Bana yazı yazarak düşüncelerini paylaşan bir tiyatro
öğrencisine gönderdiğim mektup. Kimliği ortaya çıkmasın diye bazı yerleri
kapattım.
...............
Aramızdaki yazışmaya neden olan “twit”iniz “...........................”. “Tanımadığınızı söylediğiniz” birine
yönelttiğiniz eleştiri aslında eleştirilmesi gereken durumu ortaya koyuyor. .............................................
Sizi araştırdığımda tiyatro eğitimi aldığınızı anladım. Tiyatro eğitimi alan
biri, tiyatronun en önemli ögesi olan “hitabet sanatı” konusunda bu kadar
özensiz; dil konusunda “ikna etmekten”
bu kadar uzak olabilir mi diye düşündüm. .............................................................
Bana yazdığınız cevaba bakınca siz benim sorumu da
unutmuşsunuz. .....................................
Size bu cevabı yazabilmek için aramızda geçen “twit”
yazışmalarını, benim yazdığım ”twit”leri, o “twit”leri yazmama neden olan
“twit”leri bir araya getirdim; size nasıl hitap etmem gerektiğini düşündüm;
cevabınızın neresine cevap yazmam gerektiğini; meselenin aslından uzaklaşmadan
esasa yönelik tartışmayı nasıl sürdüreceğimi gözden geçirdim; bana cevap verirseniz, olasılıkları aklımdan
geçirdim(yâni hayâli cevabınıza hayâli cevap hazırladım); yazdığım cevabı
tamamladıktan sonra size göndermeden üstünde bir gece uyudum. Tekrar okudum,
hem imlâ hem de fikirsel bazda düzelttim. Bütün bunları size ...................... doğru bir
cevap yazma titizliğimden kaynaklandı. Tiyatro yazılarımı da size anlattığım bu
düzen içinde yazmaya gayret ediyorum.
Öte yandan ummuyordum ama cevap yazarsanız, yazmanın,
düşüncelerinizi toparlamak için bir fırsat olacağını da düşündüm. Zira yazma
konuşmadan farklıdır. İnsan yazarken daha iyi düşünür. Oysa sizin cevabınızda
bu etkiyi de göremedim. Akla geldiği gibi yazılmış satırlar. Bir öz eleştiriden
geçmemiş, muhtemelen yeniden okunmamış vb.
“Sözler uçar ama yazı kalır.” Yarın bir gün karşınıza çıkar, unutmayın.
.................... bana doğru gelmeyen yazınızın içeriğine gireyim (yani benim şu düşünceme): y........................... “Bazı tiyatrocuların futbol fanatizmi karşısında şu
soruyu sormak zorundayım: Oyunlarınızı da bu kafayla mı yapıyorsunuz?”
Bu ifade içinde önemli olan kelime “fanatizm”. Bence başa bela olan “tutkulu
bağlılık(bağımlılık da diyebilirsiniz) hâli”. Bizi tiyatro mesleği bağlamında
anlamı ilgilendiriyor o nedenle onun üzerinde duralım.
Vikipedi’den aldığım tanım şöyle: “Fanatiklik veya fanatizm,
yüksek sempati ve sevginin bir marka, kurum ya da topluma mal olmuş birey
üzerinde yoğunlaşmasına denir. Bu duyguyu yaşayan insanlara fanatik adlı
verilmektedir. Aşırı fanatik insanlar, çevresindeki doğru değerleri görmemekte,
bunun yerine sadece kendi bildiği şekilde hareket etmektedir. Kimi kesimlerce
hoş karşılanmayan fanatiklik, buna karşılık çoğu zaman da desteklenmektedir.
Türkiye'de fanatiklik; daha yoğun olarak spor ve siyaset alanında gözlemlenmektedir.
Ancak bu saldırganlığa dönüşen ve çevresindeki değerleri görmekten yoksun olmak
durumuna ise holiganizm denir. Fanatizm bir sevgi eylemi, holiganizm ise aşırı
fanatizmin yarattığı saldırganlık boyutudur.” (Burada şu notu eklemek
zorundayım: Vikipedi’nin fikirlerime uyan ve bana doğru ifade edilmiş
gelen maddelerini elbette başka kaynakları da kontrol ettikten sonra kullanıyorum. Benden önce yapılmış daha iyi
bir tanım varsa neden kullanmayayım?)
Yukardaki tanımda beni ilgilendiren ifade “Aşırı fanatik
insanlar, çevresindeki doğru değerleri görmemekte, bunun yerine sadece kendi
bildiği şekilde hareket etmektedir.” Ben “aşırı” olup olmadığına bakmıyorum.
Zira bu “aşırı” durumun ölçeği kolaylıkla bulunamaz. “Fanatizm”, “tutkulu
bağlılık hâli”dir. Bir anlamda zihnin bir konuya “kilitlenmesi”dir. Bu
eleştirinin önünde bir engeldir. Oysa tiyatro zihin açıklığı, ufuk genişliği
ister. Metni ele alış, yorumlayışta bu zihne ve ufka ihtiyacımız vardır.
Sahnelemek metne farklı “bakış açıları” giydirmek değil midir? Öte yandan
örneğin Hamlet’i çok seven bir oyuncu “fanatizm”in kurbanı ise onun içindeki
ufukları görmekten mahrum kalacaktır. Ayrıca tiyatrocu, farklı düşüncelere
ulaşmak/anlatmak zorundadır. Demek ki onları anlamak için çaba göstermesi
gerekir. Oysa “fanatizm” bunu da engeller. Fanatizm, olaya bir mesafeden
bakmanızın önündeki en büyük engeldir. Oysa tiyatroda “dışarıdan bakmak”
gerekir.
Futbolda “holiganizm” fanatizmin aşırı boyutu olarak
tanımlanıyor, genellikle şiddet içeren hâli. Tiyatro için o kadar ileri gitmeye
gerek yok zira tiyatronun enstrümanı dildir. Dilin şiddeti bir de “fanatizm”
etkisinde kalırsa olacakları düşünmek bile istemiyorum. Dilin içerdiği
şiddetin “derecelendirmesi” de çok zordur. Ayrıca “dil” sahnede “şiddetli” bir
araçtır zaten. O dili kullanmak için âkıl (aklı başında) olmak gerekir,
“fanatik” olmak yerine.
Kendilerine saygı duyduğum bazı tiyatrocular değişik
takımları tutuyor ama onların herhangi birinin aşağıda verdiğim “twit”lerin
benzerini yazdığını görmedim.
“.............................................................................
.....................................................
......................................................
...........................................
......................................
...........................
...............................................
Bunları yazan kendine “yönetmen” diyen bir tiyatrocu.
“Twit”lerindeki “.........”
sorunlarına değinmek gereksiz. Hepsinin de “kendince” bir açıklaması vardır ama
sonuç ortada.
Özellikle toplumun büyük bir sarsıntı geçirdiği bir ortamda
futbolu bu kadar önemsemenin de gereksiz olduğunu düşünüyorum. Bir an için
kendimi kapılarının önüne evlâtlarının cenazesi gelmiş ailelerin yerine
koyuyorum. Futbol(ve her şey) anlamsızlaşıyor. Gördüğüm kadarıyla “fanatizm” bazılarını esir
almış. Tiyatrocuları bu “girdab”ın içinde gördüğüm zaman üzülüyorum. “Fanatizm”
bir GİRDAPTIR. Kapılan tiyatrocuyu yutar.
Ben bu “twit”leri RT’ledim. Bu arada “RT ettiğim her twit
aynı fikirdeyim anlamına gelmez” yazdım. ................................ ............................................................” (İmlâ yanlışlarını kullandığınız telefona veriyorum ama ben olsam imlâya dikkat
ederim.)
.....................................................”
Sizin “..................................................”
bana bir biçim önerdiğinizi anlıyorum. Ama böyle yaparsam RT’ler bana geri
dönecek, oysa RT’leri o “twit”in ait olduğu kişi doğrudan görsün istiyorum. Bir
anlamda o kişinin yüzüne ayna tutuyorum. Fikri ne kadar taraftar bulmuş görsün
diye. Öte yandan herkes aynı şekilde alıntılamaya devam etse bunu, pratik
olarak (140 karakter sınırından dolayı) kimse sürdüremez. Kaldı ki insanlar
takip ettiği insanları “izan”larıyla algılayabiliyor. Benim hangi “twit”i ne
amaçla yazdığımı algılayabiliyor. “Takip etmek” böyle bir çaba gerektirmez mi?
Bir avukatın açıklaması var. Ona göre “RT”, hukuksal olarak
“Bak bu şunu demiş” anlamına geliyor ki ben de bunu yapıyorum. Yani ben
“RT”leyerek, “gösteriyorum” yargılamıyorum. Kişilere yönelik yargı “twit”lerimi
RT’lediklerimden ayırmaya gayret ediyorum. Bu bazen o kişiyi gereksiz bir
karalamanın içine atmamı da önlüyor. Ancak dikkatli gözler ne demek istediğimi
anlıyor. O anlayanlar da beni anladıkları için sorun yaşanmıyor.
Sizinle “twit” yazışması yaptığımız akşam ben önce “o”
tiyatrocunun “twit”lerini RT’ledim ardından da yukardaki “twit”i. “O” kişi
kendisini eleştirdiğimi anladı. .................................. diye “twit” yazdı. ........................ Ama
siz olaya yüksekten bakamadınız. Siz benim “twit”lerimin akışına bakmadan tek
bir “twit”in ardına düşerek bana “ders” vermek istediniz. Bunun da yanlış
olduğunu düşünüyorum. Hele de yazan tiyatro eğitimi alıyorsa. Bir cevap
yazarken ben olsam onun nedenini anlamak isterim, araştırırım. Bu ancak zihin
ve ufuk açıklığıyla yapılabilir. Ayrıca beni takip ediyorsunuz ama yeterince
“tanımıyorsunuz”. Tanımak için illa yüz yüze gelmek de gerekmiyor. Yazılarımı
beni anlamak için okumamışsınız. Oysa gene tiyatroya bağladığımda bu alışkanlığın
da değiştirilmesi gerektiğini söyleyebilirim özellikle bir tiyatrocu
“dışarıdan” ve “geniş” bakabilmelidir.
Türkçede bir atasözü var: “Birini tanımak için onunla
seyahate çık“ Size göre böyle bir ilgi nasıl kurulur değil mi?
Ben daha önce yazmıştım, “hayat arkadaşını seçmeden önce
onunla tiyatroya git” diye. Zira insanları oyun seyredişinden anlayabilirsiniz.
Tüm bunlar ilgisiz görünüyor ama her şey birbiri ile ilgili. Tavsiyem
Polonius’un Leartes’e öğütlerini okumanızdır.
Sizinle olumlu bulduğum husus, önce itiraz etmeniz sonra da
itirazınızı yazmış ve sözünüzü tutmuş olmanızdır. Ancak yazınızda gördüğüm
dağınıklığı beğenmedim, özellikle tiyatro eğitimi alıyor olmanız nedeniyle.
Cevabınızın ilk paragrafında dile getirdiğiniz içsel
“gel-git”lerin cevabınıza katkı sağlamadığını düşünüyorum zira cevabı yazdınız
zaten. Ama şu paragrafınız üzerine
düşünmenizi isterim : “nasıl adlandırırsınız bilmiyorum, dediğim gibi önemli de
değil, bu yaştaki bi çocuk olarak veya oyunculuk öğrencisi Kürşat Demir olarak ben
bu tip sohbetlerin kişilerin kendilerini zayıf gördükleri yerlerden tatmin etme
çabalarının sonucu olarak görüyorum. o yüzden bu tip bir yazıyı herhangi bir
insana olan saygımdan ötürü ortalıkta yayımlamaktan hoşlanmıyorum” Dil incelik
ister. Ayrıntılar önemlidir. Sözün nereye gideceğini bilmek gerekir. Eğer amaç
o ise farklı söyleme seçeneklerinden en zeki olanını seçmek gerekir. Ayrıca
“saygı duyduğunuz için ortalıkta yayımlamıyorum”a takıldım. Düşüncelerinizi
açıklamak neden saygısızlık olsun?
Demişsiniz ki:
“….. eleştirmen yerinden oturup o kötü bu bilmem ne (siz
yapıyosunuz diye demiyorum.) diyip sağlıklı psikolojiyle empatinin dibine
vurmadıkça bu çark böyle gider.”
Ben kendime “eleştirmen” demiyorum. Yazılarımda anlattım.
Ama eleştirinin “empati” ile ilgisi üzerine ayrı bir yazı yazmam
gerekir. “Yerinden oturup o kötü bu bilmem ne” ifadeniz de uzun uzun
tartışılması gereken bir konuya kapı aralıyor. “Empati” yaparsam “mazur görme”
eğilimi artar. Doğru mu? Değil. Zira o zaman gelişme nasıl sağlanır?
Eleştirmenin “yerinden kalkmasını” mı istiyorsunuz? Kalkarsa ne yapacak?
Size cevap yazma nedenim tiyatro eğitimi almanızdır. Tiyatro
festivalinde seyrettiğim oyunları nedeniyle ..................’lı tiyatroculara da sempati duyuyorum.
Bir diğer nedeni de odur.
Bu yazıdan tiyatrocunun “fanatik” olmamasının anlaşılmasını
dilerim yoksa takım tutmamasını ya da genel olarak “bağlandığı” bir hayat
görüşü olmamasının anlaşılmasını değil. Hayat görüşü bile değişir ama
tuttuğunuz takım değişmez. Unutulmamalı.
Öte yandan futbol gibi
manipülasyonların çok fazla olduğu bir şeyi
gereğinden fazla hayatımızda bir
yere koyarsak yanılgılarımız ve yanılttıklarımız çoğalır, hele bizim gibi sporu
anlamamış bir ülkede. Bir tiyatrocu kendini kaptırmamalı..
Sevgi ve saygılarımla.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder