan Z’ye” dönüştürme projesinden söz ediyordum. Yani, Türkiye’nin geçmişini özetleyen “toplum mühendisliği” projesinden.”

"Misyon" kısaca kurumun “varlık nedeni”dir, “görev” değildir, süreklilik arz eder. “Vizyon” ve “strateji” ile birlikte konuşulur. (http://www.kobifinans.com.tr/tr/bilgi_merkezi/020602/510)

 “Proje, bir probleme çözüm bulma ya da beliren bir fırsatı değerlendirmeye yönelik, bir ekibin, başlangıcı ve bitişi belirli bir süre ve sınırlı bir finansman dahilinde, birtakım kaynaklar kullanarak, müşteri memnuniyetini ve kaliteyi gözönünde bulundururken olası riskleri yönetmek şartıyla, tanımlanmış bir kapsama uygun amaç ve hedefler doğrultusunda özgün bir planı başlatma, yürütme, kontrol etme ve sonuca bağlama sürecidir. Projeler, operasyonlara kıyasla farklıdır. Operasyonlar, devamlı yapılagelen ve pek değişmeyen çalışmalardır. Sonuçları pek değişmez. Projeler geçici olup bir kereye mahsus sonuçlar verirler ve tamamlanınca biterler.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Proje)

Murat Belge daha en başta “misyon” ile “proje”yi aynı anlamda kullanarak hata ediyor. Ayrıca bir ülke kuruluşu için “şirket” terminolojisi kullanıyor ki bu büyük bir yanlış. Zira bir ülkenin kuruluşu başı sonu belli olan bir “proje” değil süreklilik arz eden eylemler bütünüdür, bir “süreç”tir.

 “Kendi hesabına hoşlanmadığı” “toplum mühendisliği projesi” olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu anlatmaya çalışması ise Murat belge’nin en büyük çelişkisi. Zira o da biliyor ki öngörülen hedeflerine rağmen dalgalı deniz olan “toplum” ile kuralları belli “mühendisliği” aynı ifade içinde yan yana getirmek, “proje” olarak adlandırmak ve anlamlı bir sonuç çıkarmak olanaklı değil.

“A’dan Z’ye değiştirmek” bu nedenle “misyon” olamaz, olsa olsa “strateji’nin bir parçası olur.  Bu vesile ile hatırlamak gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti “uluslaşma”  “misyon”u üzerine inşa edilmiştir.

Melih Anık

16 Mart 2012 Cuma

Okuduklarımdan : Orhan Kemal-Notlar Sanat ve Edebiyat 1

“Şan ve şeref verirken miskalle tartmamışsak eleştirirken de miskalle tartmak zorunda değiliz.”

“Bu kılıf işi o kadar nankördür ki çok uygunu bile çok uygun olduğu için şüphe uyandırır”

“örtbas etmeyi, …modern dünyada kendi avanaklığımız, çıkarlarımız, korkaklıklarımızla sınırlayabiliriz sanmak nasıl bir amansızlığa –çirkefe- düşmektir.”

“..insanoğlunun salt kendi işlediği marifetlerden değil, yüzlerce yıl sonra yaşayacak, tamamiyle yabancı birinin aklından geçireceklerinden de sorumlu olabileceğini anlatmaya çalıştım”

“Köpoğlu köpeklerin hoşça vakit geçirmeleri, körpe kızların heyecanlanmaları, şimdiye kadar öğrendikleriyle ölmeye karar vermişlerin doğru bildiklerini yeniden tastikliyerek onları ucuza sevindirmek, güvendirmek için yazmıyorum”

“Bir toplum kimi dönemlerde ezici yüzdesiyle enayilik, hainlik, sefillik edebilir(Söz gelimi Alman toplumu 1933 ile 1945 arasında böyle olmuştur.) Böyle toplumların tarih içinde toptan rezil olmamaları için içlerinden birkaç kişinin gerçeği görmeleri, görmekle yetinmeyip bunu açıklamaları şarttır.Bu şart yerine gelirse o toplum, toplum olarak tarihçe toptan suçlanmak tehlikesinden kurtulur.”

“Romanın ana meselelerini konuşurken Don Kişot’u, Robenson’u, Manon Lescaut’yu, Ölü Canlar’ı, Kırmızı Kara’yı, Parma Manastırı’nı, Madam Bovary’yi Dostoyevsky’nin, Balzac’ın,Faulkner’in romanlarını göz önüne alıyorum. Biraz da Kafka’yı, Camus’yu düşünüyorum. Bunların dışında kalanlar diye sorularsa derim ki: “Tolstoy’un, Dickens’in, Zola’nın yazdıkları yukarıdakiler ayarında büyük romancıların yetişmeleri bakımından değil, sadece onlara lâyık okuyucular yetiştirmek bakımından yardımcı eserlerdir.”

“Evet insan dramı ancak insanın kapana kısıldığı yerde vardır. Buradaki kısılmışlık insanın dış itilmelerle yakalandığı bir tuzak değildir. Daha çok kendi kişiliğindeki özelliklerle gelip girdiği bir kapandır.”

Melih Anık

Orhan Kemal-Notlar Sanat ve Edebiyat  1- Bağlam Yayıncılık 1989

15 Mart 2012 Perşembe

"Street Art Utopia"dan Tiyatroya



Facebook'da "Street Art Utopia"' isimli, severek takip ettiğim bir sayfa var. İsminden de anlaşılacağı gibi sokak sanatına dair çalışmalar yer almakta. Resimlere baktığım her defa o resimlerin gerçeklerini göreceğim sokaklarda yürümeyi hayal ediyorum. O şehirlerde yaşamak istiyorum. Şehrin değişik köşelerinde şaşırtan, gülümseten, düşündüren bir şeyleri sunan sanatçıların yaratıcılıklarına saygı duyuyorum. Hayatın güzelleşmesine dair yaptıkları katkının önemli olduğunu hissediyorum. Çoğunun arkasında bir hayat felsefesi var. Yani onlar sokağın filozofları bana göre.En çok beğendiklerim ise bakış açısı ile değişen duvarlar, yollar, merdivenler.
Yukarıdaki resim onlardan biri. Sıvası dökülmüş bir duvara çizilen bir kuş ve onun yemi olmamak için kaçan insan. Resim bir köşeye çizilmiş. Bu onu daha anlamlı kılıyor, köşede devam eden bir takibin "merak"ını veriyor. Sıvası dökülmüş duvarda o resmi yaratabilmek ise bambaşka bir tasarım, en umutsuz görünen durumdan bile anlamlı bir şeyler çıkabileceğinin umudunu taşıyor. Ayrıca sıvasız duvar ve kaçan insana açılan kapıdan çıkan "umutsuz bir umut" var. Yeter ki onu "görme"sini bilin. Elbette o duvara bakan pek çok kişi başka başka tasarımlar yaratabilir, yorumlar yapabilir.
Doğaldır ki bu düşünce tiyatro için bana ilham veriyor. Tiyatroda metin, farklı bakış açısı ile yorumlanabilecek bir köşedeki sıvasız duvardır. Asıl mesele tiyatrocunun köşeye ve sıvasız duvara nasıl bir anlam katacağıdır. Tiyatrocunun sıvasız duvara kendi sıvasını çekerek düzeltmesini sevmiyorum. Bazıları daha da ileri giderek köşeyi düzlem haline getirmeye çalışıyor. Tüm bunlar onların "yorumladık" diyerek, seçtikleri metni bozdukları anlamına geliyor. Önemli olan sıvasız duvarı yeniden okuyabilmektir, onu kendimize göre yeniden sıvamak ve "boyamak" değil. O köşe ve sıvasız duvardan hoşnut değilseniz kendi köşenizi ve sıvasız duvarınızı inşa edeceksiniz yani kendi metninizi yazacaksınız. Ama o noktada da soru şu: Hangi şehrin hangi sokağında?

Melih Anık





10 Mart 2012 Cumartesi

“Entelijensiya Kırıcısı” “İşe Çıkmış” "TEB"i Açmış

“Entelijensiya kırıcısı”, “sayı”lı eleştirmen, “theatre critic” gene “işe çıkmış” ve “TEB”i açmış, “Tiyatro Eleştirmeleri Yığını”, “Tiyatro Eleştirmenleri Safsatası(pardon birliği)” diye “sallamış”. Böyle yaparak “eleştiremediğini”  de “göstermiş”.

Beğenmediği bir kurumu eleştirmek ile o kurumun içindeki insanları “yığın”ın bir parçası haline getirerek hakaret etmek apayrı şeylerdir, kendinizi tanımladığınız bir mesleğin birliğine “safsata” diyebilmek de tarifi zor bir “izansızlık”.

Yerleşik algıları kırmak “fındık kırmaya” benzemez.  “Sayıyla”,  “sayılmaz” hiç kimse.  “Adam” gibi yapamazsanız,  “tehlike”nin karşılığı olur “critic”.

Elbise değildir içindekidir elbiseye değeri veren. Verdiğiniz isimler değil o ismi taşıyandır önemli olan.  Tahtta oturan değil tahtı taşıyandır suçlu!

“Gel beni seyret” diyenler! Bir daha düşünün kimi “davet” edeceğinizi ! Kimden medet umduğunuzu!


Ya "yan yana" yazanlar? Hele TEB üyeleri? 

Melih Anık