20 Ocak 2013 Pazar

Kemal Başar, Hadi Canım Sen de!


Beni “bahçe”sinden “attii patti :)” yapan Kemal Başar benim “BAHÇE’me gelmiş, son yazdığım üç yazıya  yorum bırakmış. Ben kimliğini gösterenlere, hakaret etmeyenlere, yalan yazmayanlara kapımı açık tutuyorum. Kemal Başar’ın “imâ”larına bakınca bunları arkamdan da konuşuyordur diye  düşünmeden edemiyorum ve tarihe kaynağından kaydedilsin  diye bu yazıyı yazıyorum.

Meğerse “oyunlar tanıtıma muhtaç olduğu için” Yaşam Kaya’ya teşekkür etmiş. Yazının içeriği değil yazılması önemliymiş demek ki. Zira o yazıya “teşekkür edebilmek” için okumamış olmak ya da okuduğunu anlamamak lâzım. Bence okumamış.  “Hamlet’in yönetmeni”nin o yazıyı anlamamış olmasına imkân var mı? Ama Yaşam Kaya’ya da acıdım doğrusu, sen bir yılda 160 gösteri seyret, o kadar yazı yaz ve “dostun” seni “reklâm” amaçlı kullandığını açıklasın.  

Birikimli, çalışkan olduğumu anlamış”, “görüşlerimden de yararlanmış” ama “çağdaş tiyatroyu” bilmiyormuşum. Şöyle “oku”yorum: Kemal Başar “çağdaş tiyatro” yaptığını ve kendisini anlamadığımı ima ediyor.  Onun üç oyunu ile ilgili yazdığım yazılara kendisinden çok olumlu mesajlar aldım. Hadi diyelim ki açıktan ettiği teşekkürler “reklâm” amaçlı da iki kişi arasında kalan muhatabına yazılan mesajlarda nasıl bir “reklâm” amacı olabilir ki! Olsa olsa kendini “reklâm etme” amacı olabilir desem çok mu ileri gitmiş olurum?

Beni  Nişantaşı'na kahve içmeye, Romanya'daki rock müzikalinin(aslı “müzikaliMin”) galasına davet ettiğini yazmış. “Siz Nişantaşı'ndaki buluşmamıza muhterem eşinizle geldiniz” demiş ki yalan! (Ayrıca “muhterem eşimin” bu tartışmada yeri ne? ) Yalnız gittim, yaklaşık üç saate varan görüşmenin ardından eşim beni almak için uğradı, onunla birlikte yarım saat daha oturduk ve ayrıldık. ”Romanya'ya da yine eşinizle birlikte seyahat etmek istediniz, vize işlemlerindeki zorluklardan bu seyahat gerçekleşmedi” demiş ki bu da doğrusu yalanla sarılmış tuhaf bir imâ. Biz çok seyahat eden bir çiftiz bu nedenle daveti alınca ilk tepkim eşimle birlikte gidebileceğimiz  şeklinde oldu. Ancak eşimin tüm masraflarının kendimiz tarafımdan karşılanacağını belirttim. Hatta aynı seyahat acentesinden eşim adına kendi hesabıma bilet ayırttım. Kemal Başar, beni davet ettiğinde bu davetin eşimle bir Romanya seyahati yapmamız için fırsat olacağını düşünmüştüm. Ancak sonradan eşimle yaptığımız değerlendirmede  davete icabet etmenin çok da isabetli olmadığına karar verdik ve daveti reddetme “bahane”si  aramaya başladık. Bu nedenle her ikimizin de geçerli “schengen” vizelerimiz olmasına rağmen o seyahati yapmadık. Seyahat şirketi ile yaptığımız görüşmelerde bulduğumuz “o vizeyle Romanya’ya girebiliyoruz ama başka bir ülkeden geri dönmemiz gerekiyor” gerekçesi bizim çok işimize yaradı ve daveti reddetmek yerine bahane ile davetten “kurtulma”yı seçtik. Önce eşimin gelmeyeceğini belirttim. Benim için de yeni bir vize çıkarmak için bazı dokümanların hazırlanması gerektiğini;  geçmişte yaptığım bir Romanya seyahatinden edindiğim tecrübeye göre bunun da uzun ve  yıpratıcı bir yol olduğunu belirttim. Kemal Başar “sizden bunu isteyemem” dedi. Seyahat, amacımıza uygun şekilde  ve nezaketle başlamadan bitti.  Bizi tanıyanlar çok seyahat ettiğimizi ve seyahat için çözümler ürettiğimizi çok iyi bilir. İsteseydik Romanya’ya giderdik. Şimdi Kemal Başar yorumunda “Romanya'ya da yine eşinizle birlikte seyahat etmek istediniz, vize işlemlerindeki zorluklardan bu seyahat gerçekleşmedi” demiş.  Bu ifadedeki  “çarpıtma” çok açık. Sanki biz “iki kişilik davet istemişiz ve çözülemeyecek vize sorunu varmış” gibi bir imaya açık bir ifade. Ama sonuçlanmamış bir konuda yaşananları üçüncü şahıslarla paylaşmak nasıl bir ahlâk? Erbil Göktaş’ın benim davet edilmiş olduğumu nasıl öğrendiğini sorduğumda Kemal Başar, Romanya’daki toplantıda bu vize konusunu kullandığını;  “Türkiye’den eleştirmen getirmek istiyorum yardım etmiyorsunuz” dediğinde orada bulunan Erbil Göktaş’ın bunu duymuş olduğunu söyledi.  Erbil Göktaş’ın bana “Romanya seyahatini soracağı, gece dersleri verme" "arzu, aymazlık, küstahlık ve terbiyesizliği"ni yeniden düşündüğümde  Kemal Başar’ın beni bu “hâle” düşürerek, nasıl sır paylaşılmaz biri olduğunu anlıyorum. Sonradan yaşananlara bakınca Kemal Başar ile Romanya’ya gitmemiş oluşumuza sevindik. 

Kemal Başar hem yorumunda hem de son “twit”lerinde “kendisine odaklanmış” olduğumu yazıyor. “Saldırgan demagog”, ”amatör tiyatrodan kalma eski bilgilerle ahkâm kesen”, “laf ebesi”  "Bir zamanlar tiyatrocu olmak isteyip becerememiş"  ifadelerini sanki ben kullandım,  ikimiz arasındaki tartışmaya eşini ben karıştırdım sanki. Sonra kalk “eserlerimden çok benimle ilgileniyor” diye şikâyet et. “Etik”ten vazgeçtim, her şeyin bir âdâbı var. 

Eleştirmenin görevi tiyatroya hizmet olmalı, sizin ise egonuzu tatmin etmek için yazdığınızı düşünüyorum” diye de bir görüş atmış ortaya. Ben işin “magazin tarafıyla ilgileniyormuşum”. Şu “magazin” tarafına bakalım önce. Bu işin magazin tarafı ne? Kemal Başar’ın kendi hayâlinde uydurduklarını düzeltmek mi? Yoksa ima benim kendimi magazinleştirmem midir? Bunu düşünsem, düşündüklerimi değil, “Kemal Başar’ların” hoşuna gideni yazarım. Onların ne beklediğini biliyorum, onları tatmin etmek kolay ve de RAHAT!   Her şeye “BENİM,BENİM ” diyerek tiyatro yapmayı hedef almış birinin, karşısındakinin “ego”sunu kafaya takmış olmasını “ilginç” buluyorum. Kendi görevini  unutup, “eleştirmen”e görev tarifi yapması daha da ilginç. (“İlginç” için sözlüğümde başka kelimeler var ama kullanmıyorum) Ama beni “vurma” amacıyla yazdıklarında haklı bir yan  var. Sanatın, sanatçının içinde “ego” vardır. Yaratıcılık, “ego” ister. “Ego” yoksa ya da  doğru değil  ve gelişmemişse bu iş yapılamaz ama kötü tarafı, bu eksikliğin kendini  başka türlü dışa vurmasıdır. "EGO"nun varlığını kabul edip “adam” gibi davranmasını bilmek gerekir.  Ben  sanatsal yaratımlar  üzerine “hobi” olarak ve “AMATÖR”ce yazıyorum. Bu bana bir rahatlık vermesinin yanında “ego”mu da istediğim gibi ortaya koymama, onunla yüzleşmeme yarıyor, "Kemal Başar'lar" “ego”ma ne diyecek diye kendimi engellemiyorum. “BENİM  Romeo Jüliet’im” diyen bir yönetmen karşısında  kendi “ego”nuza sarılmazsanız o yönetmenin “reklâmını” yapabilirsiniz sadece. Önemli olan, “doğru ego”ların karşılaşması. Yerinde olmayan "ego" ile tartışmak da tatmin etmiyor insanı. Belki de "magazinleşme" görüntüsü de bundan kaynaklanıyor.

Kemal Başar, “amatör tiyatro geçmişim, aile düzenim, başarılı iş hayatım  ve bilgi birikimim nedeniyle” bana “saygı” duyuyormuş.

“Hadi canım sen de!”

Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder