16 Ekim 2012 Salı

Selim Atakan’ın Vişne Bahçesi “Twit”leri Üzerine


Selim Atakan, Vişne Bahçesi üzerine yazdığım yazıyla ilgili düşüncelerini son derece zarif “twit”lerle bana yazmış. Müzik alanındaki ustalığının sanatçı kişiliğinin bir yansıması olduğuna inandığım için ifadelerinde kendini ikinci plana atışın, tevazuundan geldiğini düşünüyorum. Değer verdiğim bir kişi olarak yazdıklarını anlamaya çalıştım. Beni lâyık gördüğü yer ve nazik ifadeleri için kendisine teşekkürlerimi sunarım.

Ben Engin Alkan’ın oyunlarını takip eden biriyim. Bunu onun açığını bulayım diye yapmıyorum.(Hiç kimseye karşı böyle bir niyetim yok.) Beni tanıyanlar kendimi ikna etmediğim oyunlara gitmediğimi bilir. Yani içinde seyretmeye değer bir şeyler bulmadığım oyunlara gitmiyorum,  yazmıyorum da. Yani gidiyorsam bence bir önemi ve değeri var demektir ama bu herkesin katıldığı bir düşünce de olmayabilir.  Bazen yaptığım listeye yetişemiyorum yani seyredemediğim oyunlar maalesef yanlış bir algılamaya neden olabiliyor.  Yazmak düşüncelerimi  “toparlamamın” bir yolu, bir keyif. Yazmışken de paylaşıyorum. Yani özellikle kişiye yönelik değil yazılarım. Bu nedenle Engin Alkan’ın “yaptığı her şeyi beğenenlere” yönelik ifadem bir küçümseme değildir. Benim beğendiğim pek çok şeyi beğenmeyenler var.

Ülkemizde eleştiri gündem oluşturmuyor, etkilemiyor, kararlara tesir etmiyor. Küçük bir azınlık içinde konuşuluyor ve unutuluyor. Doğrusunu isterseniz sahnenin eleştiriyi, eleştirinin sahneyi büyütmesini hayâl ediyorum ancak önümüzde çok uzun bir yol var. Tiyatro tüm alanlarıyla ülkenin genel atmosferinden payını alıyor.

Engin Alkan’ın çok seveni var. Hatta en son ben bir arama yaptım ve bir liste yarattım. (sfy.co/hASu#storify) Yazdığı “twit”i o listeye eklediğim Selim Atakan (sanırım) isminin geçtiğinden öylelikle haberdar oldu ve bana “twit”ler yazdı. Hazırladığım o listeden de görüleceği gibi Vişne Bahçesi’ni beğenenlere daha çok yer verdim. Öte yandan Engin Alkan’ın takip edildiğini oyunlarının dolu olmasından, oyun tanıtım yazıları ve bana yönelik yorumlardan biliyorum. Giderek kendi seyircisini yarattı Engin Alkan. Kendisiyle yapılan röportajlarda (en son TRT Türk’de seyrettim) Şehir Tiyatroları’nın repertuvarında kendi oyunlarının nerdeyse tüm ayı doldurmasından keyif aldığını gördüm. Bu bir sanatçı için olağan bir durumdur, abartmamak, hedefi seyirci ve de bilet satışı olarak koymamak kaydıyla. Zira bu giderek “başka” bir tiyatroya doğru yol almaya başlar, seyirci tiyatroyu kontrol eder hale gelir. Oysa tiyatro ortada bir yerdedir.  Engin Alkan anladığım kadarıyla ön hazırlığını çok ayrıntılı yapıyor, bu hazırladığı ve paylaştığı özel sayfalardan da belli ama ne yazık ki iş “seyirciyi eğlendirmek, hoşa gitmek” amacıyla sonuçlanıyor. Ben onun oyunlarında kaçırılmış fırsatı, heba edilmiş emeği görüyorum. Ama bu, ne emeği küçümsemek ne de yakalanan  fırsattaki ışığı görmezden gelme anlamına gelir. Olsa olsa “hayıflanmadır”.

Beğenmediğim bir oyun olursa hiç bir şey söylememe özgürlüğümü kullanıyorum” diyen Selim Atakan, geçen sene Afife Ödülleri’ndeki adaylığını ve neredeyse, alacağı bir ödülü reddetti, içinde bulunduğu çevrede dışlanmayı göze aldı. Demek ki o bile “susamıyor”.  Onun bu yaptığının ne kadar önemli olduğunu ve övgümü  daha önce kendisine de yazdım. Selim Atakan doğruluğuna inandığı ve düşündüğü yolda yürüdü. Ben de hayatımda (dolayısıyla) yazılarımda doğruluğuna inandığım ve düşündüğüm yolda ilerlemeyi hedefledim. Bu nedenle sanırım beni en iyi Selim Atakan anlar.

Selim Atakan’ın yazılarımın “konsantre” olması konusundaki tavsiyesini dikkate alacağım. Benim  “puantajım”, oyunu yazmış olmamda gizlidir zaten. Ama bu diğer oyunların seyredilmemesi tavsiyesi değildir.    

Melih Anık

15 Ekim 2012 Pazartesi

Oyun Atölyesi'nde ENOBARBUS NEREDE?


Tiyatro Dünyası’nın forum gurubundan B.Karakaya imzalı bir mesaj aldım. Oyun Atölyesi’nin Antonius ile Kleopatra isimli oyununu duyuruyordu. Haberin nereden kaynaklandığını bilmiyorum ama bir basın bildirisi gibi görünüyordu. Duyurunun altındaki “Online bilet almak için tıklayınız” ile telefon numarası Oyun Atölyesi gişesine yönlendiriyordu sizi. Bu haberin, Oyun Atölyesi’nden çıktığı kanaatini kuvvetlendiriyordu.

Haberin içeriğinde benim dikkatimi çeken satırlar şunlar:
Oyun Atölyesi’nin 2011-2012 sezonunda ve “London 2012 Cultural Olympiad”ın bünyesinde yer alan ve “Shakespeare’s Globe’s 2012 International Shakespeare Festival”in davetlisi olarak Mayıs ayında Londra’da sahnelediği “ANTONİUS İLE KLEOPATRA” bu sezonda yine Oyun Atölyesi’nde seyirciyle buluşuyor.”

Mayıs ayında Londra’da sahnelediği ’ANTONİUS İLE KLEOPATRA’ bu sezonda yine Oyun Atölyesi’nde seyirciyle buluşuyormuş” demek ki “Enobarbus ve Kevork Malikyan” var dedim kendime. Takip eden paragrafı okuyunca yanıldığımı anladım.

Shakespeare’in en ünlü oyunlarından olan Antonius ile Kleopatra’da Haluk Bilginer Antonius, Zerrin Tekindor Kleopatra, Mert Fırat Cesar, Emre Karayel Pompeius rolüyle seyirci karşısına çıkıyor. Oyunun diğer rollerini Onur Ünsal, Muharrem Özcan, Evrim Alasya, Gözde Kırgız, Zeynep Alkaya, Tuğçe Karaoğlan, Mehmet Özbek paylaşıyor.”

Enobarbus nerede? “Dağa mı kaçtı?” Yoksa “oyunun diğer rollerinin içine mi gizlendi?” Kevork Malikyan’ın olmadığı kesin de belki onun canlandırdığı Enobarbus’un repliklerini diğer rollere dağıtmışlar ve “yine, yeniden”  bir “çağdaş(?) Shakespeare okuması” yapmışlar mıdır dersiniz?

Bunu sizden bekliyorum  tiyatro portalları! Yoksa gene “kes-yapıştır” mı  yaptınız? Oyun Atölyesi’ne soracak mısınız? Yoksa gene “taşıdığı malı bilmeyen hamal” mısınız?

Ey seyirci sen sor  "ENOBARBUS NEREDE?" diye, "portal"lar sussa bile... Zira bu soru senin tiyatroya ne kadar sahip çıktığını gösterecek!

Melih Anık

12 Ekim 2012 Cuma

Üstün Akmen'e Teşekkür Eden Kemal Başar ile Hamlet Üzerine “Twitleşme”…


Basit bir “twit” yazışması bazen (bence) önemli bir konuyu içeriyor. Kemal Başar ile olan yazışmamızda da böyle oldu.

Kemal Başar yazdı: “Yönettiğim prova aşamasındaki Hamlet'e desteği için Sn. Üstün Akmen'e teşekkürlerimle. http://evrensel.net/news.php?id=37976” Verdiği sayfaya gittim. Evrensel Gazetesi’nin Kültür Servisi imzalı bir haber. Aradım taradım Üstün Akmen adını göremedim. Kemal Başar’ın Üstün Akmen’e teşekkür nedeni ne olabilirdi? Üstün Akmen Evrensel yazarı ama “haber”in içinde şu ifadeler ile gerçek durumu anladım:

 ”son yılların başarılı ve gözde yönetmeni Kemal Başar yönetiyor”
“Sahnede söylemek istediğini rahatça ve anlaşılabilir biçimde ifade edebilmek için sahneye koyduğu her oyunda metni eğip bükmesiyle tanınan Kemal Başar’ın 'Hamlet'te de seyirciyi ruhundan yakalayacağı umut ediliyor. Diğer taraftan, Kemal Başar’ın 'Hamlet' ile dünyadaki ve Türkiye’deki insanlara neler söyleyeceği, ne gibi iletiler sunacağı; 'Hamlet' ile bireyin yalnızlığına ve erdem kavramına nasıl vurgu yapacağı tiyatro çevrelerinde merakla beklenmekte.”

Bu satırlar, alışılmış bir “kültür servisi” haberinin ötesinde bir yorum yapıyor. Kemal Başar ve CEF Tiyatro bu haberi bir basın bildirisi olarak böyle yazmamışlardır. Kültür servislerinin ne yaptığı da biliniyor. Gazetede boşluk bulabilirlerse kendilerine gönderilen haberi “kes-yapıştır”la diziyorlar.(Hatta tiyatro portalleri de aynısını yapıyor!)  O halde bu “haber”e  “dokunan” biri var o da anladığım kadarıyla Üstün Akmen zira Kemal Başar ona teşekkür ediyor. Ama Üstün Akmen neden haberin altına imzasını koymuyor?

Bunun üzerine ben de Kemal Başar’a bir twit yazdım: “Altında imzası olmadığı halde 'haber'in Üstün Akmen tarafından yazılmış olduğunu belirtmiş olmanız çok iyi oldu.”

Bu "twit"e Kemal Başar’ın cevabı yeni bir başlık açtı: “Ne var bunda? Çok mutlu oldum. Tiyatronun, hele bugünlerde, desteğe ihtiyâcı var. Selamlar.”

Ben bildim bileli bizim tiyatromuzun her zaman desteğe ihtiyacı oldu. Bu ihtiyaç taleplerinin tiyatroyu “kurtarılması” gereken bir duruma düşürülmesinde katkısı var diye düşünüyorum. Kemal Başar “hele bugünlerde” ile içinden geçtiğimiz tüneli vurguluyor. Ancak şu da gerçek ki tiyatromuz bugüne kadar kendisine yapılan kişisel desteklerle bir yere varamadı. Kendi sütunlarını kendi istedikleri zaman inayet dağıtır gibi tiyatroya ayıran ve de konuyla ilgisizlikleri tartışılmayacak kadar açık olan Hıncal Uluç, Fatih Altaylı, Onur Baştürk, Nazlı Ilıcak’lardan medet uman tiyatro son zamanlarda onlardan gelen beklenmeyen çıkışlar karşısında tiyatronun gerçek kalemlerine kulak vermemenin bedelini ödemeye başladı. Bu sis pus ortamında Üstün Akmen gibi bir eleştirmenin kendi ismini saklayarak bir haber “tasarlamasını” tuhaf buldum. Kaldı ki övgüyü, “haber” gibi kamuya ait bir başlık altında vermenin sanki bu konuda tüm kamunun hemfikir olduğu gibi bir algıya ve de yönlendirmeye neden olmasının yanlışlığı da açık değil mi! "Haber" haber gibi olsa daha iyi değil mi?  Aynı gazetede sütunu olan Üstün Akmen, satırların arasına gizlenip saklanacağına  yukarıdaki satırları kendi köşesinde verse daha doğru olmaz mı?  Ülkemizde eleştirmenin, sevdiği tiyatrocuların “reklâmcısı” olduğunu, taraf tuttuğunu  ve  bunun sonuçlarını üyesi oldukları jürilerin seçimlerine bakarak anlamıyor muyuz zaten! “Haber içine gizlenen eleştirmen” bu algıyı büyütmez mi? Üstün Akmen'in dostu, arkadaşı olmayan tiyatrocuya haksızlık değil mi?

Sanırım Kemal Başar’ın “Ne var bunda”sına cevap verebilmişimdir. Zira bu 140 karaktere sığmayacaktı. Ama şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Kemal Başar teşekkür etmese kuşkulansak bile perde arkasını göremeyecektik.Ben de kendisine teşekkür ederim.

Bu vesile ile sahnelediği oyunları ilgiyle takip ettiğim yönetmen Kemal Başar’ın Hamlet’ini merakla beklediğimi belirtmek isterim.  Arda Aydın’ın Hamlet olması da beni daha çok heyecanlandırıyor.

 Melih Anık      

6 Ekim 2012 Cumartesi

Oyunu Görmeden Vişne Bahçesi’ni Yazdım


Hasan Ağa’nın Karısı ekibinden Elçin Hanbay bir twit yazmış: “kendisinin ilginc bir yöntemi var oyunlari izlemeden elestiriyor :))”.  “kendisinin” dediği bendenizim efendim. Hasan Ağa’nın Karısı oyununa davet etmesine rağmen davetine icabet etmediğim Elçin Hanım, benim  seyretmeden eleştirdiğimi ima ediyor. Demek ki benim Kültür A.Ş. ile ilgili yaşananları anlattığım yazıyı oyun eleştirisi sanmış. Aslında bir “oyun”un eleştirisi var da o “tiyatro oyunu” değil. Ama bana ilham verdi, Vişne Bahçesi’ni seyretmeden eleştireceğim. Bu eminim ki Engin Alkan’ı da çok memnun edecek(!)

Aslına bakarsanız ben düşüncelerimi paylaşıyorum, eleştiri de işin bir parçası. Bu yazım da internette paylaşılan bir dakikalık bir oyun sonu görüntüsündeki dekora bakılarak yapılmış bir deneme, dekora bakarak yorumu anlama çabasıdır. Sırası gelmişken söylemeliyim ki ben, sahne açıldığında dekordan edinilen ilk izlenimin çok önemli olduğunu, dekorun seyirci için oyunun bir özeti olduğuna inanırım.

Gördüğüm dekor şu: Sahneyi üç tarafından kapatan ve üzerinde dikdörtgen delikleri olan bir duvar; döşeme çimli bir toprak. Sahnenin ortasında tavandan sarkan dal parçaları var.

Bu dekora bakarak ben şunları “okudum”:

Her şeyden önce sahne yeraltını simgelemiş, vişne ağacının toprak altındaki kısmı. Tavandan sarkan dal parçaları ise avize çağrışımı yaparken asıl anlatmak istediği ağacın kökleri. İnsanlar yer altında. Bu geçmişi çağrıştırıyor ve insanlar kökün parçalanmış dalları gibi görünecek oyun boyunca. Köke tutunan yarına kalacak meyvayı, çiçeği besleyecek. Tutunamayan ise o toprağa gömülecek (gömülmüş) ama toprağı zenginleştirmiş olacak. Sahnede görmediğimiz “yarın” yani ağacın gövdesi, dalları ve yaprakları,  sofitanın dışına taşıyor. Orada dalları ile muhteşem bir vişne ağacı hayâl ediyorum. Çehov’un karakterleri, içinde yaşadıkları karanlıktan hep yüz yıl sonrasının aydınlığını hayâl etmiyor mu?

Sahneyi saran, üzerinde dikdörtgen delikleri olan duvar bir saksı da olabilir. Delikler saksının içindeki fazla suyu akıtmaya yaradığı kadar, kökün “havalandırmasını” da sağlıyor belki de. Ama öte taraftan bu delikler bir hücre kapısındaki deliklerini de hatırlatıyor insana. Burası bir hapishane mi yoksa, mahkûmun gözetlendiği ya da yemeğinin sürüldüğü, dışarıdan gelen seslerin süzüldüğü bir açıklık mı? Saksı, herkesin kendi mekânı olarak alınsa insanın mezarını  kendi içinde taşıması çağrışımına ne kadar da açık! Çehov’un dünyasındaki insanların sıkışmışlığına bir gönderme olarak da anlamlı. Çok daha kötümser bir yorumla insanlar toprak içindeki böcekler gibi…

Her ne ise dekorun bu çırılçıplak çağrıştırdıkları beni meraklandırdı. Birkaç saat sonra oyunu seyredeceğim. Bakalım bana resim olarak “konuşan” dekor, piyeste nasıl bir dünyanın kapılarını açacak önüme? Dileğim benim bu kadar anlam yüklediğim bir dekor “harcanmış” olmasın. Eğer dekorun söyledikleri piyesin yorumuna nakşedilmiş ise farklı bir Çehov seyredeceğim demektir. Dekor, klâsik bir Çehov algılaması ve yorumunun olmadığını gösteriyorsa da dekorla tamamlanan bir yorumun tutarlılığı beni daha çok heyecanlandırıyor.

Elçin Hanbay, oyunu seyretmeden yaptığım bu "kendi kendime konuşmayı" da eleştiri sayar mı acaba?

Melih Anık

Not:
Twitter’da önüme düştü: “Özgün Akar @hayat_sanat Hazırım Vişne Bahçesi! Kitap ve makaleler okunuldu, film izlendi artık geriye büyük ustanın Çağdaş Bahçesine girmek kaldı” Oyun öncesi böyle hazırlık yapan birini okumaktan nasıl da memnun oldum. 

3 Ekim 2012 Çarşamba

Digitürk Üyeliği’nin "İnce" Tarafları


3 Ekim 2012 tarihi itibariyle yaklaşık on senelik Digitürk üyeliğimi iptal ettim. Yaşadıklarımın bilinmesi amacıyla bu yazıyı yazıyorum.

Digitürk çağrı merkezine yaptığım müracaatta eski aboneliğimin bu yeni dönem için karşılığının yaklaşık %20 oranında zamlandığını öğrendim. Geçen yıla göre Digitürk yeni “paketler” yaratarak bu artışı anlamlandırmaya çalışmış. İyi de değeri düşen Süper Lig esaslı bir paket  nasıl oldu da yıllık enflasyondan daha çok değerlendi?

1 Ekim 2012 Pazartesi

İŞTİSAN’ın 30 Eylül 2012 Tarihli Bildirisi Üzerine


30 Eylül’de İstisan bir kamuoyu açıklaması yaptı. Mimesis’in “protesto eylemi” diye nitelediği  açık hava toplantısında Levent Üzümcü o güzel tiyatral vurgusu ile okudu. Meydandakiler etkilendi, alkışladı, sloganlar atıldı. Kardeş Türküler ile coşuldu. Şimdi o havadan sıyrılmış olarak önümdeki bildiriye yeniden bakıyorum.

Tekrarlanan tema “sokaktayız” idi.

Bu tür sokak toplantıları daha önce de yapıldı. 7 günlük eylem şaşırtıcı, takdir edilecek bir eylemdi. O eylemlerde hem dayanışma hem de tiyatronun olmazsa olmalarından biri  olan seyirci ile bütünleşmede önemli bir yol alınmıştı. Artık “bir kez daha sokakta” olmanın elle tutulur bir hedefi ve anlamı olmalı. Örneğin izlenen yoldaki yeni bir aşama duyurulmalı, gelecekteki somut hedef açıklanmalı. Ben bu düşüncelerle baktım eyleme ve bildiriye.

Bildiri bilinenleri, olanları tekrar ediyor. Hepsi de haklı ama siz ne yapıyorsunuz sorusunun cevabı yok eylemde. Evet “yapılanlar kabul edilemez”, evet “susmayacağız” evet evet… de ..

Açık hava toplantısında “Bilinmelidir ki, savunabileceğimiz bir yönetmeliği muhatapları ve kamuoyuyla bir an önce paylaşabilmek adına çalışmalarımızı da sürdürüyoruz…”  dediniz. Oysa siz, daha önceden de yönetmelikler sunmamış mıydınız? Onları savunamıyor musunuz? Yeniden mi yazıyorsunuz? Ne zaman sunacaksınız? (Meselâ zamanı açıklamak açık hava toplantısını anlamlı kılabilirdi.) Öte yandan şöyle bir korku yaşıyorum. Sizin “muhatap” gördükleriniz sizi “muhatap” almazsa  ne yapacaksınız?

 Toplantının çağrı kelimesi “rağmen”… Yani “her şeye rağmen perdelerimizi açıp seyircilerimizle buluşacağız” diyorsunuz da bu, sizin tarafınızdan mı yönetiliyor?  “Perdelerimizi açmıyoruz” diyemeyen “perdelerimizi açıyoruz” diyemez.  Zira başkası “perde” diyor ve siz sahneye çıkıyorsunuz. Ben eylemlerin en önünde yer alanların yeni sezonda yeni oyun yöneteceğini gördüğümde -hak verdiğim- Mefisto'yu hatırlıyorum. Tiyatrocunun damarlarında akan kan, sahneden besleniyor, biliyorum. Ama kusura bakmayın “seyircimizle buluşuyoruz” ifadesi bir iradeyi göstermiyor, yaptığınıza “kulp” takıyorsunuz gibi.

“Sanatın gücünü binlerce kez yeniden anladığımız sahnelerimizde korkularımızı gökyüzüne salarken, hep gelip geçecek “İktidar”lara soruyoruz: “Neyle anılır tarih, nedir insanlığın geçmişinde kalıcı olan?” Yanıt bekliyoruz…” Sizin çok iyi bildiğiniz dilden söyleyeyim, “Godot” gelmeyecek.  Sizi gözden çıkarmışlardan yanıt beklemek de taktiksel bir hatadır.  

Bekleyerek bir yere varılmaz , sokak eyleminin de sınırı var.  Şimdi önce muhatabı “oluşturmak”, yanıt  ALMAK ve tabii ki bir an önce nasıl yönetilmek istendiğinize karar vermeniz gerekiyor. Ama en önemlisi “dağılmamak”…

“Ama Şehir Tiyatrolular olarak bugün bir kez daha sokaktayız. Repliklerimizi sahneye bıraktık.” diyorsunuz.

Sorununuzun çözümü repliklerinizde var, repliklerinizi sahipsiz bırakmayın ve onların içinde durumunuza uyanları hatırlayın.

Biz seyirciler o replikler ile yolumuzu aydınlatıyor, şifa buluyoruz.

Melih Anık