10 Aralık 2015 Perşembe

Ekip Tiyatro'nun Avrupa'sını Seyretme Serüvenim

Avrupa'yı seyretme sürecim serüven gibi oldu. Bu yazı bu serüveni anlatır.  

Sezon başında topluluklar yeni oyunlarını açıkladıklarında ilgimi çeken oyunlardan biri Avrupa olmuştu. Bunun en önemli nedeni yazarının David Greig olmasıdır. Avrupa'nın gösteri tarihlerini takip etmeye başladım. İstanbul'a dönüşüm Aralık başını bulunca tiyatro seyir programım da sıkıştı. Bu nedenle Avrupa'yı ilk önüme çıktığı tarih olan 8 Aralık'da seyretmek istedim. Daha önceden tanıdığım bir oyuncuya mesaj atarak o akşam kapıda kalmayacağımın garantisini almak istedim. Bana sandalye koyacak bile yer olmadığını söyledi. Bu noktada bir açıklama yapmak isterim. Seyretmek istediğim oyunlar için davetiye beklemiyor kendi biletimi alıyorum. Ancak oyuna bilet bulma güçlüğü varsa bu tür temaslara geçiyorum. Bu durumda da karşımdaki kişiden bir jest bekliyorum. Bu 'jest' davetiye değil, genellikle her tiyatroda olan son dakika için ve sınırlı sayıda saklanmış koltuklardan birinin para ödemem koşuluyla tahsisi ya da benim için konulacak biletli bir sandalye. Kendine göre kişisel bir nedeni yoksa(oyunu seyretmemi istememek, benim bilmediğim şahsıma karşı bir tavır, ya da uğraşmaya üşenmek) hep olumlu sonuç aldım. Mesaj gönderdiğim kişi de -aklımca- böyle samimiyetine inandığım biri idi. Doğrusunu isterseniz oyuncunun bu davranışı karşısında pişman oldum.  Oyunu seyretmek için hevesim de kaçtı. Eşim internetten bilet alma konusuna yakın olmamasına karşın 'internetten bilet satılmıyor mu oraya baksana' dedi. Aklıma gelmemiş olmasına şaşırdım. Ama gelse bile biletix gibi kurumların bilet fiyatı üzerinden aldıkları fahiş hizmet bedeline de iyi bakmayan biriyim. (Bu oyunda bilet 40 lira, biletix 48 lira alıyor.)  Neyse 'düştük bir kere' dedim internet sitesine girdim baktım bilet var. O zaman 'akşam olsun hevesim gelirse kapıya gider bilet alırım' dedim. Oyun başlama saatinden yarım saat önce gişenin kapısındaydım. Gişedeki görevli mânası olmayan bir yüzle  'maalesef oyuna yer olmadığını' söyledi. Denemek istedim 'Hiç imkânı yok mu?' O sanırım zevk almaya başladı. "Yok, 22'sinde gelin" Ben "Biletix'de yer var görünüyordu?" diye bir deneme daha yaptım. O daha da keyiflendi "Oyun günü biletix'den satış olmuyor" dedi. Herkesin kendine göre bir işkence anlayışı var. 'Peki' dedim. Eve dönme yolunda Galatasaray Lisesi önüne geldiğimde saat 20:12 idi. Biletix'i bir kere daha deneyeyim dedim. Denedim.  O sırada ben kredi kartı vb işlemlerle uğraşırken yanıma gelen tinerci çocuğa başımdan gitsin diye cebimde bulduğum beş lirayı verdim. Aa bilet var.. Hatta 'dokuz bilet' sınırına kadar alabiliyorum. Yer gani yâni. (Ben de bir tuhafım. Al biletini çık ne kontrol ediyorsun!) Neyse biletimi aldım. 48 lira biletix'e beş lira da tinerciye.. Toplam 53 liraya mal oldu oyun. Yol parasını, daha da önemlisi zamanımın değerini katmıyorum. Saat 20:23 oldu. Hızlı adımlarla Garaj İstanbul'a döndüm. Gişede işkence sonrası keyfi içindeki görevliye cep telefonuma gelmiş onay kodunu gösterdim. İnanamadı. (Belki de üzüldü.) Ekrandan ismimi aradı bulamadı. Ama onay kodunu önündeki deftere yazdı.  'Buyurun' dedi girişi gösterdi. Buyurdum. 'Buyurur'ken gişeciye 'söylediğin hiç bir şey doğru çıkmadı' dedim keyifle. Kapıda duran başka biri her halde gişeciden gizli işareti aldığı için bana gözleriyle 'geç' yaptı geçtim salona girdim. Salonda bir faaliyet bir faaliyet.. Salona ilave olarak normal sandalyeler, bar sandalyeleri taşınıyordu. (Fotoğrafını çektim yazıya ekledim) Maşallah daha çok olsun. İçimden mesaj attığım o oyuncuya dedim ki 'E be evlâdım bana bir sandalye hatta ayakta duracak bir yer bulamadın öyle mi?' Zaten yerler numarasız. Yeter ki içinde gelsin. Demek ki gelmemiş.



Oyunun ilk yarısında ona hak vermedim değil. Utanmış olmalı oynadığı oyundan. Herhalde seyretmemi istemedi. Oyun arasında yanımdaki gençlere sordum  'Nasıl karar verdiniz bu oyuna gelmeye?' diye. Tanıdığım ve sevdiğim bir yönetmen okullarında hocaymış, o ödev olarak vermiş bu oyunu seyretmelerini. (O yönetmene Ekip Tiyatro ödül vermeli bence. Başka türlü kime oynayabilirler bu oyunu! Benim gibilere, arkadaş dost jüri üyelerine.. ) Kimi sevgilisini kimi arkadaşını kimi annesini almış da gelmişti. Bana 'bu akşam bu salonun çoğu öğrenci' dediler. Tesadüfen hepsi de aynı seçmeli dersi alıyorlarmış. Benim sayemde birbirlerini tanıdılar, selamlaştılar.  İçlerinden biri 'müsamere gibi' dedi oyun için, diğeri 'amatör tiyatro gibi'. (Amatör tiyatroya profesyonel tiyatro parası ödedim.) Diğerleri başlarıyla onayladı. Oyun sonrası çıkışta konuşmalara kulak misafiri oldum. Oyunu beğeneni  duymadım. Bazısı oyunun kötülüğünü metne bağlıyordu.  

Onlar için oyun yazacağım. Okurlar mı bilmem.

Melih Anık


Not: Avrupa'nın dolu oynadığı duyumunu aldığım için böyle bir talepte bulunmuştum. Ders almanın yaşı yok.   

19 Ekim 2015 Pazartesi

İBBŞT Kasım 2015 - Ocak 2012 Aylık Programları Arasında Bir Karşılaştırma

Mevcut sanat yönetimi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın performansı için dikkatimizi 'doluluk oranı'na çekmeye çalışıyor. Ben size başka bir açı göstereceğim.

Aşağıda en son yayımlanan Kasım 2015 aylık programı var:
Bu yönetimden önceki döneme ait arşivimden elime ilk geçen Ocak 2012 aylık programı da şöyle imiş:

Her iki programı karşılaştırırken çocuk oyunlarına tahsis edilen sahneleri(Küçük Kemal ve Ferih Egemen) ve çocuk oyunlarını  dışarıda tutuyorum.

Her iki programda da İBBŞT kapsamında 7 salonda ayda 4 hafta gösteri yapılıyor. Toplam 28 hafta-sahne diye adlandırıyorum bunu. Ocak 2012 programında aylık toplam gösteri sayısı 193 iken Kasım 2015'de bu sayı 128'e düşmüş. Yâni Kasım 2015'deki gösteri sayısı Ocak 2012'nin yüzde 67'si.
Ocak 2012'de aylık program toplam 25 oyun ile gerçekleştirilirken Kasım 2015'de bu sayı 22'ye düşmüş. Yâni İBBŞT'nın Kasım 2012 programında oyun sayısının hafta-salona sayısına oranı yüzde 89 (25/28) iken Kasım 2015'de yüzde 79 (22/28) olmuş. 
İki dönemin karşılaştırmasının özeti şu: Aynı salon-hafta sayısı ile İBBŞT daha az oyunla daha az gösteri yapıyor. Ve de 'doluluk oranı' ile övünüyor. 

Bu karşılaştırmayı seyircilere ve tiyatroculara bir ufuk alıştırması olsun diye yaptım. Gösterilene bakmayın arkasına bakın.  

Melih Anık 

Not: Çocuk oyunları aylık gösteri sayısında ise azalma var. Pazar'ı çocukları ayırması ile övünen  İBBŞT  aslında o sayıyı da azaltmış. Ocak 2012'deki aylık çocuk oyunu gösteri sayısı 80 iken bu sayı Kasım 2015'de 36. 

14 Ekim 2015 Çarşamba

Bir Oyunun Peşinde : Düzenbazın Defteri(Ostrovsky) İBBŞT'da

İBB Şehir Tiyatroları'nın bu yıl sahnelemeyi düşündüğü oyunlardan biri 'Düzenbazın Defteri' imiş. Oyun Ostrovsky'ye ait. Ne var bunda derseniz yazımı okuyun lütfen.

Oyunun ne olduğunu anlamak için İngilizcesine gitmek gerekiyor ama bu konuda da sorun var. Zira oyunun İngilizcesi 'The Diary of a Scoundrel' ama oyun aynı zamanda 'Too Clever by Half' ismiyle de biliniyor. "Too Clever by Half" kendine aşırı güvenen(kendini çok akıllı sanan) insanları yermek için kullanılan bir deyim. 'The Diary of a Scoundrel' ve 'Too Clever by half' Allahtan yan yana kullanılmış (genellikle). Ama bir hususu yakaladığınızda ki o da oyunun ana karakteri Glumov o zaman hedefe yaklaşıyorsunuz. Zira bu Glumov denilen tip 'Glumov-izm' diye anılan bir anlayışın simgesi olmuş aynı 'Oblomov'ın da bir anlayışı yansıtması gibi. Ama İngilizcede oyundan bahsedilirken şöyle bir tanım da var ' Enough stupidity in every man'. Bu nadir olarak oyun ismi olarak da kullanılmış. Arama motoruna bunu da yazsanız oyuna ulaşabiliyorsunuz.

Bu oyunu Türkçede takip edebilmek için Glumov'un peşinden gitmeniz gerekiyor. Oyun Sevgi Sanlı tarafından 'Bu Hesapta Yoktu' ismiyle Türkçeye çevrilmiş. Sevgi Sanlı oyunun ön sözünde oyuna bir başka isim de vermiş: 'En Akıllı Adam da Yanılabilir', 'Too Clever by Half' ismini anımsatıyor. Oyun 1974'de Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenmiş ve baş rolü Cihan Ünal oynamış. 1984'de aynı oyun Nedret Güvenç rejisiyle ve 'Utanmazın Defteri' ismiyle İBBŞT tarafından sahnelenmiş. Baş rolde (sıkı durum) Erhan Bey(İBBŞT) varmış. Şimdi oyun 'Düzenbazın Defteri' ismiyle İBBŞT repertuvarında.

Tüm bunlardan sonra kütüphanemde 'Bu Hesapta Yoktu'yu buldum çıkardım ve yeniden okumak için masamın üstünde bekleyen diğer kitapların yanına koydum.

Bir oyun isminin insanı bu kadar yorması da bize has bir durum değil mi? Bizim tiyatromuzda yapılacak çoookk şeyler var daha!

Melih Anık

 

10 Ekim 2015 Cumartesi

'Klavye Delikanlısı'

Arkamdan biri(si/leri) benim için 'klavye delikanlısı' diyormuş. Kim söylediyse ortaya çıksa önce teşekkür edeceğim sonra da azarlayacağım. Teşekkür edeceğim zira benim gibi 63 yaşına gelmiş birine 'delikanlı' demiş. Azarlayacağım zira ne söylediğinin farkında değil.

Aklınca 'klavye başından delikanlılık yapıyor' demeye getiriyor. Delikanlılığı da cesaret anlamında kullanıyor herhalde. Yazı başka nasıl yazılır? Ne yapsam bu zat-ı muhteremi memnun ederim? Çağırsa yüzüne konuşurum ama çağırmıyor. 'Sıkıysa karşıma çık' dese anlayacağım da ortada yok. Karşısına çıkınca ne yapacağız bilmiyorum. Kafalarımızı mı tokuşturacağız? Bilek güreşi mi yapacağız? 'Klavye delikanlısı' delikanlı olan birine söylenir benim gibi delikanlılığı çok geçmişte kalmış birine değil. O nedenle ne söylediğini de bilmiyor zavallım.

Ben gençken  kollarım inceydi.(Şimdi de çok kalınlaşmadı ya. İnsanın kolları göbeği ile yarışmıyor.) Babamın bir arkadaşı beni görünce 'Hiç de pazusu yokmuş' demişti. Babam da arkadaşına 'Bizim oğlanın pazusu beyninde' demişti. Çok gururlanmıştım hem babamla hem kendimle. Ben hep beynimin pazusunu kuvvetlendirmeye çalıştım. Şimdi 'klavye delikanlısı' sözlerine o anımı hatırlayarak gülümsüyorum. Bana 'klavye delikanlısı' diyen her kimse beyin pazusuna gereken önemi vermemiş biri olmalı.

Melih Anık

Akademisyen Frekansı

Twitter'da beni takip eden(şimdi takip etmiyor)  bir akademisyen(!) ile aramızda şöyle bir konuşma geçti:

Ben: "İBBŞT'nın Cyrano de Bergerac'ı böyle bir dönemde neden seçtiğini hâlâ anlamış değilim. Bence emek ziyanı."

Akademisyen(!): 'Sizce ne oynanmaliydi? Siz olsaydiniz nasil bir repertuvar olustururdunuz?'
Soruyu ciddiye aldım görüşümü uzun uzun yazdım.
Akademisyen(!): 'ben sizin goruslerinizi merak ettigim icin sordum ki anlayabileyim. Ama hepsini bir anda yapmak imkansiz, takdir edersiniz ki.
'soylediklerinize katiliyorum ama herkes bir seyler yapmak zor olmali. Ben secimleri degil de, sahnedekileri elestirmeden yanayim.'
Ben: 'Bu kadar twitimden sonra kendimi anlatamamış olduğumu anladım. Siz bana repertuvarımı sordunuz sanmıştım.'
Akademisyen(!): 'akademik bir gecmisiniz olmadigini dusundugum icin de sizinle ayni frekanstan devam edemiyorum. Siz simdi icin istiyorsunuz  ben simdi ve gelecek icin arastirma yapiyorum.'
 Ben: 'ah keşke akademik geçmişimi sorsaydınız da size görüşümü anlatmak için gayret etmeseydim.'

27 Ağustos 2015 Perşembe

Yine Levent Üzümcü Meselesi

Cumhuriyet'te okuduğuma göre Levent Üzümcü kararın 1 Temmuz'da alındığını, kendisine 22 Ağustos'taki Bir Yaz Gecesi Rüyası oyunundan sonra tebliğ edildiğini söylemiş. O da oyunun geçmesinin beklendiğini biliyor. Eğer altında Kadir Topbaş'ın imzası bulunan karardan Erhan Bey'in haberi yoksa durum vahim demektir. Zira Erhan Bey'in 'Kadir Abi'si ona haber vermeden hatta danışmadan bu işi yürütmüş demektir. Bu GSY'ni yok saymak anlamına gelmez mi? Yok Erhan Bey'in karardan haberi var da sustuysa iş felakete kadar gider. Ama her iki durumda İBBŞT kadrolarının içinde bulunduğu durumu takdir etmesi ve iyi değerlendirmesi gerekir. Bu durumda olan bir Yönetmenlik, kadrolarına verdiği sözleri tutabilir mi?

Bence İBBŞT dışarıda düşman arayacağına içeride neler olup bittiğine bakmalıdır. Ben L.Üzümcü hakkındaki soruşturma esnasında ki uzun bir süredir devam etmektedir, İBB Genel Sanat Yönetmenliği'nin durumdan haberi olmamış olduğunu düşünemiyorum. O halde o sırada ne yaptılar? Neden müdahale etmediler? Bir an için 'haberimiz/yetkimiz yok' deniyorsa orada 'durmalarının' gerekçesi nedir?  

Öte yandan kurumdan atılmış biri nasıl sahneye çıkar? Çıkarılır? Herkes kör sağırı mı oynuyor? 1 Temmuz'da alınan karar 22 Ağustos gösterisini iptal etmek için yeterli süreyi vermektedir. Peki kim(ler) görmezden bilmezden geliyor? Haberin bu kadar hızlı yayıldığı bir ortamda Levent Üzümcü'nün hiç bir dostu kalmamış mı ona bu haberi verecek? Verselerdi ve oyun iptal edilseydi bu Üzümcü için daha destek verici bir durum olmaz mıydı? Olay halka daha çok yansımaz mıydı? Şimdi YANINDAYIZ diye ortalığı inletenler o zamanlarda neredeydiler?

Konu 'yas ilan etmekle' 'siyahlar giyinmekle' çözülmüyor. Herkes içindeki Hamlet'i dışarıya çıkarmaya mı çalışıyor?

Melih Anık

26 Ağustos 2015 Çarşamba

İBBŞT Genel Sanat Yönetmenliği'nin Levent Üzümcü Olayına Bakışı

İBBŞT GS Yönetmenliği Levent Üzümcü'nün kurumdan ve memuriyetten çıkarılması üzerine bir basın toplantısı yaptı ve bir bildiri yayımladı. Bu yazıyı o bildiride yazanlar üzerine düşüncelerimi paylaşmak amacıyla kaleme aldım.


14 Ağustos 2015 Cuma

İşte Öyle Bir GSY ve İNCİ'leri

Erhan Bey(İBBŞT) kurumun GSY'ne atandığından bu yana benim onunla ilgili yazılarım ve yorumlarım durup dururken çıkmadı. O bir şey söyledi ben düşüncemi yazdım. Beni doğrudan takip etmiyor ama yazdıklarımı 'kuşlar' ona iletiyor olmalı ki bir gazeteye verdiği röportajda benden ismimle bahsederek kifayetim ve hırsım hakkında görüşlerini paylaştı. Ben de söylediklerini aynen iade ettim. 100 yıllık bir kurumun başında olan biri göğsünde taşımaya devam ediyor. Ama konuşmadan vazgeçmedi. Çok konuşuyor ve hata yapıyor. Oysa o konuda da uyarmıştım. 'Kuşlar' ona söylemedi sanırım.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

DİKİLİ'nin CHP'li GENÇLİĞİ

Zamanımın çoğu daha çok Çandarlı'da geçmeye başladığından beri bölgeye daha dikkatli bakmaya başladım. Bu bakışlarımdan biri de bulduğum tweet hesapları. Bunlardan biri de CHP Dikili Gençlik isimli hesap.

Yukarıdaki fotoğraf hesabı anlatıyor zaten benim hesap hakkında bir şey eklememe gerek yok. 

Twitter'da Dikili'nin sorunlarından bahsederken bu hesap bana twit yazdı 'Sorunları söyleyin bakalım' anlamında. Ben de bu hesaba Çandarlı'da Kitapon diye iyi bir kitapçı olduğunu, Çandarlı'da yazar sohbet ve imza günleri düzenlenebileceğini yazdım. Gelen cevap şu meâldeydi 'Bu konu ile bizim bir bağlantımız yoktur kitapçı ile konuşmanızı tavisye ederiz.' Tekrar ediyorum bu cevap  GENÇLİK örgütüne ait. 
Türkiye'de GENÇLİK kitap ile, sanat ile, tiyatro ile ilgilenmeyecekse ne ile ilgilenecek Allahaşkına!.. Hele o örgüt bir partiye aitse.. Twitlerine baktığımda onlar daha önemli(?) işlerle meşguller(!). Parti büyüklerinin  twitlerini rt'liyorlar.. Bundan anladığım partide yükselmenin buna bağlı olduğudur. Oysa yapılacak ne çok iş var. Çandarlı'da Kültür Merkezi isimli bir bina işlevsiz duruyor. Kale bomboş. Ne tiyatro var ne müzik.. Gençlik örgütü ise kendi geleceği ile meşgul.. 
Şimdi bu yazımı CHP Başkanı'na,Dikili Belediyesi'ne ve onlara da göndereceğim. 
Şu ana kadar Çandarlı'da gördüğüm buranın sanat anlamında hadım olduğudur. Buna şaşırmıyorum zira gençleri politikacılık oynuyor..
Melih Anık

10 Temmuz 2015 Cuma

Pamukkale Otobüsleri Servis Hizmetinin Sefaleti

Çandarlı'ya gidiş gelişlerim çoğaldıkça genellikle otobüsü tercih ediyorum. İstanbul'dan Çandarlı'ya son iki seferi Pamukkale Turizm'in otobüsleri ile yaptım. Her iki seferde de Şişli- Alibeyköy Cep Otogarı arasında servis hizmetinden yararlanmak istedim. İkisinde de Pamukkale servisi ile gidemedim son anda taksi ile gitmek zorunda kaldım otogara. Pamukkale'nin servis hizmetine organizasyon olarak baktığınızda mükemmel ama işe yaramıyor. Bu ülkemizdeki pek çok kurumsal hizmet için geçerli bir durum. Bu nedenle Pamukkale servis hizmetini anlatırken aslında kafa yapısı üzerinde durmak istiyorum.
Otobüsün İstanbul Alibeyköy'den Çandarlı'ya kalkış saati 23:21. Evet yanlış yazmadım 23:21. 23:20 değil, 23:30 değil 23:21. İnsan duyunca vay anasını diyor. Şirket dakika ile hizmet veriyor. Hiç değilse görünüşte, gerçek öyle değil. Ama otobüs kalkış saatini dakika ile bildiren bir şirketin dakik olmasını beklemez misiniz? Ben beklerim. Servisin  Şişli'den kalkış saati de 22:50. Otobüs kalkış saatinden 31 dakika önce. Ben her iki seferde de 22:30'dan önce Pamukkale Şişli ofisinin önündeydim. Görünüşte Pamukkale'den geri olan otobüs şirketleri bile yolcu servis aracına binene kadar açık Pamukkale ofisi ise 21'den sonra kapalı. Siz kaderinizle başbaşa kalıyorsunuz. İlk yolculukta saat 22:58 olup da servis görünmeyince ben taksi ile gara gittim. Vardiya âmiri şikayetimi yazılı bildirmemi istedi verdiği formu doldurdum. Ben sekiz dakika geciksem beni bekler miydiniz diye yazdım. Formu teslim ettim ama geri dönen olmadı. Twit yazdım, müşteri ilişkileri aradı. Yazdığım form onlara ulaşmamış. Bana akıl verdi müşteri ilişkileri temsilcisi, 'call center'i arasaymışım. Onlar çözüm bulurmuş vb.. İkinci seyahatimde artık tecrübeliyim ya servis on dakika gecikince 'call center'ı aradım. İlgili memur servisin durumunu öğrenmek için beni bekletmeye başladı. Beş dakika sürüp cevap alamayınca telefonu kapattım. Pamukkale Alibeyköy terminalinin telefonunu çaldırdım uzun uzun. Açan olmadı. Otobüsün kalkışına on beş dakika kalmıştı. Gene taksi tuttum. Taksiye binmiş giderken 'call center' aradı 'Bekliyor musunuz Melih Bey? Servis gecikmiş..' Ben üzerinde Pamukkale yazan bir aracın Şişli'de önümden geçip gittiğini gördüğümü söyledim. Otogara vardım. Pamukkale ofisine gittim. Gene akıl aldım. 'Servise kayıt yaptırmışssanız bekleyin. Otobüs kalkıştan önce muavin yolcuları kontrol ediyor. Siz yoksanız cep telefonunuzdan arıyor. Siz gelmeden kalkmayız.' 'Peki servis şoförü durağa uğradım ama yolcu yoktu derse? Otobüs giderse? Nasıl ispatlarım ben oradaydım diye?' Görevli gayet rahat 'merak etmeyin' dedi. Bu sefer şikayet formu falan doldurmadım. Twit yazdım. Pamukkale'den biri aradı.. Sonra bir başka biri daha.. Bu ikinci bana bilgi verdi 'servis 22:24 ile 22:33 aradında Şişli'de beklemiştir' 'İyi de bu benim servisim bu değil.' 'Ha öyle mi bana yanlış servisin bilgisi verilmiş. Arkadaşlara sorayım size geri döneceğim' Dönmedi. Kaldı ki bu bilgi de doğru değil. Zira o saatler arsında ben oradaydım. Pamukkale servisi gelmedi. Başka bir bayan aradı.. 'Ne zaman İstanbul'a döneceksiniz?' 'Ay sonu' 'Hangi gün?' 'Bilmiyorum' 'Size taksi parasını ödeyeceğiz.Nereye ödeyelim?' 'Çandarlı ofisinize'..' Size haber vereceğim'..
Ben Pamukkale'ye bu servis işindeki sorunu anlatamadım. Bu yazıyı CEO'suna ulaştırmaya çalışacağım. Zira çalışanlar ne demek istediğimi anlamıyor. Ha bu arada ikinci taksiyi ödemeye karar verdiniz mâdem birincisini de ödeyin. O on beş lira.. Ama şu servis işinde sorunu yolcunun üzerine atmayın. Servis noktalarında bir görevliniz olsun. Son yolcu binene kadar orada olsun. Hizmet öyle verilir.
Bilin ki ülke nasılsa ülkenin her birimi de bundan payını alır. Otobüs kalkış saati kâğıt üzerinde dakikayla gerçekte Allah'a emanet.. Her şey gibi..
Melih Anık

22 Mayıs 2015 Cuma

Darülbedayi, İBBŞT, GSY ve Can Doğan

Bazı konulara istemeden giriyorum. Bu da onlardan biri.

İBBŞT, Çanakkale Belgeseli yapmış(!). Yönetmeni Can Doğan, metin yazarı, eşi Funda Köseoğlu Doğan. Belgeselde Erhan Bey(İBBŞT) başta olmak  üzere İBBŞT oyuncuları rol almış. Facebook'da belgesel ile ilgili gördüğüm yazışmalar, konunun göründüğünden daha derin olduğu kuşkusu uyandırdı bende. Peşine düştüm.

24 Nisan 2015 Cuma

Özür Dileyin Üstün Akmen...

'Tiyatro Eleştirmenleri Birliği , Meslek Etiği ve İntihal' başlıklı yazımın altına eklenen bir yorumu okuduğumda olayın farkına vardım. http://melihanikdokunus.blogspot.com.tr/2014/11/tiyatro-elestirmenleri-birligi-meslek.html

Yorum şuydu:

"Melih bey merhaba, bir tiyatro izleyicisi olarak bir üzüntümü paylaşmak istedim. İlgiyle takip ettiğim bazı yönetmen ya da oyuncular hakkında değerlendirme yapan değerlendiricilerin yazdıkları beni çoğu zaman üzüyor. Verilen emek adına yazılan değerlendirme herkes için bilgilendirici ve aydınlatıcı olmalı diye düşünüyorum. Bu yazım kimseyi rencide etmek için değil ya da düşünceme destek bulmak için de değil. Üzüntümü tartışmak: Çok sevdiğim bir oyuncuyu izlemek için gittiğim bir oyun hakkında yazılan bir değerlendirmeyi okudum. Sonra bu değerlendirme yazısını yazan beyefendinin aynı oyunu başka bir tiyatro tarafından oynandığında da değerlendirme olarak yazdığını gördüm. Bazı değişiklikler olsa da çoğu yerde isimlerin değiştiği ama kişiler hakkında yazılan değerlendirmenin nerdeyse birebir aynı olduğunu gördüm. Ve üzüldüm, gerçekten üzüldüm verilen emekler adına üzüldüm. Üstün bey, oyuncuya ve tiyatroya değer veren bir beyefendi ve fakat İstibdat Kumpanyası'nın iki farklı tiyatro tarafından oynanışı hakkındaki değerlendirme yazıları beni gerçekten üzdü." 

Anladım ki Trabzon Devlet Tiyatrosu tarafından 2009-2010 sezonunda,  Tiyatro İstanbul tarafından 2014-15 sezonunda sahnelenen İstibdat Kumpanyası oyunları için Üstün Akmen iki eleştiri yazmış. Aslında iki eleştiri demek zor. Üstün Akmen ilk yazısını şablon olarak kullanmış  ve isimleri değiştirerek ikinci yazıyı kotarmış.

Ben her iki yazıyı aşağıda arka arkaya veriyorum. İki yazıda ortak olan kısımları aynı renge boyadım.

Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Derneği eski başkanı Üstün Akmen'in yaptığına inanamıyorum. Üstün Akmen gene bir yazıdan iki yazı çıkarmış, kendi yazdığı yazıyı intihal etmiş (!) Her iki oyunda da aynı yönetmen, koreograf, kostüm ve dekor tasarımcısının çalışmış olması bu yaptığını mazur göstermez. Farklı oyuncuları aynı ifadelerle övmesi inanılmaz bir ciddiyetsizlik ürünü. Bunu Türkiye'nin duayen eleştirmeninin yapması hem kendisi hem de tiyatromuz için çok acı. Daha önce kendisini uyarmıştım, 'tın'mamıştı. Umarım Üstün Akmen bu kez özür diler. 

Tiyatro camiasının bu olayı umursayacağını sanmıyorum. Üstün Akmen'in elinden ödül almaya devam ederler.

Melih Anık

Zamanımızın GENÇ Tiyatrocuları

Onlara Mitos-Boyut’ta rastladım. İki erkek bir kadındılar. İki erkek bir kadın için oyun arıyorlardı.KENDİ tiyatrolarını kuracaklardı. Henüz ismini koymamışlardı.

Onları sahnede seyrettim. İkisi bir araya gelmiş kendi tiyatrosunu  kurmuştu. Dört kişilik bir oyun oynuyorlardı.  Oyunun iki erkek rolünü onlar oynuyordu.

Onu yazdığı oyunla tanıdım. Bana oyununu gönderdi okudum. Düşüncelerimi yazdım. Oyunun ilk gecesinde oyunu seyrettim. Oyunun iki erkek rolünden birini oynuyordu.

Tiyatro eğitimi almış bu gençler,  bana topun sahibi olduğu için mahalle takımına kaptan olan çocukları hatırlatıyor. Hepsinin amacı KENDİ oyununu KENDİ tiyatrosunda oynamak. Genç dediysem yaşları 35 civarı.  

KENDİ yazdıkları oyundaki role bile yabancılar. Başkasının yazdığı metinlerdeki hayatları hiç yaşamamışlar. Ama daha da kötüsü hayatı gözlememişler. Sadece replikleri ezberliyor ve repliklerin hakkını vermek için çabalamaları boşuna. 

Ne olacak bu tiyatronun hâli?


Melih Anık 

12 Nisan 2015 Pazar

Deren'in Halası ve Halkımın Sağduyusu

Söğütlüçeşme'den metrobüse bindim. Otobüs kalabalık. Ayaktayım. Otobüsün hareketinden bir iki dakika sonra birinin telefonda yaptığı konuşmayı dinlemeye başladık. Anladığım şu: Otobüsteki Deren'in halası, telefonda Deren ile konuşmaya çalışıyor. Ama Deren konuşmayı yeni öğreniyor. Deren'in halasının konuşmalarından telefonun öteki ucunda Deren'in yanında bir yetişkin var zira Deren'in halası ara sıra onunla da konuşuyor. Deren'e hala dedirtmeye çalışıyorlar. Deren'in halası iki de bir 'Dereeenn.. Hala... Deeereeennn...' diyor. Bu yaklaşık yirmi dakika sürdü. Boğaziçi Köprüsü'ne girerken önünde dikildiğim başı bağlı bir hanım telefonunu kulağına götürdü sanki telefonu çalmış da cevap veriyormuş gibi ama herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle  'Ben seni ararım.  Şimdi kapat. Otobüste yüksek sesle konuşarak başkalarını rahatsız etmek istemem.' dedi. Ben hemen onun arkasından yüksek sesle 'Hanımefendi çok doğru bir hareket  yaptı. Deren'in halası duymuş mudur acaba?' dedim. Anında Deren'in halasının sesi kesildi.

Ben bu olayı bir oyun sahnesi gibi algıladım. O başı bağlı hanımın yaptığı oyunu çok beğendim. İçimden dedim ki 'Bu halkta iş var.'

Melih Anık  

1 Nisan 2015 Çarşamba

Alternatif Tiyatro, Mekân vs. vs…

İsmi güzel olan toplantıda  ("Türkiye'de Oyun Yazarlığında Yeni Eğilimler") konuşan Mirza Metin’den duydum önce:  ‘'Alternatif tiyatro seyircisi  2000-3000 kişiden oluşuyor. Çok sınırlı seyirci ile ilişki içindesin. Sahneye hapsoluyorsun.' O toplantıda ‘Gelecek iki yıl içinde Diyarbakır'da tiyatro yapacağım' diyen Metin Mirza ‘şarkı söyleyerek’ Şermola’yı kurtarma projesine ilişkin bir twit yazdı: ‘Şermola: İnsanı insana döt kadar yerde anlatan tiyatro. Siz de bir bilet alın dötü kurtaralım.:)’ İsmi güzel toplantıda şunu hissettim: Vizyonunu kısıtlı bulduğum  'Alternatif tiyatro', misyonunu doldurmuş. 

25 Mart 2015 Çarşamba

Bu Yıl Tiyatroda Ödül Alacakları Açıklıyorum: ÖDÜL TOTO

Bu yazının başlangıcı ya da sonu – baktığınız yöne bağlı- “Tiyatroda 'Ödül Mevsimi', Ödül ‘Dağıtma’nın Mekaniği” başlıklı yazım idi. (http://melihanikdokunus.blogspot.com.tr/2015/03/tiyatroda-odul-mevsimi-odul-dagtmann.html) O yazımda tiyatroda ödüllerin neye göre verildiği hakkında düşüncelerimi paylaşmıştım. Şimdi o yazının altını nasıl doldurduğumu paylaşmaya geldi sıra. Tabii ki ödül komitelerinin içinde olmadığım için benim tahminlerim bir tür ‘toto’. Ben ‘Ödül Toto’ dedim. Ama hangi oyunun, yazımda listelediğim hangi maddeden seçileceğini yazmayacağım. Anlayan anlar.

Öncelikle bu yıl İBBŞT’nin yüzü gülecek. Kerbela, Kısasa Kısas, Bir Yaz Gecesi Rüyası, Ölü Ordunun Generali, Sırça Hayvan Koleksiyonu, Terzi öne çıkmasını beklediğim oyunlar. Bu oyunlardan pek çok dalda aday çıkacak. Erhan Bey’e Zihni Göktay’a özel ödüller yaratılır gibi geliyor bana. Engin Alkan ile bir sulh yapılır mı bilmem. Belki de İBBŞT’na ödül verir birileri. Gerekçe ‘mâlum’.  İBBŞT’dan benim içime sinecek tek isim  İrem Arslan Aydın’dır.

İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun şansı reklâm verdiği dergilerde çok açık.  Çöl Fırtınaları, 57.Alay, Güneş Batarken Bile Büyük, Paşa Paşa Tiyatro aday vermesini beklediğim oyunlar.

Özellere gelince.. Oyunların isimlerini vereyim:

Soytarım Lear, Bakarsın Bulutlar Gider,  İki Kişilik Yaz, Aç Köpekler, Gökten Gelen Adam, 11’e 11, Tatminkâr Ödül, İki Kapılı Ev, Aşk ve Faşizm, Site, İmparatorluk Kuranlar yahut Şümürz, Guguk Kuşu, Cadı Kazanı, Memleketimden İnsan Manzaraları, Savunma, Hoş Geldin Boyacı, İki Oyun Bir Ülke, Aldırma Gönül, Gizli Özne, Düğün, Market.

Bu yıl üç oyunu sahnede olan Gökhan Erarslan’ın şansı çok. Ama lütfen ‘umut vâdeden’ falan demeyin.   

Tiyatro müziği dalında Orhan Enes Kuzu’nun hakkı yenmesin.  

Hemen atılmayın seyretmediği oyunların isimlerini yazmış diye.  Yazımın girişinde yazdım ülkemizde ödül verilecek olan oyun ve kişileri tahmin etmek için oyun seyretmek gerekmiyor, kişileri, ilişkileri bilin bu yeter..

Bu nedenle Tiyatro Oyun Bandı’nın Uyanış’ına, TiyatroDor’un III.Richard’ına, Tiyatro Dünyası’nın Olacak Şey Değil’ine ödül verilmeme olasılığı çok büyük. Ali Erdoğan'ın, Uygur Kardeşlerin hiç şansı yok. 

       
Geriye sivri konuşma yapacak aday kalıyor. Benim aklımdaki isim, Enver Aysever. Yaptığı stand-up’ı biraz zorlarsanız tiyatro sayabilirsiniz.   

Tiyatro ödülü denince ülkemizde bulundukları ortamlarda kısıtlı olanaklarla tiyatro yapan, adını dahi bilmediğimiz 'kahramanlar'ı düşününce derin bir üzüntü duyuyorum. İçinde bin türlü hesap kitap olan ödülleri alıp kendinden geçenleri görünce utanıyorum. Sizi de UTANMAYA davet ediyorum. 


Melih Anık

23 Mart 2015 Pazartesi

Tiyatroda 'Ödül Mevsimi', Ödül ‘Dağıtma’nın Mekaniği

Her yıl bu aylardan itibaren ülkemiz tiyatrosunda 'Ödül Mevsimi' başlar. Umursamayanlar bile fısıltılara, dedikodulara ilgilenmiyormuş gibi yaparak kulak verir. Telefonunun çalması bazılarını daha bir heyecanlandırır. Rüyasında görenler, hayâl edenler mutlaka vardır. Belki de ödül konuşmaları kafalardan geçirilmeye başlanmıştır bile. Ödül jüri üyelerinin imaları anlamlandırılır. Bırakın ödülleri bunlar bile tiyatroya heyecan katar. Hele bu sezonki gibi heyecansız bir sezon geçmişse.

16 Mart 2015 Pazartesi

Hasan Karakaya’nın Yazısı ve İBBŞT

Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde seyrettiğim Kısasa Kısas oyunundan önce vestiyere paltomu bırakırken bankoda  unutulmuş bir şemsiye görmüştüm. Tam ‘kim unutmuş’ diye bakınırken, unuttuğunu hatırlamış olmalı ki bir bey geldi elimde tuttuğum şemsiyenin ona ait olduğunu ima eden bir jest yaptı gözlerimizle birbirimizi selamladık, şemsiyesine sahip çıktığım için bana teşekkür etti. Selamlaştık ayrıldık. Ben biletimle sekizinci sıranın sekizinci koltuğuna oturdum.O bey, protokol olduğunu sandığım  bir koltuğa oturdu. Yanında eşi olduğunu tahmin ettiğim bir hanım vardı. Beyin yüzünü ekranlardan tanıyordum. O bey Hasan Karakaya idi. Ona bu kadar benzeyen başka biri yoktur herhalde..

İşte o Hasan Karakaya’nın yazısını okuyunca o karşılaşmamızı hatırladım. Şemsiyesine sahip çıktım diye bana nazik davranan Hasan Bey, İBBŞT’na acımamış. Öyle bir yazı ki demir leblebi. Yazı bence çok ağır olmuş. Ben ağır olsun gayret ettiğim yazılarımda bile bu kadarını beceremiyorum.  Bakın Hasan Bey neler demiş:

"İnsan" ile "kubur fareleri"ni birbirinden ayırmak için; "fikir, öfke, şahsiyet ve liyakat" var mı, ona bakılacak!..
"Sanat" ve "sahne"ler, hâlâ "devrimbaz kodamanlar"ın işgali altında!.. Onların "saltanat"ları devam ediyor, "sahne"lerde onların "homurtu"ları yankılanıyor!..
İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda "devrimci kodaman"lara, "homoseksüel"lere, "lezbiyen"lere ve her türlü "Sol-Sosyalist ideoloji"ye kucak açılmış, kollanmış, korunmuş ama, "bizden" denilen yöneticiler, yine "bizden" olan sanatçılara kapılarını kapatmış, onları yok saymış, bir anlamda "manevi işkence" uygulamıştır!..
Hâlâ da böyle!..
Bir de Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği'ne atanan Erhan Yazıcıoğlu var ki; 5 Ekim 2014'te Hürriyet’e demeç verip; "Şehir Tiyatrosu'nda, muhalif isimlerden oluşan beyin takımımızı kurmama hiç karışmadılar, izin verdiler" diyebilmiştir!..
Dahası "Gezi Kalkışması" esnasında da "twit"ler atıp; "Gezi Parkı, gerçekleşen bir ütopyadır, güneş ülkesidir" demiş, diyebilmiştir!..
İşte bu adam, adeta "ödüllendirilmiş" ve Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği'ne getirilmiş, iyi mi?!?..
Bir de; "onun yardımcısı Engin Alkan" var ki, "Direngezi" kampanyasının baş aktörlerinden!..
Ya, Çimen Baturalp'e ne demeli?..
3 Mayıs 2010'da yazdığı bir yazıda, "Emine Erdoğan'ın Brüksel çıkartması"nı tiye almış, alay etmiş, aşağılamış, "Brüksel çıkartamaması" demiş ve ne ilginçtir ki, bu yazının hemen ardından Şehir Tiyatroları Dış İlişkiler Sorumluluğu'na getirilmiş!..
Tüm bunlardan haberiniz var mı sizin?.. Bizler "Paralel İhanet Çetesi"ne odaklanmışken, siz İstanbul Şehir Tiyatrosu'nu bu "devrimbaz"larla mı doldurdunuz?!?...

Hasan Bey’in üslubuna katılmam mümkün değil. Ayrıca bu insanlar için ileri sürdüğü gerekçelerlerle o mevkilerde  olmamaları gerektiği hususunda da kendisine katılmıyorum. Hasan Bey’in olayın tiyatral kısmı ile ilgilenmediği açık. Bence İBBŞT’da asıl sorun tiyatro sanatı ile ilgili. Ben aylardır İBBŞT’nı yöneten ‘tiyatro’ anlayışı  ile hem fikir olmadığımı yazıp duruyorum. Özellikle GSY’nin her konuştuğunda nasıl çamlar devirdiğini herkes biliyor. Ben düşüncelerimi belli bir espri ve hakaret içermeyen bir üslup içinde paylaşmaktayım. Aksi olsaydı çoktan mahkemeye baş vuracaklarından da adım gibi eminim. Benim Hasan Bey’in söyledikleri yanında naif kalan paylaşımlarım için beni hiç tanımayan GSY bana olmadık hakaretler etti. Şimdi Hasan Bey’in ifadelerine karşı ne yapacak merak ediyorum. Yiğitliği bana mıydı diye düşünüyorum. Bir ‘Kamuoyuna Açık Hatırlatma’ ya da ‘cımbızlı, törpülü’ ‘İlgilenenlere Açıklama’  yazar mı? Engin Alkan ‘dokunduruk’ twitler yazar mı? Yoksa ‘yediklerini’  hazım mı ederler? Bir ihtimal de şu: ‘Otosansür’ öğreten GSY, ‘çocuklarına’ hazmetmeyi öğretmek için ‘kurs açar’.

İŞTİSAN’ın bildirisine bakacak olursak Perşembe’nin gelişi belli..

AFİYET olsun..  


Melih Anık

14 Mart 2015 Cumartesi

İstanbul Tatbikat Sahnesi ve Bilet Fiyatı

Erdal Beşikçioğlu İstanbul’da da bir Tatbikat Sahnesi açtı. Hepimize hayırlı  olsun.

İstanbul Tatbikat Sahnesi’nin ilk oyunu ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’. Mart ayı biletleri çıkar çıkmaz tükenmiş. Söylendiğine göre bilet fiyatı 70 TL imiş. Biletler tükendiğine göre fiyatı üzerine yorum yapmaya gerek yok. Demek ki ‘alıcısı’ var. Daha çok olsun.

Ben tiyatroda bilet fiyatı üzerine düşünmek için bu yazıyı yazıyorum. Daha doğrusu hem yazıyorum hem düşünüyorum.

8 Şubat 2015 Pazar

Törpü, Otokontrol, Vitrin ve Cımbız

Başlığa bakan bunun bir tiyatro yazısı olduğunu kat'iyen çıkaramaz. (Bir de 'Emirin demiri kesmesi var'.) Ama bu ‘dört benzemez’i tiyatro literatürü içine sokan ben değilim, tiyatrocular. Hem de tiyatro camiasının iyi tanıdığı, benim de yaptıkları üzerine düşündüğüm, yazdığım tiyatro insanları..

5 Şubat 2015 Perşembe

100 Yıllık Kurum 100.Yılında Şekerpare’yi Sahneler mi?

Şekerpare 1983 yılı yapımı bir film. Senaryosu Yavuz Turgul’a ait. Filmi Atıf Yılmaz yönetmiş. Filmin kadrosu İlyas Salman, Şener Şen, Yaprak Özdemiroğlu, Şevket Altuğ, Nazan Ayas, Neriman Köksal, Hüseyin Kutman, Ahmet Turgutlu, Serra Yılmaz, Berrin Koper, Ayşen Gruda, Ali Taygun,Hakkı Kıvanç, Macit Koper,Ayten Erman,Erkan Esenboğa,Ahmet Servidal, Ayben Erman,Ercan Gezmiş,Abdi Algül’den oluşuyor. 

4 Şubat 2015 Çarşamba

DÜŞMAN

İlk defa Arda Aydın'dan duydum. İBBŞT'nın yeni yönetimini eleştiriyordum Arda Aydın telefonla beni aradı. Kurum içinde eleştirilerimden duyulan rahatsızlıktan bahsetti, beni kurum içinde takip edenler olduğunu ve yazdıklarımın onları etkileyebileceğini söyledi, bana eleştirilerimi devam ettirmemem iması yaptı , eğer devam edersem  'Bize düşmanlık ediyorsun diye anlayacağım' dedi. Ben de ona niyetimin 'düşmanlık' olmadığını söyledim ama yeni GSY'nin göreve gelir gelmez ortaya attığı 'törpüleme, otokontrol, Kenan ve Bergüzar' meselelerinin aslında kurum çalışanlarını rencide edici bir üslup olduğunu söyledim. Arda Aydın da 'Erhan Abi çok iyi niyetli biridir, bence de söylememeliydi...' falan dedi. 

Sonradan bana 'laf geçirme' gayretleri gösteren İBBŞT'nın yaşlıları ve gençleri ve de İBBŞT ile yakın ilişkilerde olmak isteyenler bu 'düşman' meselesine kendilerince bir türlü dokundu. Anladım ki bu, kurumsal bir duruş. Bana 'düşman' diyen rol mü kadro mu kapıyor anlamadım. Belki de kurumun birliği beni 'düşman' bellemekten geçiyor. 

Bu 'düşman' meselesinin en son kahramanı Selin Türkmen. 'Sığ insanlar çevrelerinde düşman arar. Bulamazsa yaratır' diye twit yazdım. Aylardır yazdığım o kadar twite, yazıya ses vermeyen Türkmen 'Peki ya siz? Sormak geldi içimden' diye twit yazmış.Ona bir kaç twit yazdım:


  1. İyi etmişsiniz insan içinde geleni sormalı. Benim de içimden size şunu sormak geldi: 'Tiyatro iktidarın vitrini midir?'
  2. Ama sorunuz da cevapsız kalmasın. Hayır ben düşman yaratmıyorum.
  3. İBBŞT'nda kimseyi düşmanım diye görmüyorum.Hadi şunu da bilin, benim düşmanım olmak da o kadar kolay değil.

Şu ana kadar cevap alamadım.

İBBŞT'da akıllar mı tutuldu anlamadım. Beni tanıyan birlikte kahve içtiğimiz yönetmen, oyuncular var aralarında. Biri çıkıp benim 'düşman' olamayacağımı söylemiyor mu?

Bana yazdıklarından sonra 'düşmanca' bakacak olsam Engin Alkan'ın, Arif Akkaya'nın oyunlarını kötülerdim. Her iki yönetmenin benim yazılarıma itirazları yeni değil. Geçmişte onlar, beni kendilerince 'yerin dibine' batırdıkları yazıları yazarken ben onlar hakkında bana 'düşmanlık' ediyorlar demedim. O yazılara rağmen onların sonraki oyunlarını seyrettim ve onları anlamaya çalıştım, hatta ÖVDÜM. Engin Alkan bir yazımı kendi sayfasına koymuş. Benimle tartışan diğer insanları da seyrettiğimde yazdıklarım ortada. Yazılarımız internet ortamında duruyor. Ama okuyan olmadığı ve tiyatro dünyasının oyuncuları sadece kendileri ile ilgili oldukları için yaratılan atmosfere kendilerini sorgulamadan kaptırıyor. Sanırım insanlar kendileri nasıl davranacaksa ondan yola çıkarak başkasını suçluyorlar. Ama ben onlara benzemem. Ben, bana ne dediklerini önemsemiyorum ama gençlerin bu anlayışına tanık oldukça üzülüyorum.



(Resim: Engin Alkan'ın hazırladığı Alemdar oyunu sayfasındaki yazım..)

Evet, bugün İBBŞT'nı yöneten zihniyete karşıyım, yaptıklarını HİÇ beğenmiyorum. Bunu da dile getiriyorum. Ama düşmanlık olarak algılanabilir mi bu? Bu anlayışa kapılırsanız eleştirilere , ödüllere kadar gidersiniz, 'Düşman olduğu için oyunuma kötü dedi, ödül vermedi.' demeye başlarsınız. Kendinizi de kurtaramazsınız bu yolla ama ortamı çok tehlikeli bir anlayışla kirletirsiniz. Türk toplumu aynı fikirde olmadığı düşünce ve görüşleri 'ıslah etmek' için bu yolu mu seçti? Hadi diyelim ki seçti, tiyatronun aynı yöntemleri kullanması çok acı verici değil mi? 

Melih Anık

29 Ocak 2015 Perşembe

Seyirci Tiyatroya Neden Gitmiyor?

Dün akşam Uyanış’ı seyretmek için Profilo AVM’ye gittim. Ben Şişli’de oturuyorum. Profilo’ya o saatte(19:30)  gitmenin tek yolu yürümek. Benim için en fazla yirmi dakikalık bir yürüyüş. Yürürken düşündüklerimi paylaşmak istedim.

Hava soğuk, yağmur çiseliyor. Trafik kilit olmuş. Kaldırımlar dar ve işgal altında. Yürüyenler birbirimize çarpmamak için dikkat ediyoruz. Bu arada yerdeki su birikintilerine, kazı artığı çukurlara da dikkat ediyoruz tabii. Aydınlatma yetersiz olduğu için her şey karanlık olduğu için artık ne kadar dikkat edebilirsek. Zaman zaman yoldan yürüyoruz. O sırada yanımızdan geçen arabalara da dikkat etmek zorundayız. Yürürken telefonla konuşmak, mesaj atmak, sigara içmek doğal olduğu için yüzünüze üflenen sigara dumanına, üstünüze bodoslama gelen şahıslara da dikkat etmek gerekiyor. Engelli bir yürüyüş yapıyorsunuz.

Düşünüyorum. Hadi ben emekliyim. Bütün gün enerjimi akşama saklama imkânım var. Ya o saatte işten çıkıp evine ulaşmaya çalışanlar ne yapsın? Kalan son enerjisini eve ulaşmaya ve/veya  evde akşam sofrasını  yapmak için saklamak zorunda. Akşam Profilo’ya gitmek için evdekileri birilerine emanet edecek meselâ. Eşiyle bir yerlerde buluşacak, oyun öncesi dışarıda ayak üstü bir sandviç yiyecekler meselâ. Bekârsa daha rahat ama o da oyun çıkışı eve dönüşü hesap etmek zorunda. Saat 22’den sonra yalnız başına ıssız sokaklarda yürüyecek belki de o saatte uyumayan birileri yanına gelip elini açacak.  Otobüs bekleyecek, metrobüsü, metroyu yakalayacak. Taksi tutacak hâli yok zira zaten bilet, yemek derken  en azından elli lira harcamış. Parayı mesele etmeyenler için sorun yok. Zira onlar tiyatroyu yurt dışında seyrediyor. Türkiye’de onlara göre oyun yok. Tiyatro kalkınsın, denemelere destek olayım diye bir dertleri de yok. Evlerinde sinema salonları var, istedikleri oyunu sinema gibi seyredip tiyatro seyrettik diyorlar. Yıldız Üniversiteliler Güldür Güldür’ü tiyatro sanıyor. Halk  yetenek yarışmasını,  Mutfak oyunlarının gına getiren tekrarlarını izliyor. Ona göre tiyatro işte bu. Şekerpare filmi de tiyatro olmuş. Evde seyreder rahat rahat. Televizyonlarda  her akşam birkaç dizi.  Zaten orada seyredilenler de tiyatro oyuncusu değil mi?

Tüm bu insanları evinden çıkarmak salonlara götürmek için büyük bir neden olmalı. Büyük salon, kadro, konu, gösteri.. Oysa bizim tiyatromuz küçülüyor git gide.. İnsanların kafalarındaki soruların, sorunların cevaplarını bulması lâzım. Oysa bizde 'ima eden'  ithal oyunlar oynanıyor. Yerliyi oynayan ‘zülf-ü yâre dokunamıyor’, ‘parasını sübvanse eden devlete’ ses edemiyor, ödeneklide ‘emir demiri kesiyor’. Ben oyun seçmekte zorlanıyorum, bolluk gibi görünen yokluktan, halk ne yapsın!

Tiyatro kadroların çoğu genç.. Kendi çocuğunu dinlemeyen tiyatroya gidip çocuğu yaşındakinden ders mi alacak? Bir sonraki yemeğini hesap eden ‘Arabın İntikamı’ olsa evinden çıkmaz. Dümbüllü gelse çaresiz. Eskide kalmış o devirler.

Gene bana kaldın ya tiyatro, benimle de geçinemiyorsun.


Melih Anık

25 Ocak 2015 Pazar

İBBŞT’nın Yeni Tiyatro Anlayışı: ‘Emir Demiri Keser’

Geçmiş bir anımı anlatarak başlayayım.

Bir  ‘Head hunter’ aradı. Rusya’da milyon dolarlık bir yatırıma CEO arıyorlarmış. Bir sene içinde hayata geçmesi gerekiyormuş. Maddi şartlar çok iyiymiş. Görev için ben ‘ideal’mişim. Benden iyisini mi bulacaklarmış. İşin sahibi de adımı duyunca heyecanlanmış. Kabul edersem çok mutlu olacaklarmış falan filan..

İlk sorum şu oldu : ‘İş bir sene içinde hayata geçer mi?’

Karşıda bir sessizlik oldu. ‘Yâni…  Biraz zor ama…’

Ben ‘O halde olmaz’ dedim.

‘Head hunter’  ‘Aman Melih Bey, ne önemi var. Bir yıl çalışın maaşınızı alın. Gerisini düşünmeyin’ dedi.

Ben ‘Başkasını bulun’ dedim.

‘Head hunter’ ‘Başkası sizden daha iyi yapamayacak ya.. Bu görevi kabul edecek başka kişileri bulmak kolay. Siz alın o maaşı iş olmazsa olmaz.’ dedi.

Teşekkür ettim, görevi kabul etmedim.

İş hayatımda bu tarz çok teklif aldım. Piyasada iş böyle kabul ediliyor(du). Görev (zamanında) yapılmış yapılmamış kimsenin umurunda değildi. Al maaşı, olursa sendendir olmazsa bir bahane bulursun. Zaten kimse sormuyor. Herkes ‘benden daha iyisini yapacak yoktur’ diye düşünüyor.  Oysa ben, varsa benden önce o görevi üstlenmiş olan ile konuşmaya kadar götürüyordum işi. Neden ayrılmış, yaşanan sorunlar ne vb. Koşulları öğrenip aklıma yatarsa teklifi kabul ediyorum. Önemli olan maddi kazançlarımdan daha önce  görevin başarı ile tamamlanabilmesi  idi.

Bunu niye anlattım ?

İBBŞT’ın ‘ismini anmak istemediğim’  GSY, kral öldü diye açıklanan milli yas nedeniyle oyunların iptal edilmesi üzerine ‘Başbakanlıktan emir geldi, emir demiri keser’ demiş . Ben olsam bu sözü söyleyeceğime  o görevden hemen ayrılırdım. Aslında istifanın da bir yararı vardır ama hadi o istifa etmesin ama bu olayın saçmalığı üzerine birkaç söz söylesin. Zira oturduğu koltuk ('Muhsin Ertuğrul’un koltuğu' diyor ya) ona bu görevi ve sorumluluğu veriyor.  İkide bir Muhsin Ertuğrul’un ismini dilinde gezdirip onun yaptıklarını yapamama yetersizliği ile o koltukta oturmak mıdır hüner? Yaptığı hırsa değer mi? Bu yönetim zihniyeti ile mi ‘istediğinden fazlasını alacak’? O da  ‘Bir başkası benden iyisini mi yapacak?’ diye düşünüyor olmalı.  İleride bir gün  yaptıklarını ‘bir türlü’ açıklar. Şimdi her dediğine susanlar, arkasından  ‘Kral öldü yaşasın yeni Kral’ ya da ‘Giden ağam gelen paşam’ derler. Ona güveniyor herhalde.

Dikkat edin, İBBŞT’nın ‘adını anmak istemediğim’ GSY, geldiğinden beri ‘törpülemek, otokontrol, emir demiri keser’ gibi tiyatro ile bağdaşmayacak ifadelerle anlatıyor kendini ve başında bulunduğu 100 yıllık kurumu. Bu nedenle İBBŞT  iyi yolda diyemiyorum. Benim gördüğümü kurumdakiler görmüyor mu?   


Melih Anık     

11 Ocak 2015 Pazar

Türk Tiyatrosu’nda Bağlılıklar

Topluluk,  Bakanlık yardımına, sponsora, salon sahibine, belediyelere ve aracılara

Kadro bekleyen, GSY’ne

Yazar, repertuar kuruluna, yönetmene, yayımcıya, kitapçıya, portal ve dergi sahibine

Yönetmen GSY’ne, topluluğa, yazara

Oyuncu GSY’ne, eleştirmene, yönetmene, jüriye, topluluk sahibine, dizi yapımcısına

Dergi, ödenekli tiyatroya

Çevirmen, topluluğa, GSY’ne, yönetmene  ve repertuar kuruluna

Salon sahibi emlâkçıya ve ev sahibine.

Yayımcı, yönetmene, matbaaya

Eleştirmen/akademisyen/ gazeteci,  topluluğa,  GSY’ne, yönetmene, oyuncuya,  ödül ve  festival yöneticisine

Melih Anık

2 Ocak 2015 Cuma

Bir Başka Yönetmene 2

Kesinlikle tehdit yok yazdıklarımda. En azından amacım değil.  Demek istediğim bizim tiyatromuz bu eğip bükmelerden çok çekiyor. Doğruyu bildiğimi iddia etmiyorum. Yazdım bunu. Düşündüğümü yazıyorum. Bazıları yanlış bulabilir. Ama biri çıkıp 'seviyesiz' dedi mi durmam.  Hele bazıları kapalı kapılar ardında övüp ortada arkamdan konuşursa onunla uğraşırım. Hiç kimseyle benim başlattığım bir polemik  yok.  Yazdığımı beğenmeyene ne diyebilirim ki.. Ama bu 'sen yazma' olmamalı. Ben 'sen oynama' demedim kimseye! Bu oyunu seyretmeyin demedim. İma ettim. Okuyan anlasın istedim. Sadece beğendiğim oyunları yazmadım beğenmediklerimi de yazdım. Zira eleştiri oyun seçmekle başlar. Oyunu seçtim kötü çıktı.  Şimdi açık açık diyeceğim. Diyeceğim budur.  Bu da tehdit değildir.

 Zira....:

Bir Başka Yönetmene 1

Benimle ilgili algılarınız beni anlatmıyor ama olsun.. 

Önce şu haberi okumanızı rica ederim.

http://www.tiyatrodunyasi.com/haberdetay.asp?haberno=7627

Sonra da kendi yazdığınız sorunuzu hatırlamanızı:(Anlamını bozmadan cümleyi yazdım)

'düşünce  ve yorumlar serbestçe beyan edilmeli'

Bu hatırlatmayı yapma sebebim beni korumanızı istemek değil.

...............  için makul bir 'düşünce ve yorum paylaşımı' olarak bulduğunuz bir hareketi bir başkası için bulmayışınızı neye bağladığınızı sormaktı amacım.  

Eleştiri üslubumu beğenmediğinizi anlıyorum. Çok doğal. Ben de her oyunu ve oyuncuyu, yönetmeni beğenmiyorum. Bazılarının çok daha sert eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zaten her oyunu da seyretmiyorum. Bazen davetleri kıramıyorum. Sizin de ilgimi çeken oyunlarınızı seyredeceğimi ve bundan böyle sadece sizin değil her oyunu kelimelerimi bükmeden yazacağımı bilmenizi isterim. 

Dileğim ve umudum kuvvetini dayanışma adı altında iş ilişkilerinden alan anlayışın tiyatrodan atılmasıdır.

Hayırlı işler diliyorum.

Melih Anık