21 Aralık 2013 Cumartesi

Selçuk Soğukçay’ın En Uzun Gecesi

Selçuk Soğukçay 20 Aralık gecesi saat 23:45’de oyundan sonra eve geldi ve benim o gün yazdığım yazıyı (“Selçuk Soğukçay ile ‘Twitleşme’ ve ‘Sanat Etiği’”) gördü. Yazıyı hemen okudu ve “zehir gibi”(?) bir cevap(“MELİH ANIK VE EGE KÜÇÜKKİPER İLE SANAT ETİĞİ ÜZERİNE… “) yazdı. Facebook hesabından bana mesaj olarak gönderdi.(21 Aralık saat: 01:35) Yazıyı twitledi(2:09) Ardından yazıyı benim adresime yazarak yeniden twitledi. (saat 02:10) Yazıyı bir daha twitledi (3:02)Bir yazı (“EGE KÜÇÜKKİPER”) daha yazdı, benim ve Ege Küçükkiper’in adlarına twitledi.(Saat 04:19) Benim facebook’da da çıkan twitlerim üzerine iki yorum yazdı. Ege Küçükkiper ve benim adıma 5-6 twit, bu arada memleket meseleleri üzerine twitler yazdı. Bu sabah en son  05:47’de twit yazdı ve sanırım günü “bitirdi”. Ben de uykusuz biri olduğum için gece boyunca uyuyup uyandıkça Selçuk Bey’in gece serüvenini takip ettim. Bu sabah ise tüm geceyi özetleyen twitleri gözden geçirerek bu yazıya başladım.

Oyundan eve geldiği saati kendi yazısından biliyorum, bana yazdığı cevabın saatini de facebook “history”den. Selçuk Bey, eve geldiği 23:45 ile yazıyı bana gönderdiği 01:35 arasında(yani bir saat kırk dakika) yazımı okumuş ve yazısını yazmış. Yazısına baktığımda benim yazımı (hem “içine” hem de anlama anlamında) “sindiremediğini”, yazıma gereken dikkati veremediğini ;  cevap verme(haddini bildirme?) telâşı  içinde biraz da öfkeyle yazdığı için yazısının da çalakalem olduğunu gördüm. Yazıdaki ifade, imlâ ve  Türkçe hataları ile noktalama işaretlerinin özgür(!) bırakılmasını ve de yazının mizanpajındaki gelişigüzelliği başka ne ile açıklayabilirim! Selçuk Bey gibi  İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili Ve Edebiyatı bölümünde okumuş olan, oyun yazmış, tiyatro gibi “estetik” bir işi yapan birinin bu kadar dağınık olması başka nasıl açıklanabilir? Benim tiyatroculara tavsiyem oyundan çıktığınız akşamlar hakkınızda yazılan yazıları okumayın, cevap yazmayın.

 Selçuk Bey, benim yazdığım twitleri tek tek ele alıp cevaplamak istemiş. Cevap yazarken bir hata yapmış. Benim yazdığım twitlere cevap verirken twitlerimin sonunda haberdar etmek amacıyla Ege’nin adresi olduğu için Ege Küçükkiper’i işin içine katmış, ikimize birden……. Bazen ona derken bana, bana derken ona…. (neyse)  Aslına bakarsanız yazdığı twitlerinde de bu karmaşa görülüyor. Bizi “bir cephe” olarak görme eğiliminde. Oysa her şey benden başlıyor. Ege’nin haberi bile yok.(neyse)

Selçuk Bey’den şunu öğrendim: “32 yıldır İBBŞT oyuncuları Şehir Tiyatrosu tahtaları üzerinde ‘tepiniyormuş’”. Bunu İBBŞT için bir itiraf olarak mı alsam acaba? Zira ben de kadro içinde bir “tepinme” olduğunu hissediyordum. Ama Selçuk Bey, bu tepinmeden “gurur duyuyormuş”.  “Hayat ve tiyatro etiği”ni “tepinerek öğrendiğini”  söylediğine göre herhalde kastettiği başka türlü bir “tepinme”! Onca yıl onları (artık her neyse) “tepindikleri” için alkışlamışız.  Ama şunu kabul etmesini dilerim:  O “tepinerek” öğrendiyse eleştirmen de “tepinerek” öğrenecek değil mi?  Böyle başa böyle tıraş! O zaman neden   “böylesine kolayca eleştiren bir ülkeden” şikâyet ediyor? Eleştiri tiyatrodan AYRI değil ki!

Özveri” yazının önemli bir bölümünü dolduruyor. Olaydan haberi olmayan seyircinin alkışlarını oyuncu, kendi “özverisi”nin karşılığı olarak almış kabul etmiş, algılamış(her neyse). Buna “kendi kendine gelin-güvey olmak” denir benim bildiğim. Bizde ayağa kalkarak alkışlamalar, seyircinin ıslıkları, bağırışları da sahneden öyle anlaşılıyor demek. Özveriyle ilgili atılan twitleri de kanıt olarak göstermiş Selçuk Bey. Güzel bir “avunma yolu” ama “savunma yolu” olmamalı. Zira “özveri”, karşılık beklenmeden yapılan bir fedakârlıktır. Buna yanlış ve hatalarınızı örtmek için sığınırsanız değeri düşer. Özveri sadece ve sadece yapanı ilgilendirir. Ülkede tiyatro yapmak başlı başına bir “özveri” değil mi zaten. Bu anlamda tüm tiyatrocular biz “özveri”liyiz diyerek mi alkış ve beğeni toplasın? Öte yandan Selçuk Bey’in söylediği gibi “sanat bir üretim-tüketim ilişkisi” ise “özveri”, lafı güzaftır.(Üreteni anladım da tüketen seyirci mi oluyor?Seyirci sanatı tüketiyor mu? Sanatçı tüketilsin diye mi sanat yapıyor? Bunun sonu zırvaya çıkar.) Eğer bu üretim-tüketim ilişkisi ise  yargılama acımasızdır. Ben eleştirirken o ilişkinin gereğini yapmıyorum. Tiyatroya ergen bir çocuk gibi davranıyorum.

(Yazının bu bölümünü Selçuk Bey’e mesaj attım bu yazıdan çıkardım. Bu yazının içindeki bu parantez o bölümü anlatmak için)

 “Bizi anlamak yerine eleştirmek kolaycılığı” ise Selçuk Bey’in yarattığı yeni bir fikir akımı olsa gerek. “Anlamak” ile “eleştirme”yi karşı karşıya getirmiş. Bu durumda “eleştirmek”, “anlamamak” oluyor ona göre. Öyle olmadığını herkes bilir, Selçuk Bey dışında..

Selçuk Bey’le “kültür yarışına” girmek istemiyorum. Ama neden “beğenmediğini anlatmak” için bilgili olmak  gerekir zira “beğeninin” açıklanmaya ihtiyacı yoktur. Beğendiğinizde size kimse sormaz “neden beğendin” diye.  Ege, Selçuk Bey’in oyununu beğenseydi bu kadar twite gerek kalmayacaktı. Selçuk Bey “niye beğendin?” diye sormayacaktı zira o “özverili” güzel bir iş yaptığına inanıyordu zaten.  Beğenmemek de şimşekleri üstüne çekmek demektir. Baskı yaparak sindirmeye çalışırlar. Ben o dönemleri geçtim, şimdi dikkat isterim.

Oyunlardaki değişen kadroyu MUTLAKA duyurmak gerekir.  100 yıllık bir kurumun tarihi yazılırken ayrıntıların bile önemi vardır. Selçuk Bey ve arkadaşları “özveri”yle birbirlerinin yerlerini doldurabilir(?) ama tiyatro tarihi için bunun seyirci önünde kaydedilmesi gerekir.  Seyirci açısından önemi de saygı ile ilintilidir. Seyirciye karşı dürüst olmak ile ilgisi vardır. Ben yazarından başlayarak tüm kadroya(ve de ödüle) bakarak oyunu seçerim. Benim için kimin hangi rolde olduğunun önemi vardır. Gelişmiş ülkeler için de bu böyledir. Bu kültürel bir durumdur. Seyirciye bunun öğretilmesi gerekir. Seyirci bilet alırken bu tercihi yapmalıdır. Bilinçli seçim yaparak salona gelen seyirciye tercih hakkı(seyretmek, biletini başka güne ertelemek vb) vermek gerekir. Bu kültürel bir durumdur. Tiyatro cambazhane değildir. Eleştirmenin bilgilendirilmesi gerekir ki hangi oyunu eleştirdiğini  açıklayabilsin. Eleştirilerin de tarihi kaydetme gibi bir görevi vardır. Bunları anlamayan, algılamayanlarla işimizin olacağı açıktır. Tiyatroya gelen 600 kişiyi geri gönderin diyen mi var? Ama seyirciye açıklayın ve sorun! Muhsin Ertuğrul da bunu isterdi ve lafı “çarpıtmazdı” sanırım.

Ödül almış oyunlarda kadro değiştirilmemesi tercih edilir ama bu kadro değişmeyecek anlamına gelmez. Ama kadrosu değişmiş oyun “ödül almış oyun değildir”. Zira tiyatro bir ekip işidir. O ekibi(hatta ekipten bir kişiyi bile) değiştirdiğinizde oyunu yeniden provaya almak gerekir. Oyuncular arasındaki “yeni” iletişimi bulmak zorundasınızdır. Yeni oyuncu ile yeni bir iletişim doğacaktır. Bunun  önemini algılamayan tiyatrocular da vardır elbette, uyduruk dramaturjik nedenlerle kitaba girmiş bir oyunu(Türkiye Kayası) değiştiren  İBBŞT  ile 12 kişilik oyundan en önemli karakterin(Enobarbus) sahnelerini çıkarıp 11 kişi oynayan Oyun Atölyesi gibi. Oyun Atölyesi bir de “Globe”a çıkan oyun diye reklâmını yapmıştı. Globe’a çıkan oyun Enobarbus’lu oyundur da Türkiye’de başka “oyun” oynanır.  O cinliği yapmış olanlar şimdi başka bir sahnede . Selçuk Bey’in biliyorum deyip de bilmediği ya da algılamadığı şey de budur.    

Galalarda oyun sonunda oyuncunun en kısa sürede seyircinin yanına gelmesini de anlamamış Selçuk Bey. “oldu paşam, sen iste sahneden hemen seyircinin yanına inelim, kostümleri,makyajları çıkarmadan, terimizi biraz olsun kurutmadan.. tiyatro adamı olan bunu demez emeğe saygı gösterip biraz bekler” demiş. “Tiyatro adamı”nın ben olduğumu  ya da twiti onun yazdığını sanıyor. Gecenin o vaktinde normal bu karışıklık. Ama sabahı beklese ya ne gerek var telâşa?  “Oldu paşam” bana mı Ege’ye mi bilemedim. İkimizin adı da geçtiği için bu “paşalığı” Ege’ye bırakmaya hiç niyetim yok!  Saygılı bir insanım, beni “paşa” yapanı ben de “paşa” yaparım! Ama ben  “sahneden iner inmez gel” demedim ki  “en kısa sürede gel” dedim. Ben şahsım adına galalarda yarım saat 45 dakika bekledim.  “Yeter mi Paşam?” Süt banyosu yapmıyorsunuz ya arkada?

Kıyafet meselesine gelince  marka giyinin demedim. Bot, kot, mont giymeyin yeter. Bizim neslimiz yamadan utanmayan bir nesildir. Önemli olan “özen  gösterdiğini göstermektir”, herkes özen göstereni anlar. Sizler ödül törenlerine de “öyle” gidiyorsunuz, ödülü “dağıtan” smokin giymiş olsa da..

 “Bizi memnun etmek için tiyatro yapmıyormuş” Selçuk Bey’ler. Yani diyor ki “eleştirmeni memnun etmek için yapmıyoruz bu işi”. Öyleyse neden bu kadar çaba? Almışsın alkışı, almışsın “özveri” twitlerini, “gazla”..(Bu “gazla” Selçuk Bey’in kullandığı ifade. Ondan daha iyi anlar diye yazdım.) Ama eleştirmen de seyircidir. Madem seyircine bu kadar değer veriyorsun seyirci olan eleştirmene de tahammül göster be “Paşam”! Biz de “Paşayız”!

Sanıyorum Selçuk Bey kendi galasından başkasına gitmiyor. Yazara nasıl davranıldığını da bilmiyor onun için. Kösem Sultan Galası’nı ona anlatırım isterse..

Galaların günahını yönetime yıkmış Selçuk Bey. 32 yıldır tahtalarında tepindiği kurumun sanatçısı da böyle oluyor demek ki. Yahu sen GSY’nden bile daha rütbelisin be Paşam! Seni dinlemiyorlar mı? Yoksa sen susma hakkını mı kullanıyorsun?

Selçuk bey sabah 10:30'da girip gece 23:30’da çıkana kadar emek harcıyormuş. Bir maden işçisini düşün de utan be Paşam!

Eleştiriyi yargılamak diye anladığınızı bilseydim sizi “pişpişler”dim Paşam! Hem bir Paşa diğer Paşa’yı nasıl yargılasın?

 Ekip arkadaşlarınız adına teşekkür etme hakkını kendinizde bulduğunuza göre, 32 yıllık “tepinme”nin verdiği “özgüven”le yönetime söyleseniz de şu galaları “curcuna ve tıkınma” olmaktan çıkarsalar. Arkadaşlarınıza da söyleyin EN KISA SÜREDE seyircinin yanına gelsinler. O gece  süt banyosu yapmayıversinler! Arka kapıda bekleyen servis şoförü fazla mesai yapıversin!

Ama doğrusunu isterseniz Selçuk Soğukçay’ın oyundan çıkar çıkmaz yazdığı cevabını okuduktan sonra  şöyle bir endişe duymaya da başladım, ya galaya inip yüzlerine karşı yapılacak eleştirilere de benzer cevabı verirlerse? Belki de galada seyircinin yanına gelmek için o kadar “ağırdan” alıyorlar. Kendilerini biliyorlar!

Melih Anık

Not:
 Sanırım bu akşam da Selçuk Soğukçay için UZUN bir gece olacak. Zaten bizim için de takvimin  en uzun gecesi.

Yazılar:
“Selçuk Soğukçay ile ‘Twitleşme’ ve ‘Sanat Etiği’
MELİH ANIK VE EGE KÜÇÜKKİPER İLE SANAT ETİĞİ ÜZERİNE…
EGE KÜÇÜKKİPER

1 yorum:

  1. Her yazısını sağlam yazan Melih Anık'ın kalıcı etki bırakacak değerlendirmelerinden biri daha...

    Ben, Melih Anık'ın sağlam yazılarının altına küçük yorumlar yaparken, ne o yazıyı daha sağlamlaştırmak, ne nüfuz alanımı genişletmek ve ne de bir başka avanta peşindeyim. Yaptığım bu yorumlar, tiyatro dünyasındaki "gerici" ayaklanmalara karşı birer slogan olarak kabûl edilebilir. Bu niyetle yazıyorum. Rengimi belli etme, koskoca bir okyanusa sadece küçük bir sevinç gözyaşı dökme eylemini sürdürüyorum.

    Doğrunun yerine yanlışın, gerçeğin yerine yalanın, güzelin yerine çirkinin, iyinin yerine kötünün dayatıldığı günümüzde, doğrunun, gerçeğin, güzelin, iyinin namusunu korumaya özen gösteren Melih Anık gibi yiğit tiyatro yazarlarının azlığını gözlemledikçe, bir kıvılcım da buraya sıçratmak istiyorum. Başkaca bir amacım yoktur...

    Hilmi Bulunmaz

    YanıtlaSil