Dün iki oyun eleştirisi okudum. Her iki eleştiriye de dikkatimi çeken
eleştirilenlerdi. Birini, eleştirilen Yanetki, twitter hesabından RT etmişti; diğer twit ise “kendimi özel hissettim” notuyla oyunun yönetmeni (Tolga Yeter) tarafından
yazara teşekkür edilerek yazılmıştı.
Oyunlar Kurabiye Ev ve Aktör Kean idi.
Umutlar bağladığımız
gençlerimizden Serkan Üstüner (1981), Elif Baş’ın temiz bir Türkçeyle ve
“Kurabiye Ev” başlığıyla dilimize kazandırdığı metni almış, enine boyuna incelemiş.
Bu cümleden anlıyorum ki çeviriyi beğenmek için Türkçesinin “temiz
olması” yetiyor. Eleştiriyi yazanın metnin orijinalini okumuş ve tercümesi ile karşılaştırmış olması hâlinde
kurulacak cümle daha farklı olurdu, değil mi?
Sahnelerken, hem
plastik, hem de jestüel açılardan metni dantelâ gibi işlemiş. Ah! Kosmos’un
sesin elektronik halinin bedenler ve duvarlar arasındaki yansımasını sağlayan
ve dolaylı olarak heyecan püskürten müziğinden de yararlanarak hareketlenme
açısından yazarın yazımsal potansiyelliğini bir kenara itmiş; replikleri
jestlere ilmiklememiş, adeta işlemiş.
Yazar diyor ki sahnelerin plastiği yani fotoğraf hâlleri ve
de oyuncuların jestleri üzerinde durulmuş. Buna “metni dantelâ gibi işlemiş”
denilebilir mi?
“Sesin elektronik hali” ne olabilir? “Dolaylı olarak heyecan
püskürten müzik”ten ne anlaşılıyor? O müzik “sesin elektronik halinin bedenler
ve duvarlar arasındaki yansımasını sağlıyor”muş. Ama yönetmen “müzikten
yararlanarak hareketlenme açısından yazarın yazımsal potansiyelini bir kenara
itmiş” İyi de “metin dantelâ gibi işlenmemiş” miydi? “Replikleri jestlere
ilmiklememiş, işlemiş”. Yazar, “jestlere işlenmiş replikler”den bahsediyor.
Yani önce jest var, replik jestten çıkmış. Replik “söz” anlamında kullanılıyor
burada. Oysa “replik” söz olmayabilir; oyuncunun dışında bir şey olabilir. O
durumda “işleme” söz konusu olmayabilir. Ama ifade ne cafcaflı değil mi!
Üstüner, oyunu 15 tablo içinde çizmiş,
dolayısıyla ister istemez kendisini “black-out” çıkmazının kucağına itmiş. Neyse ki, izleyicinin çok az süre
karanlıkta kalacağı şekilde çabukluğu olabildiğince sağlamayı da bilmiş. Gel gelelim, zaman değişimlerinin yaşandığı
onca tablo içinde, Stacey ve Brian’ın iki, Marco’nun üç kez kostümlerinde
değişikliğe gitmiş. Oysa bırakınız ayakkabı-pantolonu, bir bluz bir kravat
değişimiyle bile bu sorunu çözebilirmiş. Diğer taraftan, Stacey ve Brian’ın çocukları Curtis ile Maggie’in
görüntülerini izdüşümü olarak verebilir, bu iki karakteri kamera karşısında
çocuk oyunculara oynatabilir, repliklerini kendilerine seslendirtebilirmiş. İstememiş.
“Metni dantelâ gibi işlediği” söylenen yönetmen “kendisini ‘black-out’
çıkmazının kucağına itmiş” Yazar kötü bir şey söylememe titizliği içinde hemen
ikinci cümleyi kurmuş. Ardından da
titizliğini beğendiği yönetmene akıl da veriyor. “Ne o öyle tüm giysileri
değiştirmek, bir bluz,kravat değiştir” de black-out’lar kısa olsun demiş. “İzdüşüm”lü cümleden ne
anlatılmak istendiği de ben anlayamadım. Her hâlde seyreden anlıyor. Ama bu
uzun karmaşık ifadelerin arkasından gelen “istememiş!” yönetmenin bilincini(!)
vurguluyor.
tanıdığım Ece Öz, bu
kere “The Gingerbread House”un, Rattlestick Playwrights Theater’daki
sahnelenişindeki sahne tasarımının aynısını Yan Etki’nin sahnesine indirmiş.
Bana sorarsanız yapacağı fazlaca bir şey olmadığından pek iyi de etmiş.
Yazar diyor ki sahne tasarımı çalınmış yani “intihâl”.
Yazarın kendisi de “intihâl” yaptığı için bunda bir beis görmüyor.
Us-han Çakır’ın yapay
ışık tasarımı, seyahat acentesinde geçen tablolar dışında yanılsama yaratırken,
2. ve 4. tablolarda Ece Öz’ün kanepe-koltuk-sehpasını yok eder hale gelmiş.
Diğer taraftan 8. tabloda gölgeler oyunculardan fazla gelişmiş.
Yanılmıyorsam ışık tasarımını beğenmiyor. “Metni dantelâ
gibi işleyen” yönetmenin değil ışık tasarımını yapanın hatası!! Evet evet,
öyle!!
“Kurabiye Ev”
değerlendirmesinin eleştiri boyutunu bu kadarla sınırlı tutup geçtikten sonra,
Serkan Üstüner’in yarattığı ve figür haline getirdiği karakterlerin izleyicinin
düşüncesinde “alt-partisyon” denilen devinduyumsal (kinesthetic) bir şema
oluşturduğuna mutlaka dikkat çekmeliyim.
Yazar “oyunculuklara geçerken değerlendirmenin eleştiri
boyutunu bu kadarla sınırlı tutmuş” Demek istediği şu: “eleştiri” yergidir. “Şimdi
övgü cümlelerime geçeyim” demek istiyor. Oysa başta yönetmeni yere göğe
koyamamıştı. (dantel)
Serkan Üstüner’in yarattığı ve figür haline getirdiği karakterlerin
izleyicinin düşüncesinde “alt-partisyon” denilen devinduyumsal (kinesthetic)
bir şema oluşturduğuna mutlaka dikkat çekmeliyim.
“figür haline getirdiği karakterler” ile neyin anlatılmak
istendiğini anlamak çok zor. Yazının gelişinden “iyi bir şey” olduğunu
anlıyoruz. Ama yazarın bir başka iddiası var “izleyicinin düşüncesinde ‘alt-partisyon’
denilen devin duyumsal(kinesthetic) bir şema oluşturulmuş”. Bu cümle bana yeni
öğrendiği kelimeyi cümle içinde
kullanması istenen bir ilk okul öğrencisini hatırlattı. Yazar da cümle içinde
kullanmış,aferin “yıldızlı pekiyi”! “İzleyicinin düşüncesi” dediği de kendisi
sadece. Zira kendinden başkasının bu anlamda “tıbbi analizini” yapmak mümkün
değil. “Ben öyle hissettim, herkes de öyle hisseder” anlayışı yani. Yazdığını anlamak
için yaptığımız bu değerlendirmenin içinde sanırım bu cümle ayrı bir yazı
gerektiriyor.
Çünkü Sekan Üstüner,
Collin’de Özgür Özgencer’i, Barmaid’de Sinem Reyhan Kıroğlu’nu, sanki bedenin
bir anlam taşıdığını örneklemek için özel olarak seçmiş.
“Bedenin anlam taşıdığının örneklenmesi” meselesi kafamı çok
kurcaladı. Serkan Üstüner yandı, bundan sonraki tüm oyunlarında “bunu”(?) yapmazsa başarısız olacak dantel falan da
kalmayacak.Oyundaki diğer oyuncuların durumlarını onlara bıraktım.
Barış Kıralioğlu, Fran karakterini psikolojik ve soyut olmadan önce
fizikselleştirmiş. .
Benim anladığım hiçbir derinlik olmadan Barış Kıralioğlu sahnede öyle bedenen duruyor.
Üstüner iki oyuncuda bedene dikkat etmiş Kıralioğlu’nu unutmuş sanki.
Deniz Karaoğlu, alt-partisyonu kendi perspektifi doğrultusunda başarıyla
yakalayıp, Brian’ı sanki dışarıya üfürmeden önce içinde biriktirmiş.
Bu ifadeyi nasıl anlatacağımı uzun uzun düşündüm. Bir kere
Deniz Karaoğlu, yönetmene uymamış, “alt-partisyonu kendi perspektifi
doğrultusunda yakalamış” (başarıyla hem de). Cümlenin esas kısmı ise tam bir
fecaat: “dışarıya üfürmeden önce içinde
biriktirmiş”. Sizin aklınıza ne geliyor bilmem ama benim aklıma iyi şeyler
gelmiyor. Yazmayayım, oyuncuya da ayıp olmasın.
Faruk Barman,
aksiyonlarının içine fiziksel yönelimler dizmiş; pişkin üçkâğıtçı Marco’yu
içine bir güzel sindirmiş.
“Aksiyonlarının içine fiziksel yönelimler dizmek” kulağa hoş gelen bir ifade! “Aksiyon”, “fiil, hareket,
iş” değil mi zaten? “Hareketlerinin içine fiziksel yönelim dizmek” nasıl
yapılır? İyi bir şey midir? “Dizilmesi” yeterli midir yoksa uyum şart mıdır? “Marco’yu
içine sindirmiş” ten de Barman’ın Marco’yu “yediğini” anlıyorum. Yazar onun
bedenine girmiş, o olmuş demek istiyor herhâlde. Demek ki yazarımız başarıyı
oyuncunun rolünün içine girmesi diye anlıyor. Başka bir oyuncu için övgü, “fizikselleştirmek”ti
değil mi?
Pınar Çağlar Öztürk, Sanki öz kardeşiymiş gibi, Stacey’in
mimiklerini özümsemiş.
Bu da bir tiyatro anlayışını yansıtıyor. Oyuncu rol ile
bütünleşmeli. Rolünüz “kardeşiniz gibi “olursa başarılısınız. Öyle mi?
Tiyatro Yan Etki, bu kere de, hem de “külliyen” iyi iş becermiş.
Bu yazının son cümlesi bu olur mu? TEB Başkanı için olur.
İkinci yazı “Aktörün Sahnelerde Yeniden Canlanması!”
üzerine. Ben bu tür “yeniden
canlanmaların” başarılı olduğu hususunda tereddütler içindeyim.
Yazı üç uzun paragraftan oluşuyor. İlk paragraf oyun
hakkında genel bir bilgi içeriyor. Bir yerlerden derleme gibi.. İkinci paragraf
ise Aktör Kean’a ait “vikipedik” bilgileri içeriyor. Oyunun eleştirisi(?)
üçüncü paragrafta.
Tolga Yeter oyunu
kurgularken sahne grafiğinde çok dikkatli. Basit dekor tercihinin yanında,
oyuncunun kendisini ön plana çıkarması için Eraslan Sağlam’a geniş alanlar
sunuyor.
Muhtemelen ipad’de alt üst olarak duran T ve G harflerinden
dolayı yazar “trafik” yerine “grafik” yazmış. Ama yazıyı sonradan okumamış. Bunu takip eden
cümledeki “Eraslan Sağlam’a geniş
alanlar sunması”ndan anlyoruz. Yönetmene yönelik “sahne trafiği” övgüsü, “basit dekor”, “oyuncuya
geniş alan sunması”ndan kaynaklanıyormuş. Bu cümleye göre “sahne trafiğindeki
dikkat” sahneyi boşaltınca oluyor sanki. Oysa “sahne trafiği” mizansen ile ilgili bir
durum.
Tolga Yeter’ in
yönetimi teknik ve içerik açısından çok başarılı.
Yazıda sahneyi boşaltmak dışında başka bir şey olmadığı için
“teknik ve içerik” açısından başarıyı anlamıyoruz. Yazara inanacağız mecburen.
O “başarılı” dediyse öyledir! Öyle mi?
seyirci oyuncuyla beraber
Aktör Kean’ in dünyasında
Demek ki seyirci kendini karaktere kaptırınca alkışlamak
gerekiyor.
Eraslan Sağlam için
bütün övgüleri buraya yazsam yine de az kalır. İnişli-çıkışlı bir hikayenin her
noktasında oyuncunun ustalığını hissediyoruz. Özellikle ilk perde ile ikinci
perde arasında karakterin geçirdiği değişimi harikulade aktarıyor. Karakterinin
psikolojik analizini dört dörtlük çözümlüyor. Edmund Kean’ in aile trajedileri,
Dury Lane’de yaşadığı çarpık ilişkileri öylesine naif bir üslupla anlatıyor ki,
insan sahnedeki ‘meddahın’ dilinde şahane bir yolculuğa çıkıyor. Eraslan Sağlam
her açıdan dört dörtlük. Sahne performansıyla bu seneki tiyatro ödüllerine çok
yakın.
Yazar övgülerini kısıtlamış özeti vermiş: “Oyuncunun ustalığı,
muhteşem performans, mükemmel yorum, iki perde arasından geçirdiği değişimin
harikuladeliği, dört dörtlük psikolojik çözüm, naif anlatım”. Tümünü oyuncu
yapmış ama “sahneyi boşaltmış, oyuncuyu kendi
hâline bırakmış” yönetmen bu eleştiri ile “kendini özel hissediyor”
metni Sevgi Şanlı
Türkçe’ye çevirmiş. Çok kötü bir çeviri oyunun gücünü kaybettirmemiş, aksine
yazarın kıvrak zekası ile sahnedeki oyuncunun mükemmel yorumu çevirideki
hataları unutturmaya yetiyor.
Bir kere “Sevgi Şanlı” değil “Sevgi Sanlı”. Demek ki yazar Türkçe klavye
kullanıyor. Klavyede “S” ve “Ş” iki uçta. Hadi “T”
yerine “G” ye bastı dedik ama S ve Ş
nasıl karışıyor? Çevirenin ismini doğru yazamazsan senin “kötü”ne nasıl
inanacağım? Belki de başka bir oyunu okudun? (Okuduğun da kuşkulu ya) Ama merak
etmeyin “çeviri çok kötü de olsa” çaresi var: “Yazarın kıvrak zekâsı” ile “oyuncunun
mükemmel yorumu” tercüme hatalarını örter. Hay Allahım!
Tiyatro Tatavla’ nın
‘Aktör Kean’ oyunu tiyatro sezonunun kaçırılmayacak gösterilerinden. Eraslan
Sağlam’ ın olağanüstü performansı sizleri tiyatroya yeniden aşık edebilir.
Oldu bitti maşallah! Son paragrafı da koyduk.
Onlar yazıyor da bu yazıları eleştiri diye “RT” edenleri, bu
“eleştiri”lerle(?) “kendini özel hisseden” yönetmenlere ne diyeyim?
Ben bunları görünce
kendime “eleştirmen” demiyorum. Anlıyor musunuz?
Ama tiyatronun hâli de vahim! Bence bunu anlayın yeter!
Lütfen anlayın.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder