26 Eylül 2013 Perşembe

Bir Tiyatro Öğrencisine Mektup

Bana yazı yazarak düşüncelerini paylaşan bir tiyatro öğrencisine gönderdiğim mektup. Kimliği ortaya çıkmasın diye bazı yerleri kapattım.

...............
Aramızdaki yazışmaya neden olan “twit”iniz “...........................”.  “Tanımadığınızı söylediğiniz” birine yönelttiğiniz eleştiri aslında eleştirilmesi gereken durumu ortaya koyuyor. ............................................. Sizi araştırdığımda tiyatro eğitimi aldığınızı anladım. Tiyatro eğitimi alan biri, tiyatronun en önemli ögesi olan “hitabet sanatı” konusunda bu kadar özensiz;  dil konusunda “ikna etmekten” bu kadar uzak olabilir mi diye düşündüm. .............................................................

Bana yazdığınız cevaba bakınca siz benim sorumu da unutmuşsunuz. .....................................


Size bu cevabı yazabilmek için aramızda geçen “twit” yazışmalarını, benim yazdığım ”twit”leri, o “twit”leri yazmama neden olan “twit”leri bir araya getirdim; size nasıl hitap etmem gerektiğini düşündüm; cevabınızın neresine cevap yazmam gerektiğini; meselenin aslından uzaklaşmadan esasa yönelik tartışmayı nasıl sürdüreceğimi gözden geçirdim; bana  cevap verirseniz, olasılıkları aklımdan geçirdim(yâni hayâli cevabınıza hayâli cevap hazırladım); yazdığım cevabı tamamladıktan sonra size göndermeden üstünde bir gece uyudum. Tekrar okudum, hem imlâ hem de fikirsel bazda düzelttim. Bütün bunları size ...................... doğru bir cevap yazma titizliğimden kaynaklandı. Tiyatro yazılarımı da size anlattığım bu düzen içinde yazmaya gayret ediyorum.

Öte yandan ummuyordum ama cevap yazarsanız, yazmanın, düşüncelerinizi toparlamak için bir fırsat olacağını da düşündüm. Zira yazma konuşmadan farklıdır. İnsan yazarken daha iyi düşünür. Oysa sizin cevabınızda bu etkiyi de göremedim. Akla geldiği gibi yazılmış satırlar. Bir öz eleştiriden geçmemiş, muhtemelen yeniden okunmamış vb.  “Sözler uçar ama yazı kalır.” Yarın bir gün karşınıza çıkar, unutmayın.

.................... bana doğru gelmeyen yazınızın içeriğine gireyim (yani benim şu düşünceme): y...........................Bazı tiyatrocuların futbol fanatizmi karşısında şu soruyu sormak zorundayım: Oyunlarınızı da bu kafayla mı yapıyorsunuz?” 

Bu ifade içinde önemli olan kelime “fanatizm”.  Bence başa bela olan “tutkulu bağlılık(bağımlılık da diyebilirsiniz) hâli”. Bizi tiyatro mesleği bağlamında anlamı ilgilendiriyor o nedenle onun üzerinde duralım.

Vikipedi’den aldığım tanım şöyle: “Fanatiklik veya fanatizm, yüksek sempati ve sevginin bir marka, kurum ya da topluma mal olmuş birey üzerinde yoğunlaşmasına denir. Bu duyguyu yaşayan insanlara fanatik adlı verilmektedir. Aşırı fanatik insanlar, çevresindeki doğru değerleri görmemekte, bunun yerine sadece kendi bildiği şekilde hareket etmektedir. Kimi kesimlerce hoş karşılanmayan fanatiklik, buna karşılık çoğu zaman da desteklenmektedir. Türkiye'de fanatiklik; daha yoğun olarak spor ve siyaset alanında gözlemlenmektedir. Ancak bu saldırganlığa dönüşen ve çevresindeki değerleri görmekten yoksun olmak durumuna ise holiganizm denir. Fanatizm bir sevgi eylemi, holiganizm ise aşırı fanatizmin yarattığı saldırganlık boyutudur.” (Burada şu notu eklemek zorundayım:  Vikipedi’nin  fikirlerime uyan ve bana doğru ifade edilmiş gelen maddelerini elbette başka kaynakları da kontrol ettikten sonra  kullanıyorum. Benden önce yapılmış daha iyi bir tanım varsa neden kullanmayayım?)

Yukardaki tanımda beni ilgilendiren ifade “Aşırı fanatik insanlar, çevresindeki doğru değerleri görmemekte, bunun yerine sadece kendi bildiği şekilde hareket etmektedir.” Ben “aşırı” olup olmadığına bakmıyorum. Zira bu “aşırı” durumun ölçeği kolaylıkla bulunamaz. “Fanatizm”, “tutkulu bağlılık hâli”dir. Bir anlamda zihnin bir konuya “kilitlenmesi”dir. Bu eleştirinin önünde bir engeldir. Oysa tiyatro zihin açıklığı, ufuk genişliği ister. Metni ele alış, yorumlayışta bu zihne ve ufka ihtiyacımız vardır. Sahnelemek metne farklı “bakış açıları” giydirmek değil midir? Öte yandan örneğin Hamlet’i çok seven bir oyuncu “fanatizm”in kurbanı ise onun içindeki ufukları görmekten mahrum kalacaktır. Ayrıca tiyatrocu, farklı düşüncelere ulaşmak/anlatmak zorundadır. Demek ki onları anlamak için çaba göstermesi gerekir. Oysa “fanatizm” bunu da engeller. Fanatizm, olaya bir mesafeden bakmanızın önündeki en büyük engeldir. Oysa tiyatroda “dışarıdan bakmak” gerekir.

Futbolda “holiganizm” fanatizmin aşırı boyutu olarak tanımlanıyor, genellikle şiddet içeren hâli. Tiyatro için o kadar ileri gitmeye gerek yok zira tiyatronun enstrümanı dildir. Dilin şiddeti bir de  “fanatizm”  etkisinde kalırsa olacakları düşünmek bile istemiyorum. Dilin içerdiği şiddetin “derecelendirmesi” de çok zordur. Ayrıca “dil” sahnede “şiddetli” bir araçtır zaten. O dili kullanmak için âkıl (aklı başında) olmak gerekir, “fanatik” olmak yerine.

Kendilerine saygı duyduğum bazı tiyatrocular değişik takımları tutuyor ama onların herhangi birinin aşağıda verdiğim “twit”lerin benzerini yazdığını görmedim.

.............................................................................

.....................................................

 ......................................................

...........................................

......................................

...........................

 ...............................................

Bunları yazan kendine “yönetmen” diyen bir tiyatrocu. “Twit”lerindeki “.........” sorunlarına değinmek gereksiz. Hepsinin de “kendince” bir açıklaması vardır ama sonuç ortada.

Özellikle toplumun büyük bir sarsıntı geçirdiği bir ortamda futbolu bu kadar önemsemenin de gereksiz olduğunu düşünüyorum. Bir an için kendimi kapılarının önüne evlâtlarının cenazesi gelmiş ailelerin yerine koyuyorum. Futbol(ve her şey)  anlamsızlaşıyor.  Gördüğüm kadarıyla “fanatizm” bazılarını esir almış. Tiyatrocuları bu “girdab”ın içinde gördüğüm zaman üzülüyorum. “Fanatizm” bir GİRDAPTIR. Kapılan tiyatrocuyu yutar.

Ben bu “twit”leri RT’ledim. Bu arada “RT ettiğim her twit aynı fikirdeyim anlamına gelmez” yazdım. ................................ ............................................................” (İmlâ yanlışlarını kullandığınız telefona  veriyorum ama ben olsam imlâya dikkat ederim.)

.....................................................

Sizin  “..................................................” bana bir biçim önerdiğinizi anlıyorum. Ama böyle yaparsam RT’ler bana geri dönecek, oysa RT’leri o “twit”in ait olduğu kişi doğrudan görsün istiyorum. Bir anlamda o kişinin yüzüne ayna tutuyorum. Fikri ne kadar taraftar bulmuş görsün diye. Öte yandan herkes aynı şekilde alıntılamaya devam etse bunu, pratik olarak (140 karakter sınırından dolayı) kimse sürdüremez. Kaldı ki insanlar takip ettiği insanları “izan”larıyla algılayabiliyor. Benim hangi “twit”i ne amaçla yazdığımı algılayabiliyor. “Takip etmek” böyle bir çaba gerektirmez mi?

Bir avukatın açıklaması var. Ona göre “RT”, hukuksal olarak “Bak bu şunu demiş” anlamına geliyor ki ben de bunu yapıyorum. Yani ben “RT”leyerek, “gösteriyorum” yargılamıyorum. Kişilere yönelik yargı “twit”lerimi RT’lediklerimden ayırmaya gayret ediyorum. Bu bazen o kişiyi gereksiz bir karalamanın içine atmamı da önlüyor. Ancak dikkatli gözler ne demek istediğimi anlıyor. O anlayanlar da beni anladıkları için sorun yaşanmıyor.

Sizinle “twit” yazışması yaptığımız akşam ben önce “o” tiyatrocunun “twit”lerini RT’ledim ardından da yukardaki “twit”i. “O” kişi kendisini eleştirdiğimi anladı. .................................. diye “twit” yazdı. ........................ Ama siz olaya yüksekten bakamadınız. Siz benim “twit”lerimin akışına bakmadan tek bir “twit”in ardına düşerek bana “ders” vermek istediniz. Bunun da yanlış olduğunu düşünüyorum. Hele de yazan tiyatro eğitimi alıyorsa. Bir cevap yazarken ben olsam onun nedenini anlamak isterim, araştırırım. Bu ancak zihin ve ufuk açıklığıyla yapılabilir. Ayrıca beni takip ediyorsunuz ama yeterince “tanımıyorsunuz”. Tanımak için illa yüz yüze gelmek de gerekmiyor. Yazılarımı beni anlamak için okumamışsınız. Oysa gene tiyatroya bağladığımda bu alışkanlığın da değiştirilmesi gerektiğini söyleyebilirim özellikle bir tiyatrocu “dışarıdan” ve “geniş” bakabilmelidir.

Türkçede bir atasözü var: “Birini tanımak için onunla seyahate çık“ Size göre böyle bir ilgi nasıl kurulur değil mi?

Ben daha önce yazmıştım, “hayat arkadaşını seçmeden önce onunla tiyatroya git” diye. Zira insanları oyun seyredişinden anlayabilirsiniz. Tüm bunlar ilgisiz görünüyor ama her şey birbiri ile ilgili. Tavsiyem Polonius’un Leartes’e öğütlerini okumanızdır.

Sizinle olumlu bulduğum husus, önce itiraz etmeniz sonra da itirazınızı yazmış ve sözünüzü tutmuş olmanızdır. Ancak yazınızda gördüğüm dağınıklığı beğenmedim, özellikle tiyatro eğitimi alıyor olmanız nedeniyle.

Cevabınızın ilk paragrafında dile getirdiğiniz içsel “gel-git”lerin cevabınıza katkı sağlamadığını düşünüyorum zira cevabı yazdınız zaten. Ama şu paragrafınız  üzerine düşünmenizi isterim : “nasıl adlandırırsınız bilmiyorum, dediğim gibi önemli de değil, bu yaştaki bi çocuk olarak veya oyunculuk öğrencisi Kürşat Demir olarak ben bu tip sohbetlerin kişilerin kendilerini zayıf gördükleri yerlerden tatmin etme çabalarının sonucu olarak görüyorum. o yüzden bu tip bir yazıyı herhangi bir insana olan saygımdan ötürü ortalıkta yayımlamaktan hoşlanmıyorum” Dil incelik ister. Ayrıntılar önemlidir. Sözün nereye gideceğini bilmek gerekir. Eğer amaç o ise farklı söyleme seçeneklerinden en zeki olanını seçmek gerekir. Ayrıca “saygı duyduğunuz için ortalıkta yayımlamıyorum”a takıldım. Düşüncelerinizi açıklamak neden saygısızlık olsun? 

Demişsiniz ki:

….. eleştirmen yerinden oturup o kötü bu bilmem ne (siz yapıyosunuz diye demiyorum.) diyip sağlıklı psikolojiyle empatinin dibine vurmadıkça bu çark böyle gider.”

Ben kendime “eleştirmen” demiyorum. Yazılarımda  anlattım.  Ama eleştirinin “empati” ile ilgisi üzerine ayrı bir yazı yazmam gerekir. “Yerinden oturup o kötü bu bilmem ne” ifadeniz de uzun uzun tartışılması gereken bir konuya kapı aralıyor. “Empati” yaparsam “mazur görme” eğilimi artar. Doğru mu? Değil. Zira o zaman gelişme nasıl sağlanır? Eleştirmenin “yerinden kalkmasını” mı istiyorsunuz? Kalkarsa ne yapacak?

Size cevap yazma nedenim tiyatro eğitimi almanızdır. Tiyatro festivalinde seyrettiğim oyunları nedeniyle ..................’lı tiyatroculara da sempati duyuyorum. Bir diğer nedeni de odur.

Bu yazıdan tiyatrocunun “fanatik” olmamasının anlaşılmasını dilerim yoksa takım tutmamasını ya da genel olarak “bağlandığı” bir hayat görüşü olmamasının anlaşılmasını değil. Hayat görüşü bile değişir ama tuttuğunuz takım değişmez. Unutulmamalı.  Öte yandan  futbol gibi manipülasyonların çok fazla olduğu bir şeyi  gereğinden fazla hayatımızda  bir yere koyarsak yanılgılarımız ve yanılttıklarımız çoğalır, hele bizim gibi sporu anlamamış bir ülkede. Bir tiyatrocu kendini kaptırmamalı..

Sevgi ve saygılarımla.


Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder