31 Aralık 2013 Salı

"Bir Tiyatrocunun Mesajına Cevap"tan Alıntı ve Eleştiri

Hakkımda "Genellikle yazdığı eleştirilerle değil, polemiğe girdiği veya saldırdığı kişilerle hatırlanan blog yazarı. Gittiği tiyatrolarda da her daim özel muamele göstermek ister" mealinde görüşler olduğunu duyuyorum..

Hiçbir kimseyle "çanak tutulmazsa" "polemiğe" girmiyorum. Bu bazılarınca "saldırı" olarak anlaşılıyor ama "başlatan" ben değilim. Yanlış gördüğüm bir husus üzerine görüşlerimi belirtiyorum. Yazımı kurgularken başkalarından gelecek soruları kendime sormuş ve cevapları zihnimde hazırlamışımdır. Bu zamanla tiyatro camiasını tanımaklığımdan kaynaklanıyor.  Beni yanıltan bir karşı görüş almadım bugüne kadar. Bu nedenle cevap veren, "twit yazan" cevap vereceğimi bilmeli. Bu tür polemiklerin "derinleşemediğini" görüyorum. Sığ sularda yüzmek zorunda kalıyoruz yani. Yazıma itiraz edenin soluğu yetmiyor genellikle. Yazıları okuyan az. Genellikle kendi ismini gördükleri yazıları okuduğundan, tiyatro camiası pek çok olaydan habersiz. Pek çoğu sessiz kalmayı, "arasını bozmamayı" tercih ediyor. Zira işin ucu "ödüle" çıkıyor.

Ama gene de bugüne kadar yazığım yazılar içinde "polemik" yazılarının yüzde beşten fazla olmadığını belirtmem gerekir. 

Tiyatroda "özel muamele görmek"ten ne kastedildiğini bilmiyorum. Davetiye beklemiyorum. Özel koltuk istemiyorum. Kapıda karşılanmak istemiyorum. Oyuncunun dikkatini dağıtmamak için not tutuşumu saklama amacıyla zorunlu kalmadıkça birinci sırada oturmak istemiyorum. Aşağıda verdiğim alıntıdan "özel muamele"nin ne olduğu anlaşılacaktır sanırım.

Son günlerde samimi bir mesaj yazarak beni eleştiren bir oyuncuya yazdığım mesajın bir bölümünü yukarıda anlatılanlara ve de genel bakışıma ilişkin yazdıklarıma açıklık getirmek için paylaşıyorum.    

30 Aralık 2013 Pazartesi

TBB Başkanı’ndan Sanatçılar Girişimi’ne: “Düşüncesindeyim”

http://tiyatroyun.blogspot.com/2013/12/blog-post_5464.html adresinden haberdar olduğum videoda (http://webtv.radikal.com.tr/turkiye/5935/genel-ahlak-kurallar%C4%B1na-uygun-tiyatrolar.aspx) Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av.Prof.Dr.Metin Feyzioğlu’nu dinledim. Başkan tiyatro oyuncuları(sanatçılar girişimi?) ile bir araya geldiği toplantıda şunu söylemiş:

"Birilerinin ahlâk anlayışının genel ahlâk adı altında sanata dayatılması anlamına gelecek bu protokolün mutlak şekilde yönetmeliğe de kanuna da anayasaya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırı olduğu düşüncesindeyim.”

Duyduğum andan itibaren beni rahatsız eden bir şey var bu cümlede. En sonunda buldum. Aynı cümle içinde “mutlak şekilde” ve “düşüncesindeyim” var.

“Wikipedia”da bulduğum  “mutlak” ifadesi bana uydu: “Hiçbir şeye bağlı olmaksızın var olan, bağımsız ve koşulsuz olan anlamında felsefi terim. Genel geçer anlamı bakımından hiçbir şey ile sınırlandırılmaksızın var olan şey anlamındadır.”

O halde bir şey “mutlak” ise cümlenin şöyle olması gerekmez mi?
"Birilerinin ahlâk anlayışının genel ahlâk adı altında sanata dayatılması anlamına gelecek bu protokolün mutlak şekilde yönetmeliğe de kanuna da anayasaya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırıdır.”

Türkiye Barolar Birliği Başkan’ını “mutlak” ile “düşüncesindeyim”i bir arada kullanmak zorunda bırakan şey nedir? Başkan’ın “yönetmeliğe de kanuna da anayasaya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırı”lık ifadesi hukukî  mücadelenin de aşamalarını gösteriyor bana göre. Yol uzun.. Ben  çok mu  “düşünmekteyim”?

Ayrıca Başkan’ın şu ifadesi de  üzerinde düşünülmeye değer: “TBB ile sanatçılar girişimi arasında bir protokol imzalayalım.”  “Sanatçılar girişiminin “hükmî” statüsü ne? Yâni nasıl bir “hukukî girişim”? Bir dönem sözcüsü var. Nasıl yönetiliyor? Temsil gücü ne? Kalıcı üyeleri kimler? Bildiri bazında mı bir araya geliyorlar? Ben sitede farklı bildiriler altında farklı isimler gördüm. Bu girişim ile TBB protokol imzalayabilir mi? İmzalansa protokol “mutlak” olur mu?  Bilmediğim için soruyorum. Beni aydınlatan olursa memnun olurum. İnterneti aradım şöyle bir sayfa buldum: http://sanatcilargirisimi.blogspot.com/  Bu sayfada sorularımın cevabını bulamadım. Yardımınızı bekliyorum.


Melih Anık

Not: Videoda yüzlerini gördüğüm tiyatrocular neden öyle "suratlı"? "Gülmek devrimci bir eylem" değil mi?

29 Aralık 2013 Pazar

Fusun Demirel’in “Sahne”lere Dönüşü

Benim için bir oyun seyretmek serüvendir. Benzer ritüelleri vardır. Mezarsız Ölüler’i seyretmeden önce önceden başlayarak bu serüveni paylaşmak istiyorum.

Çok günler önce Gri Sahne’nin programında oyunları için kullandığı "ikon"lar dikkatimi çekmişti.  Özellikle Mezarsız Ölüler için kullanılan bir eli açık diğeri kapalı ama açık olanı toprağın altında olan kelepçe "ikon"unu çok beğendim, “twitter”da paylaştım. Ümit Doğan yaratımın kendisine ait olduğunu “twit”ledi. Gerçekten de "ikon" bana oyunu yeniden düşünme fırsatı verdi. Oyun da Sartre'ın.. Seyretmeyi aklımın bir köşesine kaydettim.




28 Aralık 2013 Cumartesi

Fusun Demirel'in Twitleri

  1. ahh vahh...napıcaz..."boku mu yedık!" "yok yok bız sızı sıkmayalım buyrun kapı arkada!!"

  2. sıkılınca cıkamazsınız, sahneden gecmenız gerek.gecerken sıze adınızı sorarım:)bazı elestırmen mı gelmıs.

  3. aman ha aman bu "bazı" elestırmenler ocak sonunda promıer yapacak oyunuma sakın gelmeyın.oyunda cıkamazsınız

  4. bız 30 yıldır kel kasıyıp masturbasyon yapan,yazar olamamıs cevırmen,elestırmen vs cok gorduk:(yazıık..

  5. mezarsız olulerın sızın blogda olumlu ya da olumsuz yazılması o yeteneklı ınsanlara bırsey katmayacak zaten

  6. sız dua edın de varolsunlar o "bazı"ları... elestırmenlık kurumunu zedeleyen "bazı"ları bızım ıcın yazık:(

  7. eleştırmenlık kurumu oyuncu,yonetmen ve oyun olmasa nasıl yasamaya devam edecek acaba?

21 Aralık 2013 Cumartesi

Selçuk Soğukçay’ın En Uzun Gecesi

Selçuk Soğukçay 20 Aralık gecesi saat 23:45’de oyundan sonra eve geldi ve benim o gün yazdığım yazıyı (“Selçuk Soğukçay ile ‘Twitleşme’ ve ‘Sanat Etiği’”) gördü. Yazıyı hemen okudu ve “zehir gibi”(?) bir cevap(“MELİH ANIK VE EGE KÜÇÜKKİPER İLE SANAT ETİĞİ ÜZERİNE… “) yazdı. Facebook hesabından bana mesaj olarak gönderdi.(21 Aralık saat: 01:35) Yazıyı twitledi(2:09) Ardından yazıyı benim adresime yazarak yeniden twitledi. (saat 02:10) Yazıyı bir daha twitledi (3:02)Bir yazı (“EGE KÜÇÜKKİPER”) daha yazdı, benim ve Ege Küçükkiper’in adlarına twitledi.(Saat 04:19) Benim facebook’da da çıkan twitlerim üzerine iki yorum yazdı. Ege Küçükkiper ve benim adıma 5-6 twit, bu arada memleket meseleleri üzerine twitler yazdı. Bu sabah en son  05:47’de twit yazdı ve sanırım günü “bitirdi”. Ben de uykusuz biri olduğum için gece boyunca uyuyup uyandıkça Selçuk Bey’in gece serüvenini takip ettim. Bu sabah ise tüm geceyi özetleyen twitleri gözden geçirerek bu yazıya başladım.

20 Aralık 2013 Cuma

Selçuk Soğukçay ile “Twitleşme” ve “Sanat Etiği”

Görüşlerine inandığım  ve değer verdiğim Ege Küçükkiper ile aramızda şöyle bir yazışma geçti:

Ege Küçükkiper @egekper 19 Dec
Ne zaman, "Allah rızası için güzel bir oyun" desem, "Allah versin" cevabını alıyorum. Bkz: Lysıstrata (İBBŞT)
 Melih Anık @melihanik 19 Dec
@egekper Çok merak ettim seyredesim geldi :))))
Ege Küçükkiper @egekper 19 Dec
@melihanik Oyunun galası yapıldı mı bilmiyorum. Yapılmadıysa muhtemelen Pazartesi izleyeceksiniz :)
Melih Anık @melihanik 19 Dec
@egekper Hele sen bu twitleri yazmışsan gitmek için on kere düşünürüm
Melih Anık @melihanik 19 Dec
@egekper Pazartesi Gala var. Ama İBBŞT bu kadar -oyuncuların bile umursamadığı- baştan savma galalar yaptığı sürece gitmeyeceğim.

Bu yazışmadan sonra Selçuk Soğukçay iki twit yazdı. Seyretmediğim bir oyun hakkında yorum yapmamın “sanat etiği”ne sığmadığını ve o gün seyirciyi kapıdan çevirmemeyi amaçladığını söylüyordu. Bana “sanat etiği” üzerine bir ders vermek istemişti sanırım. Cevaplarım aşağıda:

15 Aralık 2013 Pazar

Bir Çağrı Bir Direniş

Hindistan’dan döndüm. Bir tiyatro portalı(tiyatronline) kurultay çağrısı yapmış, bir oyuncu(Orhan Aydın) da “direniş arayan” bir yazı yazmış. Kurultaya katılım listesinde Orhan Aydın’ın  ismi yok. Eğer kurultay çağrısından haberdar olup da katılmamışsa kurultayı, aradığı “direniş”ten saymamış demektir.  Tiyatro camiasında “yoğurt yeme” şekilleri pek çoktur. Mahkemeleşenler, mahkemeleşecekler, susmayanlar, direnenler, karanlık delenler, yardım alıp değerini düşürenler, yardım alsa da dimdik duranlar vs vs..  Sesi çıkmadığı için ne dediğini bilmediklerimiz de var tabii.

14 yıldır yayın hayatını sürdürmekte olan TİYATRONLİNE”, “her kesimi” kurultaya çağırıyor. “Her kesim”  parantez içinde açıklanmış. Ben “vs” içine giriyorum. İsmi yok ama ifadeden çağrıyı kaleme alanın (sayılı) eleştirmen olduğu açık, o da  eleştirmenleri ayrıca yazmamış. Demek ki eleştirmenler “vs”; kendisi “çağrıcı” kapsamında. (Seviyorum bu duruma göre postu tanımlama oyunlarını!) Portal bu arada kendine de itibar arıyor. Öyle ya “14 yıldır yayın hayatını sürdürmüş” öyleyse tiyatroda başı çekebilir ve böyle bir çağrıyı yapabilir. Çağrıya katılım bu anlamda portalin zımmî onayı anlamına da gelecek. Kaleme alanın kendini kanıtlama çabası da cabası.

Orhan Aydın, ise “yar bana bir eğlence” der gibi “Bize bir direniş gerek” başlıklı bir yazı yazmış. Sonra da yazıya şu cümleyle başlamış: “Sorun bizlerde mi yoksa bizlerin meseleyi anlatış biçiminde mi karar vermiş değilim.” 

Ciddi ciddi çağrıyı ve de yazıyı değerlendirmek için bilgisayarın başına oturdum. Bir şeyler de yazdım. Bir ara çağrı nasıl gidiyor diye tiyatronline’ın sayfasına gittim. Baktım ki “çağrı” “haber”; katılım listesine de üç kişi ilâve olmuş. Yaptığınız çağrıyı ön sayfada tutmaz mısınız? Baktılar ki “yürümüyor” onlar da bırakmış peşini. Ben “katılımcı”lar için üzülüyorum, her "tuzum var" diyene koşuyorlar.

Orhan Aydın’ın yazısını yeniden okudum . Yazı nerdeyse ilk cümlesiyle kendi kendini ilga ediyor. Ama bir de “Tüm insanlığın ortak evleri olduğuna inandığımız sahnelerimiz” diye bir ifade var ki benim için yazının sonu. Zira salt bu saptama ile Orhan Aydın kendine cevap vermiş oluyor ama farkında değil.

Unutulup gidecek bir çağrı(?) ve de sonu ilk cümlesinden belli bir yazı için kendimi daha fazla yormayayım bari dedim. Zira benim yazacağım yazı için vereceğim emek onların çağrısı ve yazısından daha fazla olacak. Değmez. Aslında bu kadarı bile çok ama.


Melih Anık

12 Aralık 2013 Perşembe

Eleştiri Meleştiri

Dün akşam bir oyun seyrettim. Salonda en yaşlı bendim. Benden sonraki en yaşlı ile aramızda en az 20 yaş(belki daha çok) vardı. Salondaki kahkahaların çoğuna katılamadım hatta bazılarında acı acı düşündüm. Muhtemelen salonun umursamadığı -belki de gereksiz- pek çok ayrıntıyı defterime not ettim. Oyun sonunda ayağa kalkıp alkışlayanlar oldu. Onlardan birinin oyunun dramaturgu olduğunu sonradan öğrendim. Oyun sonunda yazar/yönetmen hararetle tebrik edildi. Ben salondan çıkarken seyirciler tebrik etmek için oyuncuyu fuayede bekliyordu.

Yolda aklım bir şeyle meşguldü. Sabah kalktım o şey gene aklımda idi, yazmaya karar verdim. Bu yazı öyle doğdu.

Aklımı meşgul eden şey, oyunu nasıl eleştirmem gerektiği idi. Dar olanaklarla sahnelediklerini gördüğüm oyunu, olanaklarına göre mi eleştirmeliydim? Yazar/yönetmenin ilk tecrübesi, ona anlayış mı göstermeliydim? Piyes metninin umutlu taraflarına mı ağırlık vermeliydim? Oyuncu çok iyiniyetli ve gayretli,  oyunun büyük bir bölümünde kendinin en tepe noktalarına çıkıyor o noktalar üzerine mi kursaydım yazımı? Peki benim aklımdaki/hayâlimdeki tiyatro nasıl yer almalıydı yazıda?

 Bunları düşünürken Eraslan Sağlam’ın kendisi ile yapılan bir röportajda söylediklerini hatırladım: "Nefes almamın tek yolu doğru bildiğimi yapmaktan geçiyordu" İçim rahatladı. Ben de doğru bildiğimi yazıyorum. “Doğru bildiğini yaz” dedim kendime.  Ama o sırada Eraslan Sağlam’ın “komşusu” Küskün Müzikal için yazdığı yazı geldi aklıma. “Bu öyküden bir müzikal çıkarmak ancak Alkan’ın dehasıyla açıklanabilirdi.” diyordu Sağlam. Hikâyeyi okuyan biri olarak “Deha bunun neresinde?” diye düşündüm.  Yazıyı fazla “komşuca” hatta “yakın arkadaşça” buldum. Gene kendimle kaldım.  Ne yazacaktım?

Bu hususla ilgili eğitimini gördüğüm alanda, okuduğum onlarca kitabı, dünyanın büyük şirketlerinde gözlemlediğim tecrübelerimi hatırladım. Türkiye’de çalıştığım şirketlerde, bulunduğum ortamlarda hep o okuduklarımı, gördüklerimi uygulamaya çalıştım. Bir süre sonra hayâl kırıklıklarım çoğalmaya başladı. Türkiye’nin habitatına ters bir durum vardı ortada. Farklı davrandığınızda onunla çatışmaya başlıyordunuz. Türkiye'de yönetim,  “mönetim” oluyordu.

Sürekli tiyatro yazıları yazmaya başladıktan sonra, eleştiri üzerine daha çok okumaya başladım. Yazdıkça öğreniyor, öğrendikçe daha farklı yazıyordum. Ama gene o “habitat” dikildi karşıma. Bu da “tiyatro habitatı” idi. Alkışla beslenmeye alışmış; övgü ile tüyleri kabartılan; küçük küçük klanlar halinde yaşayan, bir bütün olamayan;  çabuk küsen, alınan; “susmayacağını, direneceğini, savaşacağını” söyleyen ama hep kendisi “geç”,  dedikleri “lafta” kalan bir topluluk.  Bu habitat, bir eleştiri düzeni yaratmıştı. Kitaplarda tanımlanan eleştirilere benzemeyen bir düzendi bu. “Rektiri” dedim adına, reklâm olsun diye yazılan yazılar yâni. Ödülün de "mödül" olduğu bu habitatta eleştiri, “meleştiri” olmaya itiliyordu.

Aslına bakarsanız bu ortamda durumu idare edip,  "meleştiri" yazamayacağıma göre, “meleştiri”leri tartışmak daha mı doğru olur acaba? 

Bir şeye yarar mı, ne dersiniz?

Melih Anık