23 Kasım 2012 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’ini
17.sayfasında yan yana iki yazı vardı. Biri Zeynep Oral’ın köşe yazısından “büyütülmüş
yazısı(“Karaca Tiyatrosu Yıkılmasın”) diğeri
Ahmet Cemal’in köşe yazısı(“Kapanacak Olan Duru Tiyatro Değil”).
Zeynep Oral, 33 yıl
önceyi anımsatıyor, “1979 yılının güneşli bir sonbahar sabahı” tiyatromuzun en ünlü isimlerinin Karaca
Tiyatrosu’nun önünde toplandığını, İstanbul Sular İdaresi tarafından yıktırılmak
istenen, tiyatro tarihimizin abidelerinden biri olan Karaca Tiyatrosu’nun
yıkımını nasıl önlediklerini şu sözlerle anlatıyordu: “Hep
birlikte sanatçısı, izleyicisi, basını öyle bir haykırdık ki, o yıkımı
durdurduk…”
İstanbul Sular İdaresi o tarihte İstanbul Belediyesi’ne
bağlanmamış, Genel Müdürü Gültekin Oskay.
5 Haziran 1977 tarihli seçimlerle belirlenmiş olan
parlamentodaki partilerin dağılımı ise şöyle:
CHP: 213, AP: 189 MSP: 24, MHP: 16 , CGP: 3, DP: 1, Bağımsızlar:
4
Cumhurbaşkanı, Fahri Korutürk.
Bugün Karaca Tiyatrosu’nun “idari ve teknik nedenlerle” boşaltılmasını isteyen Beyoğlu
Belediyesi AKParti’li; kararı alan İBB Meclis’inde ise çoğunluk AKParti’de.
Bu tablodan çıkan sonuç şu:
CHP “sol” AkParti “sağ” ise sağ-sol
fark etmiyor her ikisi de Karaca Tiyatrosu’nun tiyatrocuların elinden
alınmasını istiyor.
Ama asıl sorulması gereken soru şu: Bugün itiraz eden, genellikle
“sol” eğilimli olan tiyatrocular “sol”un iktidar olduğu dönemlerde “iplerini sağlam bir kazığa” neden
bağlayamamışlar?
Bir hatırlatma daha yapayım: İstanbul BB Başkanı 1984-1989 arası Bedrettin Dalan, 1989-1994
arası Nurettin Sözen. İSKİ de BB kuruluşu artık. İlk bâdireyi atlatan
tiyatrocular daha sonraki tarihlerde fikrî takip yapmış mı? HAYIR!
Gencay Gürün, 24 Aralık 1995 seçimleri ile İzmir'den
milletvekili seçilerek TBMM'ne girmiş. 28 Şubat sürecinde DYP'den istifa eden
37 milletvekili içinde oldu. TBMM’nin matematiği şu şekilde:
RP: 158, DYP: 135, ANAP: 132, DSP:
76, CHP: 49
Gencay Gürün döneminde tiyatro için ne yapıldı? Sigortasız
çalışan tiyatro işçilerinin sosyal güvenliği için çalışma var mı örneğin?
Anlaşılan iş, bana göre etik ilkeleri tartışılması gereken
Fırat Tanış’ın twitlerine kalmış. Onun twitlerini RT edeceksiniz, her zamanki “imza kampanyası”
düzenleyeceksiniz de sonuç alacaksınız öyle mi?
USA’da bir kanal
milyonlarca dolar harcayarak bir dizi hazırlamış. Dizinin tanıtımları “dönerken”
kanala yüzbin civarında mesaj atılmış ve kanal diziyi yayınlayamadan yayından
kaldırmak zorunda kalmış.
Ben her olayda imza kampanyalarını duyunca yukarıdaki örneği
hatırlarım. Sonunda ne olur o imzalar? Kim toplar nereye nasıl ulaştırır?
Diyelim ulaştırıldı kim takip eder? Bana öyle geliyor ki herkes “kan verme” gibi görevini yapmış
olmanın huzuru ile yeni bir imza kampanyası bekliyor.
Muhalefet muhatabına yapılır. Örneğin herkes kendi seçim
bölgesindeki parti ayırmaksızın milletvekillerini tanıyor mu? Onların mesaj
adreslerini biliyor mu? (Öğrenmesi çok kolay.TBMM sayfasında var.) İmza verenler onlara bir mesaj göndermiş mi?
Bırakın yüz bin mesajı on bin hatta bin mesaj aynı anda o milletvekillerine
gönderilse durum daha farklı olmaz mı? Parti başkanlarının gücünü biz
arttırdık. Oysa her milletvekiline “birey” olduğunu hatırlatmak zorundayız.
Yani kendisini kim aday göstermiş olursa olsun onun oyu bizim elimizdedir. O
milletvekilleri de oyu verenin yanında durmak zorunda kalacaktır.
Karaca Tiyatrosu konusunda geçen 33 yıl boyunca hiçbir şey
yapılmamış. Zeynep Oral’ın yazısı bunun kanıtı. Deve kapınıza çökünce “uyanıyorsunuz”.
Diğer yazıda Ahmet Cemal kendi “rutin”inde bir değişiklik
yapmış Oyun Atölyesi dışında bir tiyatrodan bahsetmiş.
“.. tiyatronun tarihi
boyunca iktidarların gücü, tiyatro salonlarını kapatmaya yetmiştir; tiyatro
insanlarını türlü yollarla taciz etmeye ve yıldırmaya yetmiştir; hatta kimi
zaman öldürmeye bile yetmiştir. Ama hiçbir iktidar, tiyatro kapatabilecek kadar
güçlü olamamıştır.”
Ahmet Cemal kelimelerle oynayarak top çevirmiş.Emre Kınay’ın açıklamasını okumuş mu acaba? (http://www.oyuncularsendikasi.org/index.php?page=mod_manset_goster&mnstID=146)
Altındaki imza “Duru
Tiyatro-Emre Kınay adına Vekili Avukat…" Aslına bakarsanız o toplanmalar, masa başı fotoğrafları “biz”
görüntüsü ama yapılacak olan tek kişinin dava koşuşturması. Herşey Emre Kınay’ın
maddi ve manevî dayanıklılığına bağlı.
Neden mi?
Masadakilerden biri Oyuncular Sendikası Başkanı.. Fırat
Tanış’ın bildiğini o da biliyor olmalı değil mi? DOT ve Oyun Atölyesi’nin
sigortasız tiyatro işçisi çalıştırdığından habersiz olabilir mi? Kapılarını
çalıp “Neler oluyor” diye sormuş mu? “Daha yeni kuruldu sendika”. Soracak mı? “Şikayet gelmezse o ne yapabilir?” İhbar kabul etmemesi için bir neden var mı? Aklıma
geldi, Duru Tiyatro’da sigortasız tiyatro işçisi olmuş mu?
Masadaki ikinci kişi TEB Başkanı.. Hani AKM’yi işgal senaryoları
yazıp sonradan vazgeçen zat. Manastıra da dokunmuştu hani. Hani Unesco’yu
yerinden oynatacaktı. TEB Başkanı aslında bir intihalci. Yıllardır “İATC’nin
Türkiye Bölümü” diye sundukları TEB’in Zeynep
Oral ile birlikte İATC’deki değişmeyen temsilcileri.
Masadaki üçüncü kişi bir yönetmen-oyuncu.. Yazdığı kitabı
çoğu tiyatrocunun okumadığı bir tiyatro adamı.
Sorumluluk taşımış ama çözüm olamamış, “her şeyi bilen” bir Devlet
Tiyatrocu’su.
Masada olmayan Genco
Erkal, sağlığında tiyatro salonuna ismi verilen bir tiyatrocu. O salonda kaç
oyun oynamış? Genco Erkal “AKM gibi Muammer Karaca Tiyatrosu da onurumuzdur.” demiş.
Ben bu sözleri sevmiyorum. Karaca Tiyatrosu “giderse” Genco Erkal onursuz mu
olacak? Pek tabii ki hayır.
Yıllardır o salonu sadece Genco Erkal kullandı bize sıra
gelmedi diyenler var mı?
Cemal Reşit Rey Salonu’nda gala yapanlar ile Kadıköy Barış
Manço’yu kendi sahneleri gibi kullananlar aynı sayılmaz mı ?
Ahmet Cemal güzellemeler düzdüğü Kemal Aydoğan’ın tiyatrodan
gönderilmesinden sonra arkasından bir yazı yazdı mı? Yazacak mı?
Yaptığı Brecht çevirisinin yanlış olduğunu itiraf eden Ahmet Cemal değil mi O? (http://melihanik.blogspot.com/2012/01/yucel-erten-rejisi-ile-brecht-sezuann.html)
Yaptığı Brecht çevirisinin yanlış olduğunu itiraf eden Ahmet Cemal değil mi O? (http://melihanik.blogspot.com/2012/01/yucel-erten-rejisi-ile-brecht-sezuann.html)
Masa başı hayali yazı yazan hatta imza veren çok ama Muhsin Ertuğrul
Sahnesi’ni de içine alan kompleksin kiralanması için açılan ihale dosyasını
gören bir tiyatrocu var mı?
“tiyatromuza sahip çıkalım, açgözlü sermayeye peşkeş çekmek isteyenlere
geçit vermeyelim.” diyen ne yapmış şimdiye kadar Karaca Tiyatrosu için?
O “açgözlü sermaye” festivallerin
sponsoru değil mi?
“bir tiyatronun yalnızca herhangi bir iktidarın gücüyle kapatılabilmesi,
söz konusu değildir!” diyen Ahmet Cemal, İstanbul’da kapanan
tiyatroları ve de salonları unutmuş mu? (http://melihanik.blogspot.com/2012/02/ataturk-kultur-merkeziakm-ve-tiyatro.html)
33 yıl sonra aynı noktaya gelebilmek de bir hünerdir
herhalde. USA, 1929 ekonomik krizinde dibe vurmuş bir ülkeydi ama 1960’larda
uzaya gitti. Yani başka ülkeler 30 senede neler yapıyor biz bir binayı
kurtaracak aklı ortaya koyamıyoruz. Tiyatro, toplumu değiştirmek için yapılır değil
mi? 33 senede yapanı değiştirememiş demek ki!
Asıl sorun deveyi kapımızda görene kadar beklemektir. Bunun
aydın ya da cahil olma ile ilgisi de yok. Bizde “aydın kadar cahil”, “cahil
kadar aydın” var. Büyük laflara gerek yok, su damlasının gücü gibi sürekli
damlayarak taşı delmeye ihtiyaç var ki bu hiçbir zaman yapılamamış. Böyle
giderse de yapılamayacak.
Keyfinizi kaçırdıysam özür dilerim.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder