Beni “bahçe”sinden “attii
patti :)” yapan Kemal Başar benim “BAHÇE’me gelmiş, son yazdığım üç yazıya yorum bırakmış. Ben kimliğini gösterenlere,
hakaret etmeyenlere, yalan yazmayanlara kapımı açık tutuyorum. Kemal Başar’ın “imâ”larına
bakınca bunları arkamdan da konuşuyordur diye
düşünmeden edemiyorum ve tarihe kaynağından kaydedilsin diye bu yazıyı yazıyorum.
Meğerse “oyunlar
tanıtıma muhtaç olduğu için” Yaşam Kaya’ya teşekkür etmiş. Yazının içeriği
değil yazılması önemliymiş demek ki. Zira o yazıya “teşekkür edebilmek” için okumamış olmak ya da okuduğunu anlamamak lâzım.
Bence okumamış. “Hamlet’in yönetmeni”nin
o yazıyı anlamamış olmasına imkân var mı? Ama Yaşam Kaya’ya da acıdım doğrusu,
sen bir yılda 160 gösteri seyret, o kadar yazı yaz ve “dostun” seni “reklâm” amaçlı kullandığını açıklasın.
“Birikimli, çalışkan olduğumu anlamış”, “görüşlerimden de yararlanmış”
ama “çağdaş tiyatroyu” bilmiyormuşum. Şöyle “oku”yorum: Kemal Başar “çağdaş
tiyatro” yaptığını ve kendisini anlamadığımı ima ediyor. Onun üç oyunu ile ilgili yazdığım yazılara
kendisinden çok olumlu mesajlar aldım. Hadi diyelim ki açıktan ettiği
teşekkürler “reklâm” amaçlı da iki kişi arasında kalan muhatabına yazılan mesajlarda nasıl bir “reklâm” amacı
olabilir ki! Olsa olsa kendini “reklâm etme” amacı olabilir desem çok mu ileri
gitmiş olurum?
Beni Nişantaşı'na
kahve içmeye, Romanya'daki rock müzikalinin(aslı “müzikaliMin”)
galasına davet ettiğini yazmış. “Siz
Nişantaşı'ndaki buluşmamıza muhterem eşinizle geldiniz” demiş ki yalan! (Ayrıca
“muhterem eşimin” bu tartışmada yeri
ne? ) Yalnız gittim, yaklaşık üç saate varan görüşmenin ardından eşim beni
almak için uğradı, onunla birlikte yarım saat daha oturduk ve ayrıldık. ”Romanya'ya da yine eşinizle birlikte
seyahat etmek istediniz, vize işlemlerindeki zorluklardan bu seyahat
gerçekleşmedi” demiş ki bu da doğrusu yalanla sarılmış tuhaf bir imâ. Biz
çok seyahat eden bir çiftiz bu nedenle daveti alınca ilk tepkim eşimle birlikte
gidebileceğimiz şeklinde oldu. Ancak
eşimin tüm masraflarının kendimiz tarafımdan karşılanacağını belirttim. Hatta
aynı seyahat acentesinden eşim adına kendi hesabıma bilet ayırttım. Kemal
Başar, beni davet ettiğinde bu davetin eşimle bir Romanya seyahati yapmamız
için fırsat olacağını düşünmüştüm. Ancak sonradan eşimle yaptığımız
değerlendirmede davete icabet etmenin
çok da isabetli olmadığına karar verdik ve daveti reddetme “bahane”si aramaya başladık. Bu nedenle her ikimizin de geçerli
“schengen” vizelerimiz olmasına rağmen o seyahati yapmadık. Seyahat şirketi ile
yaptığımız görüşmelerde bulduğumuz “o
vizeyle Romanya’ya girebiliyoruz ama başka bir ülkeden geri dönmemiz gerekiyor”
gerekçesi bizim çok işimize yaradı ve daveti reddetmek yerine bahane ile davetten
“kurtulma”yı seçtik. Önce eşimin gelmeyeceğini belirttim. Benim için de yeni bir
vize çıkarmak için bazı dokümanların hazırlanması gerektiğini; geçmişte yaptığım bir Romanya seyahatinden
edindiğim tecrübeye göre bunun da uzun ve yıpratıcı bir yol olduğunu belirttim. Kemal
Başar “sizden bunu isteyemem” dedi. Seyahat, amacımıza uygun şekilde ve nezaketle başlamadan bitti. Bizi tanıyanlar çok seyahat ettiğimizi ve
seyahat için çözümler ürettiğimizi çok iyi bilir. İsteseydik Romanya’ya
giderdik. Şimdi Kemal Başar yorumunda “Romanya'ya
da yine eşinizle birlikte seyahat etmek istediniz, vize işlemlerindeki zorluklardan
bu seyahat gerçekleşmedi” demiş. Bu ifadedeki
“çarpıtma” çok açık. Sanki
biz “iki kişilik davet istemişiz ve
çözülemeyecek vize sorunu varmış” gibi bir imaya açık bir ifade. Ama
sonuçlanmamış bir konuda yaşananları üçüncü şahıslarla paylaşmak nasıl bir ahlâk?
Erbil Göktaş’ın benim davet edilmiş olduğumu nasıl öğrendiğini sorduğumda Kemal
Başar, Romanya’daki toplantıda bu vize konusunu kullandığını; “Türkiye’den
eleştirmen getirmek istiyorum yardım etmiyorsunuz” dediğinde orada bulunan Erbil
Göktaş’ın bunu duymuş olduğunu söyledi. Erbil
Göktaş’ın bana “Romanya seyahatini
soracağı, gece dersleri verme" "arzu,
aymazlık, küstahlık ve terbiyesizliği"ni yeniden düşündüğümde Kemal Başar’ın beni bu “hâle” düşürerek, nasıl sır paylaşılmaz biri
olduğunu anlıyorum. Sonradan yaşananlara bakınca Kemal Başar ile Romanya’ya gitmemiş
oluşumuza sevindik.
Kemal Başar hem yorumunda hem de son “twit”lerinde “kendisine odaklanmış” olduğumu yazıyor. “Saldırgan demagog”, ”amatör tiyatrodan kalma eski bilgilerle ahkâm
kesen”, “laf ebesi” "Bir zamanlar tiyatrocu olmak isteyip becerememiş" ifadelerini sanki ben kullandım, ikimiz arasındaki tartışmaya eşini ben
karıştırdım sanki. Sonra kalk “eserlerimden
çok benimle ilgileniyor” diye şikâyet et. “Etik”ten vazgeçtim, her şeyin bir
âdâbı var.
“Eleştirmenin görevi tiyatroya hizmet olmalı, sizin ise egonuzu tatmin
etmek için yazdığınızı düşünüyorum” diye de bir görüş atmış ortaya. Ben
işin “magazin tarafıyla ilgileniyormuşum”. Şu “magazin” tarafına
bakalım önce. Bu işin magazin tarafı ne? Kemal Başar’ın kendi hayâlinde
uydurduklarını düzeltmek mi? Yoksa ima benim kendimi magazinleştirmem midir? Bunu düşünsem, düşündüklerimi değil, “Kemal
Başar’ların” hoşuna gideni yazarım. Onların ne beklediğini biliyorum, onları tatmin etmek kolay ve de
RAHAT! Her şeye “BENİM,BENİM
” diyerek tiyatro yapmayı hedef almış birinin, karşısındakinin “ego”sunu kafaya takmış olmasını “ilginç” buluyorum. Kendi görevini unutup, “eleştirmen”e görev tarifi yapması
daha da ilginç. (“İlginç” için sözlüğümde başka kelimeler var ama
kullanmıyorum) Ama beni “vurma”
amacıyla yazdıklarında haklı bir yan var. Sanatın,
sanatçının içinde “ego” vardır. Yaratıcılık, “ego” ister. “Ego” yoksa ya
da doğru değil ve gelişmemişse bu iş yapılamaz ama kötü tarafı,
bu eksikliğin kendini başka türlü dışa
vurmasıdır. "EGO"nun varlığını kabul edip “adam” gibi davranmasını bilmek gerekir. Ben sanatsal yaratımlar üzerine “hobi” olarak ve “AMATÖR”ce yazıyorum. Bu bana
bir rahatlık vermesinin yanında “ego”mu da istediğim gibi ortaya koymama, onunla yüzleşmeme yarıyor, "Kemal Başar'lar" “ego”ma ne diyecek
diye kendimi engellemiyorum. “BENİM Romeo Jüliet’im” diyen bir yönetmen karşısında
kendi “ego”nuza sarılmazsanız o
yönetmenin “reklâmını” yapabilirsiniz sadece. Önemli olan, “doğru ego”ların
karşılaşması. Yerinde olmayan "ego" ile tartışmak da tatmin etmiyor insanı. Belki de "magazinleşme" görüntüsü de bundan kaynaklanıyor.
Kemal Başar, “amatör
tiyatro geçmişim, aile düzenim, başarılı iş hayatım ve bilgi birikimim nedeniyle” bana “saygı” duyuyormuş.
“Hadi canım sen de!”
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder