27 Mayıs 2013 Pazartesi

Tiyatro(cu)nun Taksim Eylemi(25 Mayıs 2013) Ve Genco Erkal’in ‘Twit’i

Aslında yazıp yazmamakta tereddüt içineydim kararımın netleşmesine  İlkay Akdağlı neden oldu.

" SEYİRCİ NEREDE?" diye sormak yerine "BİZ NİYE GETİREMEDİK?" demek daha doğru olmaz mı?” diye twit yazdım, İlkay Dağlı “Olur.  başka?” diye yazdı bana. Yazdığım ‘twit’in onu rahatsız etmiş  olduğunu hissettim.

Bu âlemi takip edenler, benim Genco Erkal’in yazdığı ‘twit’e  (“Bu kadar mıyız? Bu kadar mıydık? Bu kadar mı olmalıydık? Peki bunca yıldır hizmet verdiğimiz seyircilerimiz nerede? Hiç mi umurlarında değil”) gönderme yaptığımı anladılar tabii ki.

Ben, bilerek karşımdakine “anladın mı?” demedim bugüne kadar, “anlatabildim mi?” dedim.  Bu sadece nezaketten kaynaklanmıyor, öyle düşünüyor öyle hissediyorum. Yâni ben “anlayanın” değil “anlatan”ın sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Elbette şifa bulmaz “ebleh”lere de rastladım ama fikrim değişmedi.  Şantiyede ekip yönetirken “işi aptala anlatmak” konusunda uzmanlaştım. Elbette emrimde çalışanlar aptal değildi. İşin doğru yapılması en basit en anlaşılır halde anlatmaktan geçer. Ekip, farklı algılama, eğitimde olan kişilerden oluşur çünkü. Tiyatro da, içinde farklı düzeyde insanların bulunduğu salonlardaki seyirciye yapılır.  O nedenle her oyun farklı farklı anlaşılır. Reji her algıya bir şekilde dokunduğunda başarılı olmuş sayılır(bence). Bu çok güç bir iştir. Mesleğin zihinselliği işi daha da zorlaştırır. Her akşam oyunun farklı olmasında seyirci karmasının rolü vardır. Çünkü tiyatro seyirci ile birlikte “var” olur. Tiyatronun amacı (bence) “anlatmak”tır.  Anlatmanın ilk aşaması salona gelen seyirciye yapılır. İkinci aşaması şehrinize, sonra da ülkenize anlatmaktır. En ileri boyutu da dünyaya anlatabilmektir. Hep bilinen bir söylem vardır  “yerel olmadan uluslar arası olamazsınız” (“Ulusal”ı yanlış anlamalara neden olur diye kullanmadım) Bu ifade bence şunu der:  kendi seyircine anlatamazsan dünyaya anlatamazsın. Buna bağlı olan düşünce de şudur: Dünyaya anlatmak için kurgularsan kendi halkına  anlatamazsın.

Eski defterlerime baktım. ‘Kerem Gibi’yi 7 Şubat 1976 saat 15’de Ümit Sahnesi Dostlar Tiyatrosu’nda seyretmişim. (Ümit Sahnesi, Samanyolu Sokak’ta idi, KAPANDI.)  O günlerde seyrettiğim her oyun için kısa/uzun notlar düşerdim defterime, o oyun için  “Tabii! Genco Erkal gene ‘Büyük’tü” demişim. Genco Erkal benim için bu gün de ‘büyük’.  Kaç nesil onunla büyüdü,  içindeki duyguları  isimlendirdi. O, hâlâ  coşkuyu, umudu, kavgayı, isyanı canlı tutuyor.  Belki bugün geçmişteki kadar sık seyretmiyor oluşum 1976 yılının 7 Şubat’ında salondan çıkarken içimde yeşeren dünyayı değiştirme tutkusunun aradan geçen 40 yıl içinde ülkemde yaşananlara ve tiyatroya bakarak soldu solacak kıvamda olmasından kaynaklanıyor, KİŞİSEL bir şey!  Ben Genco Erkal’in “bunca yıldır hizmet verdiği seyircilerden biriyim”, kendisine çok şey borçluyum  ve/ama  tiyatroya ait olan her şey  “umurumda”.   Üstün Akmen gibi “ben oradaydım” demedim ama çoğu eylemin yanında/yakınındaydım.  Bu yazıyı  “dertleşme” olarak kabul edin.

Eski defterleri karıştırırken 7 Nisan 1976 saat 21:30’da Aksaray Nejat Uygur Tiyatrosu’nda TIRT isimli oyunu seyrettiğimi “buldum”. O oyun içinde şunları yazmışım: “N.Uygur’un tiyatro anlayışı nedir? Kime ve nasıl ne yapmak ister? Tiyatro demiyorum çünkü bu akşamki oyunu-gösterisi, saçmalığı- hiçbir şeydir. Elhak güldürmek ister. Ama nasıl? Bir de bir mesajı vardır,oyunun sonunda “slide”larla vermek istediği. Ama ne etki yapmıştır bu seyirci üzerinde? Seyirci kıçını tutan Columbo’yu,”Andin (anladın)  mi?” diyen oğlu, N.Uygur’un Petroçelli ve Colombo’yu  nasıl taklit ettiğini hatırlamaktadır.  Salonu doludur. Tiyatronun bu denli hafife alındığını görmedim.  Çok yetenekli bir halk oyuncusudur N.Uygur ama kendine yazık etmektedir.” 

Aynı yıl iki ay arayla iki farklı tiyatroyu seyrettiğim gözden kaçmasın lütfen. Benim hangi tür tiyatroyu sevdiğim, beğendiğimi yukarıdaki satırlar gösteriyor. Şunu itiraf etmeliyim ki N.Uygur seyirciyi Genco Erkal’den çok daha iyi tanıyormuş. Şimdi onun bilinçli olarak öyle yaptığını düşünüyorum. Benim(bizim neslin) tiyatroya nasıl baktığı da ortaya çıkıyor bu arada. O günkü fikirlerim değişti. Bugün de Nejat Uygur Tiyatrosu’ndan keyif alacağımı söyleyemem ama o tiyatronun, Türkiye’nin bir gerçeği ve gerekliliği olduğunu söylemek istiyorum. Son günlerde bu yazıyı yazacağımdan habersiz, 'youtube’da Nejat Uygur’un bazı oyunlarını seyrettim. Onu çok takdir ettim. O Karagöz, Dümbüllü geleneğinin devamı. Halkı çok iyi tanıyor. Padişah’ın ‘nedim’i  gibi hem nalına hem mıhına çekici vurma ayrıcalığında olan biri. O bu "ayrıcalığı" kendi almış. En ciddi şeyleri ciddiyetsizmiş gibi görünen zarf içinde söyleyen  bir sanatçı, Batılıların “soytarı”sı  gibi. 

Tiyatromuzda Nejat Uygur(çok yaşasın)  gibi hatırladığım başka oyuncular da var. Ulvi Uraz, Muammer Karaca, Toto Karaca, Suna Pekuysal, Kemal Sunal , Münir Özkul(çok yaşasın). Onların yaptıkları incelenmiş midir acaba? Kemal Sunal’ın kendi filmleri ile ilgili bir tez yazdığını duymuştum. Başbakanlar, bakanlar  onlarla aynı fotoğrafta olmak istediler hep. Çünkü örneğin Nejat Uygur’un yanında görünen politikacı, halka hoş geliyordu. O tiyatrocular da politikacılara nasıl davranılması gerektiğini iyi biliyordu, onlara "yapışmadılar".  Parti başkanları, politikacılar Mevlâna’da Hacı Bektaş Veli’de “birleşiyor”. Zira tüm bu BÜYÜK insanların değerini halk takdir ediyor, onlar halkın korumasında. Çünkü onlar halkın dili, koruyucusu, sözcüsü olmuşlar. “İnsanı insanla insana anlatma sanatı” olan tiyatro, üzerinde oturduğu geleneği unuttukça; içine sıkıştığı twitter dünyasının sınırları ile aldandıkça yanlış saptamalar yapmaya devam edecek sanırım. Bugün Genco Erkal   “bunca yıldır hizmet verdiğimiz seyircilerimiz nerede? Hiç mi umurlarında değil” serzenişini yaparken aslında çok  paylaşılan bir düşünceyi ifade ediyor ama tiyatromuzda “peşinden gidilecek” Nejat Uygur’ların azaldığını(hadi “yok oldu” demeyeyim) görmüyor mu? Hatta tiyatronun bileşik kaplar misali farklı türlerden beslendiğini  bilmiyor mu? 

Tiyatronun Taksim eyleminden bahseden medya,  Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’in yanı sıra aralarında Metin Uca, Orhan Aydın, Nedim Saban, Levent Üzümcü,  Ayşe Emel Mesci, Ataol Behramoğlu, Bedri Baykam, Işık Yenersu, Yücel Erten, Levent üzümcü, Serdar Orçin, Erdem Akakçe, Ragıp Yavuz, Levent Kazak, Genco Erkal, Zafer Algöz, Tülay Günal, Ali Düşenkalkar’ın eyleme katıldıklarını yazıyor. Bu liste bir kutuplaşmanın göstergesi değil mi? Siz bu isimlerin yanında (varsa bile) karşıt görüşten insanların da olduğunu düşünür müsünüz? Bunu düşünememek bile bir ayrışmanın olduğunu göstermez mi? Tabii ki bir "kısım tiyatrocu DT’na sahip çıkıyor, diğerleri hükümetin peşine takılmış" denilebilir. Haklı olabilirler. Ama yukarıdaki  isimler o gün dışında bir araya gelip DT’nın ne olması gerektiğini tartışıp ya da başkaları tarafından hazırlanmış bir taslağın altına imza atmışlar mı? Yani eylem güzel de eylemin elle tutulur bir “temel belgesi” var mı? Ben “satamazsınız” denilip “satılan”ları, “yıkamazsınız” denilip “yıkılanları”, “kapatamazsınız” denilip” “kapatılanları” çok gördüm. Bence hepsinde ortak olan şey aynıydı: hazırlıksızlık ve de fikrî takip eksikliği. Maalesef arada bir eylem yaparak işler istediğimiz gibi olmuyor. Hatta hesapsız yapılan eylemler, gücü gösterecek yerde güçsüzlüğü afişe ediyor.  

“İnsana insanı insanla anlatan sanat” olan tiyatronun hiçbir meslek dalında olmayan  gücü olan “seyirci” ile iletişimi nasıl? Seyirci tiyatronun kendi içinde parça parça olduğunu görmüyor mu? DT’nın kitap olan kavgalarını okumadı mı? “Kutsal tartışmaları” duymayan mı kaldı? RT’lerin bile bir "hesap kitap işi" olduğu belli değil mi? Tiyatrocu, meslektaşının oyununa “ürkünç” derken utanmıyor ama yaptığının kendi bindiği dalı kesmek olduğunu da mı anlamıyor? Kendi mesleği onu uyarmıyor mu?  Taksim’de  “DT kapanmasın” nutukları atan tiyatrocu, “DT kapansın” diyenin sahnesinde nasıl tiyatro yapabiliyor? Tiyatro ödüllerinin YOZLAŞTIĞI görülmüyor mu? Eleştirinin değersizleştiği bilinmiyor mu? Tiyatrocu salonu terk edenleri görmüyor mu? Kendisini ayakta alkışlayanların da iki saat için onunla hem fikir olduğunu; tiyatronun “iz” bırakmadığını, gündem yaratamadığını anlamıyor mu?   Ve en acısı bu ülkede, 77 milyonluk bu ülkede tiyatro seyircisinin ancak ve abartarak 1 milyon kadar olduğundan da mı habersiz? Neden bu bir milyon iki, üç, on, milyon olmuyor?  Bunun nedeni sadece yasalar, sanat sevmeyen iktidarlar mı? TBMM’de görev yapan tiyatrocu milletvekillerinin, bir şairin başbakan olduğu(büyük bir şanstı) dönemlerden tiyatro için kalan ne?  Halkın desteği olmazsa hiçbir şeyin değişmeyeceğini anlamıyor musunuz? Emin olun sağlıklı BİR Nejat Uygur o gün Taksim’i doldurur ve de Tünel’e kadar yürürdü. Siz ise yönünüzü çevirip AKM’ne yürüdünüz. Birisi de bunu twitler yazarak “kutsamış”. Oysa o kadar tiyatrocu, eylemi sonlandırıp,  her biri dağarcığından bir tirat bir hikâye çıkarıp söyleyerek çevresinde toplanan on seyirciyle kol kola Tünel’e yürüyemez miydi? Bir kaçınız Atatürk’ün heykeli yanındaki bir taşa çıkıp bir şiir, deyiş okusanız emin olun polis bile "biberi kenara koyup" seyirciniz olurdu. Tiyatro gücünü halktan almazsa eylem yönünü değiştirir. Yâni sanatın dokunulmazlığının garantisi halktır. Halkın arkasında durduğu sanatın, oyuncunun önünde politikacılar da eğilir ve onlarla aynı “fotoğraf”ın içine girmek ister, MECBUREN.

 “Peki bunca yıldır hizmet verdiğimiz seyircilerimiz nerede?” demeden önce düşünmek gerekir. En acısı  “diyetini  istemek”tir. Ömer Seyfettin’i biliyor bu halk!

Umarım “Başka?”nın cevabını verebilmişimdir.  


Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder