Selçuk Soğukçay 20 Aralık gecesi saat 23:45’de oyundan sonra
eve geldi ve benim o gün yazdığım yazıyı (“Selçuk Soğukçay ile ‘Twitleşme’ ve ‘Sanat Etiği’”) gördü. Yazıyı
hemen okudu ve “zehir gibi”(?) bir cevap(“MELİH
ANIK VE EGE KÜÇÜKKİPER İLE SANAT ETİĞİ ÜZERİNE… “) yazdı. Facebook
hesabından bana mesaj olarak gönderdi.(21 Aralık saat: 01:35) Yazıyı
twitledi(2:09) Ardından yazıyı benim adresime yazarak yeniden twitledi. (saat
02:10) Yazıyı bir daha twitledi (3:02)Bir yazı (“EGE KÜÇÜKKİPER”) daha yazdı, benim ve Ege Küçükkiper’in adlarına twitledi.(Saat
04:19) Benim facebook’da da çıkan twitlerim üzerine iki yorum yazdı. Ege
Küçükkiper ve benim adıma 5-6 twit, bu arada memleket meseleleri üzerine
twitler yazdı. Bu sabah en son 05:47’de
twit yazdı ve sanırım günü “bitirdi”. Ben de uykusuz biri olduğum için gece
boyunca uyuyup uyandıkça Selçuk Bey’in gece serüvenini takip ettim. Bu sabah
ise tüm geceyi özetleyen twitleri gözden geçirerek bu yazıya başladım.
Selçuk Bey, benim
yazdığım twitleri tek tek ele alıp cevaplamak istemiş. Cevap yazarken bir hata
yapmış. Benim yazdığım twitlere cevap verirken twitlerimin sonunda haberdar
etmek amacıyla Ege’nin adresi olduğu için Ege Küçükkiper’i işin içine katmış,
ikimize birden……. Bazen ona derken bana, bana derken ona…. (neyse) Aslına bakarsanız yazdığı twitlerinde de bu
karmaşa görülüyor. Bizi “bir cephe” olarak görme eğiliminde. Oysa her şey
benden başlıyor. Ege’nin haberi bile yok.(neyse)
Selçuk Bey’den şunu öğrendim: “32 yıldır İBBŞT oyuncuları Şehir Tiyatrosu tahtaları üzerinde
‘tepiniyormuş’”. Bunu İBBŞT için bir itiraf olarak mı alsam acaba? Zira ben
de kadro içinde bir “tepinme”
olduğunu hissediyordum. Ama Selçuk Bey, bu tepinmeden “gurur duyuyormuş”. “Hayat ve tiyatro etiği”ni “tepinerek
öğrendiğini” söylediğine göre
herhalde kastettiği başka türlü bir “tepinme”!
Onca yıl onları (artık her neyse) “tepindikleri”
için alkışlamışız. Ama şunu kabul
etmesini dilerim: O “tepinerek” öğrendiyse eleştirmen de “tepinerek” öğrenecek değil mi? Böyle başa böyle tıraş! O zaman neden “böylesine
kolayca eleştiren bir ülkeden” şikâyet ediyor? Eleştiri tiyatrodan AYRI
değil ki!
“Özveri” yazının
önemli bir bölümünü dolduruyor. Olaydan haberi olmayan seyircinin alkışlarını
oyuncu, kendi “özverisi”nin
karşılığı olarak almış kabul etmiş, algılamış(her neyse). Buna “kendi kendine gelin-güvey olmak” denir
benim bildiğim. Bizde ayağa kalkarak
alkışlamalar, seyircinin ıslıkları, bağırışları da sahneden öyle anlaşılıyor
demek. Özveriyle ilgili atılan twitleri de kanıt olarak göstermiş Selçuk Bey.
Güzel bir “avunma yolu” ama “savunma yolu” olmamalı. Zira “özveri”, karşılık beklenmeden yapılan
bir fedakârlıktır. Buna yanlış ve hatalarınızı örtmek için sığınırsanız değeri
düşer. Özveri sadece ve sadece
yapanı ilgilendirir. Ülkede tiyatro
yapmak başlı başına bir “özveri” değil mi zaten. Bu anlamda tüm tiyatrocular
biz “özveri”liyiz diyerek mi alkış ve beğeni toplasın? Öte yandan Selçuk
Bey’in söylediği gibi “sanat bir
üretim-tüketim ilişkisi” ise “özveri”, lafı güzaftır.(Üreteni anladım da tüketen seyirci mi oluyor?Seyirci sanatı
tüketiyor mu? Sanatçı tüketilsin diye mi sanat yapıyor? Bunun sonu zırvaya çıkar.) Eğer bu üretim-tüketim
ilişkisi ise yargılama acımasızdır. Ben
eleştirirken o ilişkinin gereğini yapmıyorum. Tiyatroya ergen bir çocuk gibi
davranıyorum.
(Yazının bu bölümünü
Selçuk Bey’e mesaj attım bu yazıdan çıkardım. Bu yazının içindeki bu parantez o bölümü anlatmak için)
“Bizi anlamak yerine eleştirmek kolaycılığı” ise Selçuk Bey’in
yarattığı yeni bir fikir akımı olsa gerek. “Anlamak” ile “eleştirme”yi karşı
karşıya getirmiş. Bu durumda “eleştirmek”, “anlamamak” oluyor ona göre. Öyle
olmadığını herkes bilir, Selçuk Bey dışında..
Selçuk Bey’le “kültür
yarışına” girmek istemiyorum. Ama neden “beğenmediğini anlatmak” için bilgili olmak gerekir zira “beğeninin” açıklanmaya ihtiyacı yoktur. Beğendiğinizde size kimse
sormaz “neden beğendin” diye. Ege, Selçuk Bey’in oyununu beğenseydi bu
kadar twite gerek kalmayacaktı. Selçuk Bey “niye beğendin?” diye sormayacaktı zira o “özverili” güzel bir iş yaptığına inanıyordu zaten. Beğenmemek de şimşekleri üstüne çekmek
demektir. Baskı yaparak sindirmeye çalışırlar. Ben o dönemleri geçtim, şimdi
dikkat isterim.
Oyunlardaki değişen kadroyu MUTLAKA duyurmak gerekir. 100 yıllık bir kurumun tarihi yazılırken
ayrıntıların bile önemi vardır. Selçuk Bey ve arkadaşları “özveri”yle birbirlerinin yerlerini doldurabilir(?) ama tiyatro
tarihi için bunun seyirci önünde kaydedilmesi gerekir.
Seyirci açısından önemi de saygı ile ilintilidir. Seyirciye karşı dürüst
olmak ile ilgisi vardır. Ben yazarından başlayarak tüm kadroya(ve de ödüle)
bakarak oyunu seçerim. Benim için kimin hangi rolde olduğunun önemi vardır.
Gelişmiş ülkeler için de bu böyledir. Bu
kültürel bir durumdur. Seyirciye bunun öğretilmesi gerekir. Seyirci bilet
alırken bu tercihi yapmalıdır. Bilinçli seçim yaparak salona gelen seyirciye
tercih hakkı(seyretmek, biletini başka güne ertelemek vb) vermek gerekir. Bu kültürel bir durumdur. Tiyatro cambazhane değildir. Eleştirmenin
bilgilendirilmesi gerekir ki hangi oyunu eleştirdiğini açıklayabilsin. Eleştirilerin de tarihi
kaydetme gibi bir görevi vardır. Bunları
anlamayan, algılamayanlarla işimizin olacağı açıktır. Tiyatroya gelen 600
kişiyi geri gönderin diyen mi var? Ama seyirciye açıklayın ve sorun! Muhsin
Ertuğrul da bunu isterdi ve lafı “çarpıtmazdı”
sanırım.
Ödül almış oyunlarda kadro değiştirilmemesi tercih edilir
ama bu kadro değişmeyecek anlamına gelmez. Ama kadrosu değişmiş oyun “ödül almış oyun değildir”. Zira tiyatro
bir ekip işidir. O ekibi(hatta ekipten bir kişiyi bile) değiştirdiğinizde oyunu
yeniden provaya almak gerekir. Oyuncular arasındaki “yeni” iletişimi bulmak
zorundasınızdır. Yeni oyuncu ile yeni bir iletişim doğacaktır. Bunun önemini algılamayan tiyatrocular da vardır
elbette, uyduruk dramaturjik nedenlerle kitaba girmiş bir oyunu(Türkiye Kayası)
değiştiren İBBŞT ile 12 kişilik oyundan en önemli
karakterin(Enobarbus) sahnelerini çıkarıp 11 kişi oynayan Oyun Atölyesi gibi.
Oyun Atölyesi bir de “Globe”a çıkan oyun diye reklâmını yapmıştı. Globe’a çıkan
oyun Enobarbus’lu oyundur da Türkiye’de başka “oyun” oynanır. O cinliği yapmış olanlar şimdi başka bir
sahnede . Selçuk Bey’in biliyorum deyip de bilmediği ya da algılamadığı şey de
budur.
Galalarda oyun sonunda oyuncunun en kısa sürede seyircinin yanına gelmesini de anlamamış Selçuk Bey.
“oldu paşam, sen iste sahneden hemen
seyircinin yanına inelim, kostümleri,makyajları çıkarmadan, terimizi biraz
olsun kurutmadan.. tiyatro adamı olan bunu demez emeğe saygı gösterip biraz
bekler” demiş. “Tiyatro adamı”nın
ben olduğumu ya da twiti onun yazdığını
sanıyor. Gecenin o vaktinde normal bu karışıklık. Ama sabahı beklese ya ne
gerek var telâşa? “Oldu paşam” bana mı Ege’ye mi bilemedim. İkimizin adı da geçtiği
için bu “paşalığı” Ege’ye bırakmaya
hiç niyetim yok! Saygılı bir insanım, beni
“paşa” yapanı ben de “paşa” yaparım! Ama ben “sahneden
iner inmez gel” demedim ki “en kısa sürede gel” dedim. Ben şahsım
adına galalarda yarım saat 45 dakika bekledim.
“Yeter mi Paşam?” Süt banyosu
yapmıyorsunuz ya arkada?
Kıyafet meselesine gelince
marka giyinin demedim. Bot, kot, mont giymeyin yeter. Bizim neslimiz
yamadan utanmayan bir nesildir. Önemli olan “özen gösterdiğini göstermektir”,
herkes özen göstereni anlar. Sizler ödül törenlerine de “öyle” gidiyorsunuz, ödülü
“dağıtan” smokin giymiş olsa da..
“Bizi memnun etmek için tiyatro yapmıyormuş” Selçuk Bey’ler. Yani
diyor ki “eleştirmeni memnun etmek için
yapmıyoruz bu işi”. Öyleyse neden bu kadar çaba? Almışsın alkışı, almışsın “özveri”
twitlerini, “gazla”..(Bu “gazla”
Selçuk Bey’in kullandığı ifade. Ondan daha iyi anlar diye yazdım.) Ama
eleştirmen de seyircidir. Madem seyircine bu kadar değer veriyorsun seyirci olan
eleştirmene de tahammül göster be “Paşam”!
Biz de “Paşayız”!
Sanıyorum Selçuk Bey kendi galasından başkasına gitmiyor.
Yazara nasıl davranıldığını da bilmiyor onun için. Kösem Sultan Galası’nı ona
anlatırım isterse..
Galaların günahını yönetime yıkmış Selçuk Bey. 32 yıldır tahtalarında tepindiği kurumun
sanatçısı da böyle oluyor demek ki. Yahu sen GSY’nden bile daha rütbelisin be Paşam! Seni dinlemiyorlar mı? Yoksa sen
susma hakkını mı kullanıyorsun?
Selçuk bey sabah 10:30'da girip gece 23:30’da çıkana kadar
emek harcıyormuş. Bir maden işçisini düşün de utan be Paşam!
Eleştiriyi yargılamak diye anladığınızı bilseydim sizi “pişpişler”dim Paşam! Hem bir Paşa
diğer Paşa’yı nasıl yargılasın?
Ekip arkadaşlarınız
adına teşekkür etme hakkını kendinizde bulduğunuza göre, 32 yıllık “tepinme”nin verdiği “özgüven”le yönetime söyleseniz de şu
galaları “curcuna ve tıkınma”
olmaktan çıkarsalar. Arkadaşlarınıza da söyleyin EN KISA SÜREDE seyircinin
yanına gelsinler. O gece süt banyosu
yapmayıversinler! Arka kapıda bekleyen servis şoförü fazla mesai yapıversin!
Ama doğrusunu isterseniz Selçuk Soğukçay’ın oyundan çıkar
çıkmaz yazdığı cevabını okuduktan sonra
şöyle bir endişe duymaya da başladım, ya galaya inip yüzlerine karşı
yapılacak eleştirilere de benzer cevabı verirlerse? Belki de galada seyircinin
yanına gelmek için o kadar “ağırdan” alıyorlar. Kendilerini biliyorlar!
Melih Anık
Not:
Sanırım bu akşam da
Selçuk Soğukçay için UZUN bir gece olacak. Zaten bizim için de takvimin en uzun gecesi.
Yazılar:
“Selçuk Soğukçay ile ‘Twitleşme’ ve ‘Sanat Etiği’
MELİH ANIK VE EGE KÜÇÜKKİPER İLE SANAT ETİĞİ ÜZERİNE…
EGE KÜÇÜKKİPER
Her yazısını sağlam yazan Melih Anık'ın kalıcı etki bırakacak değerlendirmelerinden biri daha...
YanıtlaSilBen, Melih Anık'ın sağlam yazılarının altına küçük yorumlar yaparken, ne o yazıyı daha sağlamlaştırmak, ne nüfuz alanımı genişletmek ve ne de bir başka avanta peşindeyim. Yaptığım bu yorumlar, tiyatro dünyasındaki "gerici" ayaklanmalara karşı birer slogan olarak kabûl edilebilir. Bu niyetle yazıyorum. Rengimi belli etme, koskoca bir okyanusa sadece küçük bir sevinç gözyaşı dökme eylemini sürdürüyorum.
Doğrunun yerine yanlışın, gerçeğin yerine yalanın, güzelin yerine çirkinin, iyinin yerine kötünün dayatıldığı günümüzde, doğrunun, gerçeğin, güzelin, iyinin namusunu korumaya özen gösteren Melih Anık gibi yiğit tiyatro yazarlarının azlığını gözlemledikçe, bir kıvılcım da buraya sıçratmak istiyorum. Başkaca bir amacım yoktur...
Hilmi Bulunmaz