17 Ocak 2013 Perşembe

Hikâye Gibi…


Telefon çaldı, açtım. “Merhaba!” ben bu sesi tanıyorum, evet o ama ne alâka?

Tiyatrocu ya, sesi  zihnime kaydolmuş. Oynadığı dizi çok tutuluyor, rol aldığı son film çok beğenilmiş.  Lâf yokluğunda “Nasılsınız?” “İyiyim? Siz?” “Yazılarınızı zevkle okuyorum” “Teşekkür ederim” “Telefonunuzu ….dan aldım. Bir kahve içsek?” “Memnuniyetle?” “Bu akşamüstü olur mu?” “Olur, yeri siz seçin. Malûm ünlü olan sizsiniz.” “Cihangir olur mu? Kendi evimiz gibi olmuş bir kafe var.” “Olur. Kaçta?” “5 desek mi? Akşam bir ödül töreni var Lütfi Kırdar’da Öncesinde doktoruma kısa bir uğramam lâzım, Harbiye’de” “Tamam, görüşürüz.”

Görüşmenin süresini de belirlemiş oldu nezaketle. Anlaşılan iki saat süremiz var. Olsun bütün geceyi beraber geçirecek değiliz ya. Çok bile, ne konuşacağım? Neden aradı? Son yönettiği oyunu seyretmedim. Üstünde de çok tartışma yapıldı. Seyretmeye niyetim yok, hele topluluğun yaptıklarından sonra. Neyse anlarız.

Taksim’den yürüyerek gittim. Henüz gelmemiş. Kafe, yol üstünde. İçeriye doğru genişliyor. Hava soğuk. İçerde bir masa seçtim. Yeşilçam Sokağı kafelerine benziyor ama giren çıkan yüzlerin gösteri dünyasından olmasından dolayı, yoksa o “ruh” yok. Kapıya doğru bakıyorum, 5-10 dakika sonra girdi içeri. Selamlar verildi alındı, gerçekten burası onun evi gibi. “Sakıncası yoksa dışarıda oturalım mı? Sigara içiyorum da. Hem ısıtıcı da var, üşümezsiniz.” “Tabii..”

Dar girişin bir yanında  oranın “sahibi” olan kediyi rahatsız etmemeye çalışarak  divana oturdum, o da karşıma oturdu. Garson belirdi başımızda, siparişleri verdik, o sigarasını yaktı. Sanki söze başlamak için bir nefes çekmesi gerekiyordu. “Teşekkür ederim, bir süredir sizinle tanışmak istiyordum. Yazılarınızı takip ediyorum. Ben herkesi okumam ama siz bence ilk ikidesiniz.” “Mutlu oldum. Sizin gibi bir tiyatrocunun ilgisi beni memnun etti.

Benden bir iki yaş genç, aslında herkes benden genç artık. İki ismi var. “Hangisini kullanıyorsunuz?” Söyledi. “Son oyunumu gördünüz mü?” “Hayır, görmeye de niyetim yok, hele topluluğun yaptıklarından dolayı” “Ne yapmışlar?” “Değeri olmayan övgülere yaslanıyorlar” “Ha evet… O da eleştirmen mi?” Adını söylemiyor ama biliyoruz kimden bahsettiğimizi.  “Aslına bakarsanız benim de içime sinmedi. Nasıl zorlandım, oyuncularla..” “Oyunu yeni bir mekâna getirmişsiniz, videosunda gördüm. Oyuncularla yapılan söyleşileri dinledim. Beni da tatmin etmedi.” “Haklısınız..” “Ama çok seyirciye ulaşmış.”  “Evet.. Siz de bir ara seyretseniz..?” “Yok ben almayayım.. Hem topluluk ne yaptığını bilmiyor. Kendini  her öveni nasıl övdüğüne bakmadan sayfasına koyuyor. ” “Rica ettiler, kıramadım o oyunu yönettim ama benim de bir ilgim kalmadı onlarla.” “İyi olmuş.” “Sizi rahatsız eden konuyu anlatacağım ……’na” “Nasıl isterseniz..” “Size bir şey diyeceğim..” Durdu.. Sanki ben “söyleme” desem söylemeyecek.. Ne söyleyeceğini merak eden bir ifadeyle yüzüne baktım. “Sizinle birlikte çalışsak? Siz yöneteceğim bir oyunda  dramaturg olsanız? Yazılarınızda çok derin analizler ve araştırmalar var.” “Olabilir ama resmi olarak ekipte olmam. Oyun hakkındaki görüşlerimi sizinle tartışırım.” “Bence bir sakıncası yok.” “İyi o zaman, siz oyuna karar verin konuşalım” “Oldu.. Memnun oldum. Gelecek hafta Ankara’ya gideceğim. Orada belli olacak nerede oyun yöneteceğim. Sizi ararım.” Biraz daha hoş beş, dedikodu, tiyatro âlemi vs vs.. Galiba bir saati ettik.

Dudakları başka gözü başka şey söylüyordu. Saatine baktı. “Dedim ya Harbiye’de olmam lâzım, akşam tören de var, bu saatte trafik de sıkışık olur..”Tabii ki..” Hesabı imzaladı, para ödemedi.. Kucağıma yayılmış kediyi sarsmamaya çalışarak kalktım. Kalktığım yere itinayla yerleştirdim. Kedinin istifini hiç bozamamasına kızdım. Sanki ben onun rahatını sağlamakla görevliydim. Köşe başından taksiye bindik. Şoför hemen tanıdı. “Vay   ….. abi, nasılsın? Dizi de şahane, geçen akşam bir güldük..” “Sağol..” Harbiye’ye doğru yola çıktık.

Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder