25 Nisan 2012 Çarşamba

Onları İyi Tanıyın!


Siz onları, sizin gibi, imamın kulaklarına üflediği isimleri ile tanıyorsunuz.
Siz onları nüfus cüzdanlarındaki doğum tarihlerine bakarak “yaş”landırıyorsunuz.
Siz onları meydanlardaki binlercesine bakarak “sayıyor”sunuz.

Yanılıyorsunuz.

Milyonlarca ismi var onların.
Yaşları tarih kadar eski, milyonlarca.
Çok kalabalık, milyonlarca onlar.

İnsan ne zaman var olduysa onlar vardı çünkü. Tarihi yazdı onlar. Kral baş tacı, padişah yere yeksan edilirken “ordaydı”, tiranın zorbalığına, aforoza direndi onlar. Giden bir iz bıraktı geride. Bugünü geleceğe onlar taşıyacak dua edin de “iyi” kaydetsinler sizi tarihe.

Onların sözlerine kulak verin bir repliğiniz olsun sizin de, işinize yarar bir gün. Açın gözünüzü iyi seyredin onları, bir “karakter”iniz olsun kullanacağınız, kendinizden sıkılınca ya da en umarsız yalnızlığınızda.

İstiklâl Caddesini  dolduran binlere bakıp da o kadar sanmayın yani. Sesleri tarihe ulaştı, sığamadı alanlara milyonlarca kişi görmediniz mi? Mücadele edilmez onlarla, sizden çok daha kalabalık, sizden daha yaşlı, bilge oldukları için.

Düşmanıma dilemem onların sahnesine düşmesin.  

Allah sizi korusun!

Melih Anık 

20 Nisan 2012 Cuma

Tiyatrocular! Siz Onları Cenazenizde “Görürsünüz”!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İBBŞT) Genel Sanat Yönetmenleri, yeni yönetmelikle ilgili bir basın toplantısı düzenledi. Çeşitli tarihlerde kurumda Genel Sanat Yönetmenliği yapmış Hamit Akınlı, Hayati Asılyazıcı, Erol Keskin, Gencay Gürün, Taner Barlas, Şükrü Türen, Nurullah Tuncer, Mazlum Kiper, Orhan Alkaya, Ayşenil Şamlıoğlu konuştu.

29 Mart 2009 yerel seçimi sonucunda sandıktan çıkan oy oranlarına göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’ni oluşturan Başkan dahil 301 üyenin dağılımı şöyle:  Başkan, AKP 176, CHP 111, MHP 2, SP 4 ve DSP 7.

Anladım ki 301 üyenin HİÇBİRİ değişen yönetmelik ile ilgili Genel Sanat Yönetmenleri’nin herhangi birisi ile görüşmemiş.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde İstanbul’un 35 ilçesinden 35 İlçe Belediye Başkanı var.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’ni oluşturan Başkanlar içinde “tiyatro”ya ödül verenler, tiyatro salonları açanlar, tiyatrocu cenazelerinde  en önde selama ve “sahneye çıkanlar” var.

Anladım ki HİÇBİR Başkan değişen yönetmelik ile ilgili Genel Sanat Yönetmenleri’nin herhangi birisi ile görüşmemiş.

Dün onlardan HİÇBİRİ aranızda, yanınızda değildi.

Tiyatrocular! Anladım ki siz, onları cenazenizde “nutuk atarken” görürsünüz!

Onların tahsis ettiği salonları kullanmak, düzenledikleri ödül törenlerinde ve festivallerde yer almak, gösterilerinizde en önden yer vermek, seslendirmelerini yapmak, faaliyetlerine işinizle katılmak zorunda da olsanız umarım diyeceğinizi musalla taşına bırakmazsınız.

Melih Anık

19 Nisan 2012 Perşembe

Türk Sineması ve Türk Tiyatrosu'nu Karşılaştırmak

Selahattin Yusuf ‏ “Sinema uluslararası arenada 1970'lerden beri başarı ve tanınırlık elde etti; peki tiyatro?” demiş.Bu düşünce ilk bakışta sağlam gibi duruyor ama gerçekten öyle mi? Cevabı 140 karaktere sığmaz.

Öncelikle “başarı ve tanınırlık”tan ne kastediliyor? Sanıyorum kastedilen uluslararası alanda ödül, alkış almış olmak, yabancı seyirci ile buluşmaktır. Geçmişi dünyaya göre kısa olan tiyatromuzda pek çok oyun ve kişi uluslararası alanda seyirci ile buluşmuş, ödül ve beğeni kazanmıştır. Keşanlı Ali Destanı, Mehmet Ulusoy ilk akla gelenlerdendir, başkaca örnekler verilebilir.  Ayrıca pek çok yönetmen yabancı diyarlarda oyun sahnelemiş,  sahnelemekte, oyuncu  sahneye çıkmış, çıkmaktadır. Tiyatrocularımız dünyadan davetler almaktadır. Türkiye’ye yabancı yönetmenler gelmiş, ülkemin tiyatrocuları ile birlikte çalışmış ve başarılı oyunlar sahnelemişlerdir. Onlar da görmüşlerdir ki Türk Tiyatrosu’nun yönetim, oyunculuk dallarında  dünyadan geri kalır bir yanı yoktur. Bunu dünyada “erbabı” bilir. Kastedilen  Türk yazarlarının oyunlarının yurt dışında sahnelenmesi ise o da olmuştur, olmaktadır.

Sinemanın finans yaratma kapasitesi, devletin sinemaya yaptığı maddi katkıların büyüklüğü ile tiyatroya yapılanları karşılaştırdığımızda sinema tiyatro karşılaştırmasının çok da hakça olmadığı ortaya çıkar. Bu anlamda dünyada da tiyatro benzer sorunlarla karşı karşıyadır. Bu nedenle tiyatro, dünyanın her tarafında devletin de içinde bulunduğu bir yapıyla yaşatılan bir sanattır. Ama tiyatrosu tanınmış ve başarılı sayılan ülkelerde devletin ne yaptığını da iyi anlamak gerekir.
Öte yandan zırt pırt işine karışılan, ulaştığı seyirci sayısı bu kadar az olmasına karşın özel ve kamu ayırt etmeden bürokrasinin bir türlü kontrol etmekten vazgeçmediği tiyatromuz, derdini “dolaylı” yollardan anlatmak zorunda kalmaktadır.  Dünya tiyatrosunu bilenler  o dünyaca tanınan ve başarılı oyunların nasıl bir atmosferde  doğduğunu da çok iyi bilmektedir. Selahattin Yusuf  o ülkelerde tiyatro erbabının işine karışılmamış olduğunu da biliyordur umarım. Tiyatro, tiyatrocularla yönetilir, parasını devlet verse bile. 

Yanılmıyorsam Türkiye’de yıllık satılan bilet sayısı sinemada 35-40 milyon civarında iken tiyatroda 5 milyondur. Bir sanattan uluslar arası alanda başarı ve tanınırlık beklemek için öncelikle o sanatın yerel olarak seyircisinin olması gerekir, özellikle tiyatro gibi ancak kendi dilinde yapıldığı zaman anlaşılan bir sanatta. Ama o da yetmez. Fenerbahçeli Alex, kendi ülkesinde tiyatro seyretmeyi özlediğini söylemiş. Zira tiyatro yan yana oturduğunuz insanlarla yaşadığınız duygu birlikteliği ile yani seyirci ile tamamlanan bir sanattır. Tiyatro ortak dildir, alkıştır, salonu saran “ruh”, gıcırdayan koltuk, salonun içinde esen sıcaklıktır, sahneye atılan bir söz, tam zamanında sahneden seyirciye atılan bir repliktir. Tiyatro hoş görü alanıdır. Sahne tiyatrocunun özgürlük alanıdır. Tiyatro dokunulmaz olmalıdır.

Öte yandan sinemamızın dünyada tanınmasına kapı açan filmlerin ülkemde nasıl bir baskı altında kaldığını da unutmamak gerekir. Şimdi onları unutup sinemanın bugün geldiği başarı ile övünmek ne kadar samimidir?  Zira sinemamızın kazandığı görece dokunulmazlıkta göz yaşı vardır. Ama ülkemi tanıtan filmler ülkemde halâ seyirci bulamamaktadır. Yani uluslararası alanda “başarılı ve tanınır sinema” dediğinizde aslında kendi ülkenizde ancak tiyatro kadar seyirciye ulaşan bir işten bahsettiğinizi de bilmeniz gerekir.  Yaygın bir sanat olması dolayısıyla sinemanın dünyadaki başarısını belirleyen değerlendirme kıstaslarına da iyi bakmak gerekir. Zira koşulları gereği, dünyada sinema dünya siyasetinden de payını almaktadır.  

Şunu da hatırlatmak isterim ki İran sineması uluslararası alanda tanınıyor ama kendi ülkesinde “yok” sayılan İran tiyatrosu tanınmıyor.

Şu unutulmamalıdır ki  sinema tiyatrosuz yapılamaz. Sinemamızın geçmişinde tiyatrocularımızın payı çoktur, o tanınan ve başarılı sinemanın arkasında tiyatromuz vardır.  

Sinema ile tiyatroyu karşılaştırmak her iki sanattan en az birini iyi bilmekle ve de gerçekleri görerek samimi olarak dile getirebilmekle mümkündür.

Melih Anık

18 Nisan 2012 Çarşamba

Aziz Yıldırım’ın Savunması’ndaki Ayrıntı

Aziz Yıldırım’ın savunmasındaki bir cümle çok da dikkat çekmedi. O cümle şuydu:

“Büyük Fenerbahçe camiası sivil toplum örgütü olarak ülkemizin geleceği için artık bir şeyler yapmanın gerekliliğini görmeli ve buna göre tavır almalıdır”

Aziz Yıldırım ne demek istiyor acaba?

Melih Anık

6 Nisan 2012 Cuma

‘İki Elin Parmağı’na

Demişsin ki: "Ödül töreninden bir süre sonra Yapı Kredi kanadı benimle bir araya geldi ve 'Olup bitenler kurum olarak bizi yıpratıyor. Bu işi lâyığıyla yapmak için desteğe ihtiyacımız var. Basından oyun izleyen, tiyatroyla ilgilenen kim varsa isimlerini istiyoruz' dedi. Tek tek saydım, iki elin parmakları kadar olmamızdan da utandım."

Ben senin söylediklerinden utandım, 'Tiyatro izleyen basın'ı, kendinden ve kendini "iki elin parmaklarından" saymandan!

Ayrıca "Yapı Kredi kanadı"ndan utandım, tiyatroculara soracaklarına basına sormuşlar!


Meğerse destek olunca yapacaklarmış. Ne demek istiyorlar anladın mı?


Her “Afife Jürisi” kendini “tiyatronun hâmisi” sanıyor ya bu da ona benziyor, sen de “basının sözcüsü”( !) olmuşsun! İşe de başlamışsın hemen.


Ayrıca anlamadım kim bu “Yapı Kredi kanadı”. Bir zamanlar Yapı Kredi’nin sembolü “leylek”ti, onun kanadı olmasın!

Ama "kanat", bir gerçeği ifşa etmiş, o da “olup bitenlerden haberdar, bu işi layığıyla yapamadığının  ve yıprandığının farkında” Eline yüzüne bulaştırmış demek daha doğru ya, hem de yıllardır!

Ama söz almışsın, “Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri İcra Kurulu Başkanı Salih Başağa ve Yapı Kredi Sanat Danışmanı Haldun Dormen'den, seneye yönetmelikteki bu saçma kısıtlamayı(75 kişi) ortadan kaldırmak için çalışacaklarını söylemişler” Onlar kaç yıldır kaldıracaklar ama hep “gelecek yıl”! Sana söz vermişler ya bu sefer olur, (belki)! Ama unutma "çalışacaklar"!

“Jürinin daha çok oyun izlediği”ne de tanıklık ediyorsun ama “Afife jürisinin güvenilirliğini tamamen yitirdiğine” inanıyorsun! Söylediklerine inanıyor musun yani? Nasıl oluyor bu? Olur olur, henüz "3 yıl olmuş"!

Yazının başlığı “Ah Afife vah Afife!”

Bence “Ah Tiyatro vah Tiyatro”!

Melih Anık

2 Nisan 2012 Pazartesi

TEB’in YEDEK “Onur Kurulu”

Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin 17 Mart 2012 tarihli Genel Kurul Toplantısı’nda yapılan seçimler sonucunda birliğin kurulları belirlenmiş. Bir husus dikkatimi çekti, asil ve yedek “Onur Kurulu” seçilmiş:


ONUR KURULU (ASİL) 1. Seçkin Selvi, 2. Sevda Şener, 3. Zeynep Oral
ONUR KURULU "(YEDEK) 1. Melisa Gürpınar, 2. Sevgi Sanlı, 3. Özdemir Nutku


Bana tuhaf geldi, “yedek” “Onur Kurulu” üyesi olur mu?


TEB’in tüzüğüne baktım, “Onur Kurulu” şöyle açıklanıyor:


“ONUR KURULU
Madde 12- Genel Kurul'ca, üç asil, üç yedek üyeden oluşan bir Onur Kurulu seçilir.Onur Kurulu, Birliğin çalışmalarını zorlaştıran, engelleyen, aleyhine çalışan üyelerin üyelik durumlarını görüşür, inceler ve karara bağlar. Kararını, gereği yapılmak üzere Yönetim Kurulu Başkanlığı'na bildirir.Yönetim Kurulu tarafından havale edilmedikçe, üyelerin bu gibi durumları Onur Kurulu'nda ele alınıp görüşülemez.”


Gerçekten de tüzükte varmış bu “asil, yedek” tanımı. Onlar da tüzüğün gereğini yapmışlar.


Ben ilk okuduğumda “Onur Kurulu”nu kendisi “onurlandırılan” kişilerden oluşan bir kurul diye anladım, varlıkları ile “tiyatroya onur katan” kişiler yani. İnsanın aklına bu minvalde şeyler geliyor önce. Ama tüzüğü okumadan aklıma başka bir şey geldi. Kurullar yaptıkları işe göre isimlendirilir ya, yönetecekse “yönetim kurulu”; denetleyecekse, “denetim kurulu” gibi. Ben de “Onur Kurulu”nu, “onur veren” bir kurul diye anladım, “onurlandırılması gerekenleri seçen kurul” yani. Öyle değilmiş. Onur Kurulu, “Birliğin çalışmalarını zorlaştıran, engelleyen, aleyhine çalışan üyeleri inceler ve karar verirmiş.” Ama kendi kendine de bu işi yapamıyor, Yönetim Kurulu’nun ona havale etmesi lâzım. Meselâ, Onur Kurulu’ndan bir üye  böyle bir üyeyi tespit ederse Yönetim Kurulu’na söyleyecek, Yönetim Kurulu da aklına yatarsa durumu görüşmesi için Onur Kurulu’na havale edecek. Onur Kurulu sonunda bir karar alırsa onun gereğini yapacak  olan da Yönetim Kurulu.  Çok “onur”suz bir durum! Peki neden “yedekleniyor” bu kurul? 3 kişi bir araya gelemiyor diye mi? Allah vermesin birisi hastalansa ya da vefat etse “iş yarım kalmasın” diye mi? Madem 3 kişinin kararı yeter, Onur Kurulu’nu iki katı(6 kişi) üyeden yap bir araya gelebilen üçü karar versin. Onur Kurulu'na seçilen üyeler isimleri ve geçmişleri ile Türk Tiyatrosu’nu “onurlandıran” kişiler. Onlara ayıp olmuyor mu? Kaldı ki "havale eden" ve de "kararı uygulayan" Yönetim Kurulu, Onur Kurulu'na ne gerek var? Zaten TEB'in tüm üyeleri "onur"lu.


Aslına bakarsanız TEB’in tüm üyelerinin  “Onur Kurulu”ndakilerden eksik kalır yanı yok. Ama seçim sonuçlarına bakarsanız kimi Yönetim Kurul üyesi(asil,yedek), kimi Denetleme Kurul üyesi(asil,yedek) olmuş. Bu da gösteriyor ki TEB’in kurullarını oluşturmak için yeterli üyesi yok. Birlik yürüsün diye ikna edilenler kurullara seçilmiş(!)


Ben dernekçilik yaptım, ne belâlı bir iş olduğunu biliyorum. Anlamadığım, TEB’in üyeleri, çoğalmak mı istemiyor yoksa mesleğin “onur”unu korumak için kendilerinden başkasını mı “göremiyor”?


Melih Anık