Herkes iyi futbolcu olduğunu söylüyor, hızlı, kuvvetli, iyi şut atabiliyor, kafa vurabiliyor, araya kaçabiliyor, açık ya da forvet oynayabiliyor.
Fenerbahçe de bunu görerek aldı. Bir tarafı Türk ama Fenerbahçe’de kaldığı süre içinde Türkçe konuşamadı. Fenerbahçe uğraştı baktı baş edemiyor satışa çıkardı, Galatasaray “kaptı”. Herkes “Fatih Hoca oynatır” dediler. Aslında ima edilen “adam edeceği” idi.
Kazım Fenerbahçe’ye karşı oynadığı ilk maçta bir de gol attı, çok sevindi, sevincini yaşarken yolunu Fenerbahçe yedek kulübesi önünden geçirdi, geçerken de “ortaya” ama belli ki Aykut Kocaman’ı hedef alan bir el hareketi yaptı. “Fenerbahçe onu anlamamıştı, o şimdi yuvasını bulmuştu “
Geçen hafta saçlarını civciv sarısına boyattı, herkesi şaşırttı. Maça da öyle çıktı.
Galatasaray, ara transferin son günü onu kiraladı, yani takımdan uzaklaştırdı.
Fatih Hoca da “oynatamamıştı”. Ama Fatih Hoca, Aykut Kocaman’a o el hareketini yaptığı zaman göndermeliydi, Kazım’ın, saçını civciv rengi yapmasını beklemeden.
Galatasaray, Kazım’ı transfer ederek aslında Fenerbahçe’nin “beceremediğini” de göstermek istemişti. Evdeki hesap çarşıya uymadı, yanlış hesap Bağdat’tan döndü. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi oysa.
Tiyatroda da hesaplar var..
Tiyatro dünyasının bir çınarına, yönetmen ve oyunculara dil uzatan “sayılı” eleştirmen, onun övgüsünü portaline koyan “akademi”(?); on yılda bir tiyatro yazan sinema eleştirmeni ya da “her şeyden anlar”(?) bir köşe yazarı övdü diye o eleştirilere “sarılan” tiyatrocu; kendinden başka yönetmen tanımayan yönetmen; bir ay içinde fikir değiştiren eleştirmenlerin başkanı, onun çağrısına “atlayan” oyuncular; arkasından güldüğü eleştirmeni sayfasına koymaktan çekinmeyen portal editörleri; her yıl en az bir defa gündem yaratan tiyatro sahibi; “her şeyi” yönetmeye hazır “ne versen yönetir” yönetmen; oyununu beğenmedi diye yazanı “piskopat” sayan çağdaş(?) ile ona ses etmeyen arkadaşları; kendi küfürlerini görmeyip ona buna dava açan dergi sahibi; eleştirmene dramaturgluk teklif ederek onu yanına almaya çalışan “havuççu” yönetmen; kendine sahne verildiği için sahne sahibinin saçmalıklarına ses çıkaramayan oyuncu; olanın farkında ama stratejisi sessizlik olan tiyatrocu; ömrünü bir oyunun değerini anlamak istemeyenlere kabul ettirmeye adamış yazar; küfür ve hakaret kulüpleri; “kankası”nın rolünü “büyüten” yönetmen; babası yaşındaki eleştirmeni ayağına çağıran, reddedildi mi kurduğu cümlelerin nereye gittiğini idrak edemeyen oyuncu; “baş” olma hırsı ile “oyun”lar oynayan yönetmen; aynı şeyi tekrar ederek yazdıkları ile sağırlığa neden olan yazar; “o yazıyı kaldırtırım” dedikten on dakika sonra verdiği sözü unutan tiyatrocu; istediği eleştiri yazılmadı diye küsen oyuncu; söz vermenin anlamını bilmeyen “cin akıllı” akademi yöneticisi….
Tiyatro dünyamızda kendini kurtarmaya yönelik hesapların bir gün ters tepip sadece yapanı değil tüm tiyatro dünyasını vuracağı ne zaman anlaşılacak? Kazım saçlarını sarıya boyattığı zaman mı?
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder