Kubilay Tunçer bir
twit yazmış: “Devlet ve şehir tiyatrosu sezonu kapattı. 5 ay tatil.ohh.yağma hasanın
böreği.”
Eminim ki herkes onu tanıyor. Ama ben wikipedia’dan onu
aradım:
“Kubilay Tunçer, Türk
akademisyen, sahne sihirbazı, oyun yazarı, senarist, tiyatro, dizi ve sinema
oyuncusu.
Fen-Edebiyat
Fakültesi, Psikoloji Bölümü lisansını ve bilim felsefesi yüksek lisansını (tez
aşamasında bırakıldı) ODTÜ'de yapan Tunçer, İstanbul Bilgi Üniversitesi MBA
programında öğretim görevlisidir. Abdullah Oğuz'un Mutluluk ve Nuri Bilge
Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da filmlerinde oynadı. Olağan Mucizeler adlı
oyun, Tunçer'e 2003'te Afife Jale En İyi Yazar Ödülü getirdi. Uluslararası
Sihirbazlar Derneği (International Magicians Society) tarafından, David
Copperfield, Chris Angel, Jeff McBride gibi sihirbazların aldığı Merlin
Ödülü'nü alan ilk Türk sanatçı oldu. (2009)”
Çok parlak bir özgeçmiş. Hafta sonları Hürriyet’te yazdığı tiyatro
eleştirilerini okuduğumda kısa bir yazı içinde nasıl zekice özü kavradığını ve
anlattığını düşünürüm sık sık. Donanımlı ve ödüllü bir sanatçı. İmzasını görmesem yukarıdaki ‘twit’in ona ait
olduğuna kesinlikle inanmam. Zira bu ‘twit’in ima ettiği hatta açık açık
söylediği şey bugün tiyatro düşmanlarının ağzına yakışır ancak. Çünkü onlar da
tiyatrocu olmanın ne demek olduğunu ancak bu ‘twit’in ifade ettiği kadar
anlıyorlar. Onların vizyonu o kadar.
Bu anlayışın ilk temsilcisi Haluk Bilginer. “Oyunculuk da bir
iştir” diyen tiyatrocu. Hani “kutsallaştırmayın”ın
mucidi(!).
Beden işi yapanlar ile zihinsel iş yapanların yorgunluklarını geçirmek için gereken sürenin arasında nasıl
bir fark olduğunu bilmemek gerek bunu söylerken. Oyunculuğun insanın kendi
bedenini, zihnini nasıl tükettiğini bilmemek gerek. Yaratıcılık ile ilgili
çalışanların harcadığı enerjinin ne olduğunu ve yerine nasıl konduğunu bilmemek
gerek. Zihnin uykuda bile oyuncuyu nasıl esir aldığını bilmemek gerek. İki
saatlik bir oyun sonunda oyuncunun hangi ruh durumunda olduğunu bilmemek gerek.
Oyuncunun o ışıklar dünyasından sokağın gerçek dünyasına nasıl döndüğünü
bilmemek gerek. Ya da bilmezden gelmek gerek.
Sanıyorum Haluk Bilginer için de Kubilay Tuncer için de geçerli
bunlar. Onlar hep sahnede değil ama
zihinleri sahnede, filmde. Onlar sahneye
çıkmadan 2 porsiyon döner üstüne bir porsiyon şöbiyet yemiyorlar. Oyun arasında “Aman canım ne
olacak, çek bir şalgam suyu” demiyorlardır. Ben seyirci olarak onlara giderken kendime
her bakımdan dikkat ediyorum, hazırlanıyorum, onlar dikkat etmez olur mu? Ben bir oyun
seyretmeden bir hafta önceden okumaya başlıyorum, onlar bana gösterdikleri role
uyuyarak mı hazırlanıyor?
Peki ya tiyatrocunun tatil dönemleri? Gerçekten ona tatil denir mi? “5 ay tatil yağma hasan’ın böreği” midir? Olsa ne olur? 7 ay
çalışmış bir sanatçıya yeniden doğmak için 5 ay uzun bir süre midir? Kaldı ki her
tiyatrocu sahneye çıksın çıkmasın arar, araştırır. Şimdilerde sezon sonu,
gelecek sezon oyunları ve rol dağılımı belli oluyor. Yani o 5 ay sırt üstü yatma dönemi değildir.
Tiyatrocu araştırır, okur, düşünür. Her gördüğüne bundan ne çıkarırım diye
bakar. Devreden bir oyun varsa üstüne yeniden okur, araştırır. Devlet ve şehir
tiyatrolarında olsa bile. Zira tiyatroculuk bir yaşama biçimidir. Kubilay Tunçer
de sanırım senede 365 gün yapacağı sihirbazlıklarla meşguldür. Kayıp Şehir’in "teknik direktörü"nü Hasan’ın böreğini yerken yaratmamıştır. Otopsi memuru için hazırlandığı dönemleri “boş
geçen” zaman olarak görmüyordur. Bedenen
olmasa bile zihnen meşguldür. Ve en
yorucu olan çaba ve en zor yerine konan enerji zihnen yapılandır. Bu “iş olsun“ diye
yapılmaz. Bir oyuncu ile börekçi Hasan Efendi arasındaki fark da buradadır.
Ama tiyatrocu ile börekçi arasında en
önemli fark başkadır, börekçi meslektaşına saygı gösterir tiyatrocu göstermez.
Kubilay Tunçer mutlaka ironi olsun diye yazmıştır o ‘twit’i. İnşallah öyledir.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder