Tiyatromuzun
“sayılı” eleştirmeni son yazdığı “twit”te gene “say”mış:
Tiyatro
mevsiminin Ekim’de resmen başladığını kabul edersek 12 hafta içinde 92 gösteri
seyretmiş. 12 haftadaki gün sayısı 94. Demek ki her akşam bir gösteride. Allah
daha çok versin. Demek ki aranıyor, davet ediliyor o da kıramıyor gidiyor.
Tiyatromuz “onsuz” yapamıyor besbelli. 12 haftada 59 yazı yazabilmiş. Hafta
başına 5 yazı. Nerdeyse her güne bir yazı düşüyor. Daha 33 yazı da bekliyor. Bu hızla giderse onları yazması 6 hafta alacak. Tabii ki bu arada
yeni gösterilerin seyredilmesi var. Yanlış hatırlamıyorsam geçen sene 160
gösteri seyretmişti.
Tiyatro
sezonu 1 Ekim ile 30 Mayıs arasında geçiyor, yedi ay, 30 hafta, 210 gün gibi..
Bu hesaba göre sezon sonuna doğru yavaşlıyor “sayılı eleştirmen". Haklı
yoruluyordur.
Bu
matematiği neden yaptın derseniz, lafı “her oyun için ne kadar zaman ayrılmalı”ya
getirmek istediğim için derim. “Sayılı eleştirmen"in yazılarına “eleştiri”
denemeyeceğine göre oyun eleştirisi için ayrılan sürenin ne olacağı üzerine “en
altta” bir yerden başlamış olur ve de bir
akıl yürütmesi yapabiliriz.
Ben oyun
öncesi bir hazırlık yapılması taraftarıyım. Aslına bakarsanız önümü
görebilirsem yani sezon öncesi hazırlıkları falan biliyorsam daha önceden
hazırlanmaya başlıyorum.Bilgi kaynağı bakanlık yardımının açıklandığı
listeler ile ödenekli ve özel tiyatroların açıklamaları. Onlar yıllık repertuar
hakkında bir bilgi veriyor. Genelde prömiyerden bir, bir buçuk ay önce oyun
medyada bahsedilmeye, röportajlar yayımlanmaya başlanıyor. Mevcut bilgileri
toparlamak, oyunun açtığı ufka bakarak, röportajlardan ortaya çıkan yönlere
göre yeni okumalar yapmak mutlaka
gerekiyor. Okumak ile sınırlı değil yaptığım, bazen müzik, video araştırmak, seyretmek de lazım. Bu ön süre
bazen beş altı güne kadar çıkıyor. Bu arada yeni çıkan kitap, dergi, film, müzik,
müze vb’leri de takip etmek gerekiyor.
Ve tabii ki yurt içi ve dışı seyahatler de var. Bu tür eylemler “boşalan batarya”yı doldurmak için gerekli. Hayatınızda
bunlara yer ayırmazsanız, farklı türlerde ve türler arasında okumalar
yapmazsanız bir süre sonra eriyip
gitme ve depodan yeme riski ile karşı karşıya kalırsınız. Ben
tiyatro mevsiminin daha durgun olduğu zamanlarda bu hususlara yer vermeye daha
çok zaman ayırıyorum. Oyunu seyrettikten sonra da ilk yazdığımı yayımlamadığım ve yazının üzerinde her gün okuyarak en az birkaç
gece uyuduğum için seyrettiğim bir oyuna ait benim yazı yazma sürem ortalamada bir
haftaya geliyor. Yazımın içime sinmesi önemli olduğu için bu süreyi kısa
bulduğum ve daha uzun sürelere ihtiyacımın olduğu süreçler
yaşıyorum. Bence oyun yazısı öyle “daldırıp
çıkarılacak” bir şey değil.
Günlük yürüyüşler yapıyorum. Yazılarımı rafine
ettiğim nice yürüyüşlerim var. Bazen de işte bunun gibi konsantrasyonumu farklı
yazılara vererek dinleniyorum.
Benim yazı
sürecim bu… “Sayılı eleştirmen"i prömiyerlerde, galalarda görünce neden onun
kadar “prodüktif” olamadığımı düşünüyorum.
Aslına ben biliyorum da tiyatrocuların çoğu farkına varamıyor, anlamıyor, ayırt
edemiyor, umursamıyor; önemli olan “Benden
bahsedilmiş mi? Beni övmüş mü?” Umurunda olan, durumu dert edinen tiyatrocu sayısı da çok az.
“Sayıyla eleştiri”, kilo ile alınan kitaplar gibidir. Ne çıkarsa bahtına!
“Sayıyla eleştiri”, kilo ile alınan kitaplar gibidir. Ne çıkarsa bahtına!
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder