İnternet kullanımının yaygınlaşması ile birlikte yeni yeni “hâl”ler
hayatımıza girmeye başladı. “İnternet bots” zaten hayatımızı kontrol ediyor. Yazıların altına “adsız” veya uydurma isimlerle eklenen yorumlar; sosyal medyada, “görünen”
ama sahibine ait olmayan isim ve
resimlerle oluşturulan “sanal kişilikler” çoğalmaya başladı. Bu ortamdan “cesaret
alan” sahte kimlikler, akıllarına geleni yazarak öncelikle yeni bir “tatmin hâli" modeli sunuyor. Ben buna “vur kaç” diyorum. Siz samimiyetle kendinizi
ortaya koymuşken onlar “iz bırakmadan” size vurmaya çalışıyor. Fail-i
meçhullerin kapsam alanı genişliyor. Onların sizin kadar samimiyetli olmadığı
kesin. Gördüğüm kadarıyla ortaya atılan bir söz, bir resim hemen de taraftar
topluyor ve yayılıyor.
Son günlerde bu “hâllere” bir yenisi eklendi. “Sanal” isimle
yazdığı ortaya çıkan bir tiyatro “eleştirmeni”(?) üzerine yazılanlara bakınca
bu konuda da tarafların oluşmaya başladığına tanık oldum. Bu elbette yeni bir
şey değil, geçmişte “mahlas” kullanan pek çok kişi var. “Mahlas” kullanmanın da
bir yolu yordamı var. “Mahlas”, “gizli kişilik” anlamına gelmiyor. “Mahlas”
SANAL değil. Karanlık dönemlerde isimlerini saklayarak yazan pek çok kişi de
var. Ama sorarım size “zil çalıyor, çalmıyor” demek için “sanallaşmaya” gerek
mi var? Bunun "mahlas" diye yutturulmasına kanacak mısınız?
Yazan kendini şöyle savunuyor: “’Kendiniz olarak’ açıkça her şey yazmak
mümkün mü?” Okuyan ise : “Ben yazanın
kim olduğuna bakmam yazının içeriğine bakarım. Bilgi ve birikimle yazılmışsa
yazanın kimliğinden bana ne!” diyor.
Ben her iki görüşü de katılmıyorum.
Tiyatrocu sahnede kendini açıkça ortaya koyuyorsa onu yazan,
eleştiren de kendini o açıklıkta ortaya koymak zorunda. Bu en azından bir
nezaket kuralı. Aynı zamanda hem kişisel
hem de toplumsal “ahlâk”ı da ilgilendiriyor. Eleştiri yazmak, bir anlamda ortam
oluşturma, yönlendirme gibi etkisi ve iddiası olan bir eylem. Düşüncelerin
arkasında açıkça durabilme, bir cesaret değil bir görev.
Yazarın “bilgi ve birikimi” ile ilgilenenler için
söyleyeceğim şudur : “kendinizi aldatmayın”. Zira ifadenizden kendi “bilgi ve birikiminize”
olan inancınız yansıyor. Sizi kandırmak öyle kolay değil, yazarın bilgi ve
birikimini “şıp” diye anlarsınız, öyle mi? Tarih, sizin gibi “kül yutmazların”
hikâyeleri ile dolu. Hitler’i hatırlayın.. Bir ülke, adamın “bilgi ve
birikimine” inandı. Hem de adam kendini takma isimle saklamadan “yürüdü”. Kim, ne olduğu bilinmeyen her hangi birinin ne amaçla yazdığı bilinmeyen
yazılarını kendi hassas terazinizle ve
iç güdünüzle çözebileceğinize inanıyorsunuz öyle mi? Aranızda yazarlar, yönetmenler, oyuncular
var. Diyelim ki siz çok dikkatlisiniz, sizi kimse kandıramaz da “elini
sıktığınız” kişinin gerçek “yüzünü” de mi merak etmezseniz? “O”nun geçmişinde sizi ilgilendirecek hiçbir şey de mi yok? Kim olduğunu bilmediğiniz biri elinize bir piyes tutuştursa oynar mısınız? Elinizdeki kriter, sağlamlığından
kuşku duymadığınız “kendi algınız” mı olacak? “O” kişinin gizlenerek” sizi “kandırmasını”
bir yana bıraktım, bunun size hakaret anlamına geldiğini de düşünmüyor musunuz? Belki de merak etmediğiniz için “tatlı vaatlere” kanarak oyunuzu da öyle veriyorsunuz kim bilir? Eğer siz "öyle" iseniz sizin oyunlarınızın ve de alkışlarınızın samimiyetine nasıl inanacağız?
Karanlık, güneşin
batması değildir sadece, gölgeleri “kabul etmek”tir. “Kendisi olamayanların” çoğaldığı toplumlarda “gölgelerin
hâkimiyeti ve gücü” artar. Buna izin vermemek elimizde.
Melih Anık
Not: Bu tür sanal kişiliklere -soruşturmadan- sayfalarını açan "portal"lere ise en basit ifade ile şaşırıyorum.
Not: Bu tür sanal kişiliklere -soruşturmadan- sayfalarını açan "portal"lere ise en basit ifade ile şaşırıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder