24 Kasım 2012 Cumartesi

Canınızı Sıkacağım, Özür Dilerim!


23 Kasım 2012 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’ini 17.sayfasında yan yana iki yazı vardı. Biri Zeynep Oral’ın köşe yazısından “büyütülmüş yazısı(“Karaca Tiyatrosu Yıkılmasın”)  diğeri Ahmet Cemal’in köşe yazısı(“Kapanacak Olan Duru Tiyatro Değil”).

Zeynep Oral, 33 yıl önceyi anımsatıyor, “1979 yılının güneşli bir sonbahar sabahı”  tiyatromuzun en ünlü isimlerinin Karaca Tiyatrosu’nun önünde toplandığını, İstanbul Sular İdaresi tarafından yıktırılmak istenen, tiyatro tarihimizin abidelerinden biri olan Karaca Tiyatrosu’nun yıkımını nasıl önlediklerini şu sözlerle anlatıyordu:  “Hep birlikte sanatçısı, izleyicisi, basını öyle bir haykırdık ki, o yıkımı durdurduk…

O tarihte İstanbul Belediye Başkanı  Aytekin Kotil.  Aytekin Kotil,  “1973 yılında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl başkanlığına getirildi. CHP içinde "ortanın solu" politikasının temsilcilerinden olan Kotil 1977 yılındaki yerel seçimleri kazanarak 14 Aralık 1977'de İstanbul belediye başkanlığı görevine başladı. Halkçı, toplumcu bir belediyecilik anlayışıyla belediyecilik yapan Kotil 12 Eylül darbesi nedeniyle Milli Güvenlik Konseyi kararıyla 12 Eylül 1980 günü görevinden alındı.”(vikipedi) Onun Belediye Başkanı olduğu tarihlerde İstanbul’un nüfusu yaklaşık iki milyon sekizyüz bin.(Şimdi onyedi milyon)

İstanbul Sular İdaresi o tarihte İstanbul Belediyesi’ne bağlanmamış,  Genel Müdürü  Gültekin Oskay.

5 Haziran 1977 tarihli seçimlerle belirlenmiş olan parlamentodaki partilerin dağılımı ise şöyle:
CHP: 213, AP: 189 MSP: 24, MHP: 16 , CGP: 3, DP: 1, Bağımsızlar: 4

Cumhurbaşkanı, Fahri Korutürk.

Bugün Karaca Tiyatrosu’nun “idari ve teknik nedenlerle” boşaltılmasını isteyen Beyoğlu Belediyesi AKParti’li; kararı alan İBB Meclis’inde ise çoğunluk AKParti’de.

Bu tablodan çıkan sonuç şu:
CHP “sol”  AkParti “sağ” ise sağ-sol fark etmiyor her ikisi de Karaca Tiyatrosu’nun tiyatrocuların elinden alınmasını istiyor.

Ama asıl sorulması gereken soru şu: Bugün itiraz eden, genellikle “sol” eğilimli olan tiyatrocular “sol”un iktidar olduğu dönemlerde “iplerini sağlam bir kazığa” neden bağlayamamışlar?

Bir hatırlatma daha yapayım: İstanbul BB Başkanı  1984-1989 arası Bedrettin Dalan, 1989-1994 arası Nurettin Sözen. İSKİ de BB kuruluşu artık. İlk bâdireyi atlatan tiyatrocular daha sonraki tarihlerde fikrî takip yapmış mı? HAYIR!

Gencay Gürün, 24 Aralık 1995 seçimleri ile İzmir'den milletvekili seçilerek TBMM'ne girmiş. 28 Şubat sürecinde DYP'den istifa eden 37 milletvekili içinde oldu. TBMM’nin matematiği şu şekilde: 
RP: 158, DYP: 135, ANAP: 132, DSP: 76, CHP: 49

Gencay Gürün döneminde tiyatro için ne yapıldı? Sigortasız çalışan tiyatro işçilerinin sosyal güvenliği için çalışma var mı örneğin?

Anlaşılan iş, bana göre etik ilkeleri tartışılması gereken Fırat Tanış’ın twitlerine kalmış. Onun twitlerini  RT edeceksiniz, her zamanki “imza kampanyası” düzenleyeceksiniz de sonuç alacaksınız öyle mi?

USA’da  bir kanal milyonlarca dolar harcayarak bir dizi hazırlamış. Dizinin tanıtımları “dönerken” kanala yüzbin civarında mesaj atılmış ve kanal diziyi yayınlayamadan yayından kaldırmak zorunda kalmış.

Ben her olayda imza kampanyalarını duyunca yukarıdaki örneği hatırlarım. Sonunda ne olur o imzalar? Kim toplar nereye nasıl ulaştırır? Diyelim ulaştırıldı  kim takip eder? Bana öyle geliyor ki herkes “kan verme” gibi görevini yapmış olmanın huzuru ile yeni bir imza kampanyası bekliyor.

Muhalefet muhatabına yapılır. Örneğin herkes kendi seçim bölgesindeki parti ayırmaksızın milletvekillerini tanıyor mu? Onların mesaj adreslerini biliyor mu? (Öğrenmesi çok kolay.TBMM sayfasında var.)  İmza verenler onlara bir mesaj göndermiş mi? Bırakın yüz bin mesajı on bin hatta bin mesaj aynı anda o milletvekillerine gönderilse durum daha farklı olmaz mı? Parti başkanlarının gücünü biz arttırdık. Oysa her milletvekiline “birey” olduğunu hatırlatmak zorundayız. Yani kendisini kim aday göstermiş olursa olsun onun oyu bizim elimizdedir. O milletvekilleri de oyu verenin yanında durmak zorunda kalacaktır.

Karaca Tiyatrosu konusunda geçen 33 yıl boyunca hiçbir şey yapılmamış. Zeynep Oral’ın yazısı bunun kanıtı. Deve kapınıza çökünce “uyanıyorsunuz”.

Diğer yazıda Ahmet Cemal kendi “rutin”inde bir değişiklik yapmış Oyun Atölyesi dışında bir tiyatrodan bahsetmiş.
“.. tiyatronun tarihi boyunca iktidarların gücü, tiyatro salonlarını kapatmaya yetmiştir; tiyatro insanlarını türlü yollarla taciz etmeye ve yıldırmaya yetmiştir; hatta kimi zaman öldürmeye bile yetmiştir. Ama hiçbir iktidar, tiyatro kapatabilecek kadar güçlü olamamıştır.”
Ahmet Cemal kelimelerle oynayarak top çevirmiş.Emre Kınay’ın açıklamasını okumuş mu acaba? (http://www.oyuncularsendikasi.org/index.php?page=mod_manset_goster&mnstID=146)
Altındaki imza “Duru Tiyatro-Emre Kınay adına Vekili Avukat…" Aslına bakarsanız o toplanmalar, masa başı fotoğrafları “biz” görüntüsü ama yapılacak olan tek kişinin dava koşuşturması. Herşey Emre Kınay’ın maddi ve manevî dayanıklılığına bağlı.

Neden mi?

Masadakilerden biri Oyuncular Sendikası Başkanı.. Fırat Tanış’ın bildiğini o da biliyor olmalı değil mi? DOT ve Oyun Atölyesi’nin sigortasız tiyatro işçisi çalıştırdığından habersiz olabilir mi? Kapılarını çalıp “Neler oluyor” diye sormuş mu? “Daha yeni kuruldu sendika”. Soracak mı?  “Şikayet gelmezse o ne yapabilir?”  İhbar kabul etmemesi için bir neden var mı? Aklıma geldi, Duru Tiyatro’da sigortasız tiyatro işçisi olmuş mu?

Masadaki ikinci kişi TEB Başkanı.. Hani AKM’yi işgal senaryoları yazıp sonradan vazgeçen zat. Manastıra da dokunmuştu hani. Hani Unesco’yu yerinden oynatacaktı. TEB Başkanı aslında bir intihalci. Yıllardır “İATC’nin Türkiye Bölümü” diye sundukları TEB’in  Zeynep Oral ile birlikte İATC’deki değişmeyen temsilcileri.

Masadaki üçüncü kişi bir yönetmen-oyuncu.. Yazdığı kitabı çoğu tiyatrocunun okumadığı bir tiyatro adamı.  Sorumluluk taşımış ama çözüm olamamış, “her şeyi bilen” bir Devlet Tiyatrocu’su.    

 Masada olmayan Genco Erkal, sağlığında tiyatro salonuna ismi verilen bir tiyatrocu. O salonda kaç oyun oynamış? Genco Erkal “AKM gibi Muammer Karaca Tiyatrosu da onurumuzdur.” demiş. Ben bu sözleri sevmiyorum. Karaca Tiyatrosu “giderse” Genco Erkal onursuz mu olacak? Pek tabii ki hayır.

Yıllardır o salonu sadece Genco Erkal kullandı bize sıra gelmedi diyenler var mı?

Cemal Reşit Rey Salonu’nda gala yapanlar ile Kadıköy Barış Manço’yu kendi sahneleri gibi kullananlar aynı sayılmaz mı ?

Ahmet Cemal güzellemeler düzdüğü Kemal Aydoğan’ın tiyatrodan gönderilmesinden sonra arkasından bir yazı yazdı mı? Yazacak mı?

Yaptığı Brecht çevirisinin yanlış olduğunu itiraf eden Ahmet Cemal değil mi O? (http://melihanik.blogspot.com/2012/01/yucel-erten-rejisi-ile-brecht-sezuann.html)

Masa başı hayali yazı yazan hatta imza veren çok ama Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni de içine alan kompleksin kiralanması için açılan ihale dosyasını gören bir tiyatrocu var mı?

tiyatromuza sahip çıkalım, açgözlü sermayeye peşkeş çekmek isteyenlere geçit vermeyelim.” diyen ne yapmış şimdiye kadar Karaca Tiyatrosu için? O “açgözlü sermaye” festivallerin sponsoru değil mi?

bir tiyatronun yalnızca herhangi bir iktidarın gücüyle kapatılabilmesi, söz konusu değildir!” diyen Ahmet Cemal, İstanbul’da kapanan tiyatroları ve de salonları unutmuş mu? (http://melihanik.blogspot.com/2012/02/ataturk-kultur-merkeziakm-ve-tiyatro.html)

33 yıl sonra aynı noktaya gelebilmek de bir hünerdir herhalde. USA, 1929 ekonomik krizinde dibe vurmuş bir ülkeydi ama 1960’larda uzaya gitti. Yani başka ülkeler 30 senede neler yapıyor biz bir binayı kurtaracak aklı ortaya koyamıyoruz. Tiyatro, toplumu değiştirmek için yapılır değil mi? 33 senede yapanı değiştirememiş demek ki!

Asıl sorun deveyi kapımızda görene kadar beklemektir. Bunun aydın ya da cahil olma ile ilgisi de yok. Bizde “aydın kadar cahil”, “cahil kadar aydın” var. Büyük laflara gerek yok, su damlasının gücü gibi sürekli damlayarak taşı delmeye ihtiyaç var ki bu hiçbir zaman yapılamamış. Böyle giderse de yapılamayacak.

Keyfinizi kaçırdıysam özür dilerim.

Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder