7 Haziran 2013 Cuma

Topçu Kışlası ile İlgili Teknik Düşünceler ve Öneriler

Eski yapıların yenilenme projelerinde, zaman içinde ortaya çıkan  yeni standartlar ve ihtiyaçlar  nedeniyle farklılıklar olması bir zorunluluktur. Bu nedenle örneğin özgün kat yüksekliği 3 metre olan bir yapıda havalandırma kanalları, tesisatlar nedeniyle kat yüksekliğinin en az 5 metreye çıkarılması gerekir. Bu yüzden yenilenmiş yapı, özgün hali gibi iki kat olsa da yüksekliği 6 metre yerine en az 10 metre olur. Yıkılıp yeniden yapılan ve cepheleri “replica” olan  Beyoğlu Demirören binasında bu durumun olduğunu hissediyorum. Özgün cephe resimleri ile karşılaştırıldığında yeni bina dış cephe olarak eskiye benzerlik göstermekle birlikte daha büyüktür(sanki). Bunu hemen yanındaki Cercle d’Orient Binası ile karşılaştırırsanız daha iyi anlarsınız. (Fotoğraf aşağıda) Demirören Binası’nın çatı yüksekliği şu anda Cercle d’Orient’in üstündedir. Korkarım şu anda Emek'i "taşıyarak"(?) inşa edilmekte olan Cercle d’Orient’in  cephesi de “büyütülecek” ve çatı yüksekliği yanındaki Demirören Binası’na yaklaşacaktır. İşte bu İstiklâl Caddesi üzerinde sokak genişliği ile uyumlu bir ilişki içinde olan düzeni bozacak ve yeni yapılar “deve dişi” gibi duracaktır. (Demirören Binası’nın durduğu gibi) Bu eğilim devam ederse İstiklal Caddesi “boğulacaktır”.   



Bir anımı paylaşmak isterim. Konut olarak tasarlanmış ve kabası bitmiş bir inşaatın sahibi, finansal dar boğaza düşmüş para arıyordu. Kendisine bu olanağı sağlayabileceğimi söyledim ama öğrenmek istediğim konut yapmaya  nasıl karar vermiş olduğu idi. “Çevreye baktım iyi fiyatlarla konut satılıyordu” dedi. Ama bir iddiası vardı, bina “her şey” olarak kullanılabilirdi(!) Hastane? Tabii. Oysa asansör boşlukları hastane için düzenlenmemişti. Okul? Tabii. Oysa odalar sınıf büyüklüğüne uygun standartta değildi. Otel? Neden olmasın! Oysa o yapı otel olursa farklı büyüklükleri olan odaları satmak zorunda kalacaktı ayrıca asansör boyutları ve sayıları otel trafiğini kaldırmıyordu. Ofis binası? Pekâla olur. Kat yükseklikleri teknik alt yapıya yeterli değildi. Tabii ki hepsinin farklı otopark, havalandırma, merdiven ihtiyaçlarının olduğunu söylemem gereksiz. Bina yapımı bir bilim işidir.



Yukarıdaki örneği Topçu Kışlası ile ilgili olarak bir fikir vermesi açısından paylaştım. Önce şeklen yapalım ona bir işlev veririz anlayışı bana çok da doğru gelmiyor. Zaten değişen çağ ihtiyaçları onu ilk yapıldığı tarihteki gibi yapmaya olanak vermeyecektir, sadece görünüşü benzetilebilir. Yapılar onlara verilecek işleve göre tasarlanır. İşlev şekli belirler, şekil işlevi değil. Bu nedenle kullanım raporu belirlendikten sonra yapının teknik ihtiyaçlara göre tasarlanması ve çevreye vereceği ek yüklerin hesap edilmesi zorunludur. (Çevrecilik sadece ağaçları korumak değildir.) Örneğin bu yapı için ihtiyaç olan trafo, “soğutma” yapıları nereye yerleştirilecektir?  Topçu Kışlası’nın yaratacağı trafik akışının etki alanı, çevresel oksijen ihtiyacı, ilave yaratılacak egzoz gazı ve gürültü seviyesi, hava akımları, yeşil alan, otopark ihtiyacı ve konumu, yapının altından geçen metro yapısı ile olan ilişkisinin de dikkate alınması gerektiği kanısındayım. Topçu Kışlası'nın özgün halinin de bu açıdan irdelenmesi gerektiği kanısındayım. Ayrıca Topçu Kışlası'nın Beyoğlu ve o bölgedeki özel mülkler üzerindeki ekonomik tesirleri de dikkate alınmalıdır.



Mesleğimi yaparken meslekten gelmeyenlerin projeyi üç boyutlu olarak; en sonunda ortaya çıkacak binanın işgal edeceği alanı hayâl edemediklerini çok gördüm. İnşaat belli bir boyuta geldiğinde şaşıranları da gördüm. Bu nedenle maket ve animasyonlarla yatırımcıya ne ile karşılaşacaklarını anlatmaya çalıştım. Gene de örneğin temel kazıkları tamamlanmış bir binada yatırımcının üst yapıyı kazık çakılmamış alanları da kapsayacak şekilde büyütme isteği ve zorlaması ile karşılaştım.  Bugün medyada karşıma çıkan tartışmalarda yapılması istenen Topçu Kışlası’nın o meydanda nasıl bir yerleşime neden olacağının çok da anlaşılmış olmadığını görüyorum. Bu nedenlerle Topçu Kışlası’nın gerçek boyutları ile sahaya aplike edilmesi çok yararlı olacaktır. 


Melih Anık







2 Haziran 2013 Pazar

CNN-Penguen

Meslektaşlarımın pek çoğu benim anlatacaklarımı yaşamışlardır.

Türkiye’de bir otel yatırımı yapma kararı verilirken oteli kimin işleteceği çok önemlidir. Zira bu, bir uzmanlığın kullanılması yanında işleticinin dünya çapındaki ağından(müşteri potansiyelinden) yararlanma amacını taşır. O nedenle tasarımı sonuçlandırmadan önce otel zincirlerini ziyaret eder genellikle hepsinde mevcut olan ve “burnundan kıl aldırmaz” “baş mimar” ile görüşürsünüz. Baş mimar otelin standartlarını anlatır onların işletecekleri otelin nasıl bir mimari ve fonksiyonlara sahip olması gerektiğini dikte eder. Siz de İMF karşısındaki devlet memuru gibi içinizden geçenleri yüzünüze yansıtmamaya çalışarak dinlersiniz. Baş mimar oda büyüklüğünü, priz sayısı  ve yerleri gibi onlarca hususu belirtir. Örneğin odaya girer girmez, sol tarafta aydınlatma anahtarları döşemeden 51,5 cm yukarda olmalıdır. 51 olmaz, 52 olmaz.. Zira “bu otelin uzun yıllar sonucunda kazandığı tecrübenin sonucu oluşan bir standarttır”,  tartışılmaz bile. Size de not almak düşer. O görüşmede yanınızda otel fizibilitesi de vardır. Onu bırakırsınız. Baş mimar isteksizce alır ve yanına koyar.

Bir süre sonra baş mimar aracılarla size kendini hatırlatır. Bu fizibilitedeki rakamları sevdi demektir. Ama emin olmak ister. Otel fizibilitede gösterildiği gibi bir nakit akışı sağlayacak mıdır? İkinci toplantıda baş mimar ikna olmuş ise ki o anda gözleri Donald Amca’nın gözlerine benzer, otelin o meşhur standartları ikinci plana atılır. Odalar 3-4 m2, havuz 1-2 metre, bahçe 10-15 metre küçük olabilir. “Neden olmasın canım!” "Aydınlatma anahtarları da toleranslar içindedir zaten". Böylelikle yeni bir “standart”(?) oluşur. Bu yeni durumu hatırlatan bir ekleme, otelin ismine -genellikle otelin bulunduğu yere bakılarak- yapılır, “resort”, “agora”, “seaside”, “eagle” falan gibi. (Uydurduğum bu isimlere benzerlikler tesadüfidir) Bazen de yerel yatırımcının sessizleri alınmış soyadı eklenir dünya çapındaki otel zincirinin ismi yanına.

Ülkemizde son beş günde yaşananlara bakarak CNNTürk adıyla bilinen tv kanalının isminin değişmesi gerektiğini düşündüm. Muhtemelen “Türk” eki dünyaca marka olan CNN’e Türkiye’nin özelliklerini yansıtsın diye eklenmişti(başlangıçta).  Halkın  nasıl bir kararlılıkla sokağa çıktığını  görünce CNN yanındaki “Türk”, Türkiye’nin “ruhunu” anlatması bakımından anlamlı olabilir…..di.  Ancak kanalı yönetenlerin, o ruhu kavramadıkları, gazetecilik mesleğinin gereklerini yapmaktan çok uzak ve aciz oldukları, “sokak yanarken” kanalda penguenlerin hayatına ait belgesel yayımlamalarıyla ortaya çıktı. Bu bana “burnundan kıl aldırmayan” ve fizibilitedeki nakit akışı ile başı dönen "baş mimarı" ve de o çok ÜNLÜ ismine ek alan otel zincirini hatırlattı. Kanal yöneticilerinin  ve programcılarının aldıkları dolarları bırakıp gitmeleri olasılığına inanmadığım; hoş onlar gitse de ayrılanların koltukları soğumadan başkalarının koşarak o koltuklara oturacaklarına inandığım için bence kanalın isminde “ufak”(!) bir değişiklik yapılmasını ve kanalın isminin “CNN-PENGUEN” olmasını öneriyorum.


Melih Anık