Bir üniversite beş bin öğrencinin oylarıyla otuz dalda “yılın en”lerini seçtiğini açıkladı.
Tiyatro dalında bir tv “dizi”sine ve onun bir oyuncusuna verilen “en ödül”ler tiyatrocuları olduğu kadar
beni de şaşırttı. Bu yazıyı konu ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak için yazdım. Bugünün dünyasında toplumun
işleyişine değişik açılardan bakmak istedim. Zira ortaya çıkan durumun
dokunduğu pek çok husus var ve çok yönden üstünde düşünülmeyi hak edecek kadar
önemli. Ummuyorum ama tartışmaya kapı aralarsa memnun olurum.
Eğitim sistemi
sorgulayan insan yetiştiremiyor. “O” üniversitede ben de bir zamanlar konferans
verdim. Yüz kişilik bir toplulukta tiyatro seyircisi, kitap okuyucusu yok
gibiydi. Son okudukları kitabın yazarına, seyrettikleri oyunun/filmin oyuncusuna “beğendik, beğenmedik” gibi diye kısacık bir mesaj göndermemişlerdi
ama interneti “canavar” gibi
kullanıyorlardı. Ertesi gün mesaj kutumda iki üç “beğendim” mesajı bulmuştum da
sevinmiş, umutlanmıştım. Benzer durumlarla mezun olduğum okulda da
karşılaşıyorum. Ne zaman öğrencilerle bir araya gelsek onlar aynı ezberi
tekrarlarlar ve tek sorunları “staj yeri” bulmaktır. Örneğin staj sistemi ile
ilgili değişiklik önerisi getirmezler. Ayrıca
elleri altında tüm dünya ile konuşabilecekleri bir internet var. Dünya çok
büyük, öğrenciler dünyanın dilini(İngilizce) biliyor ama ‘google’dan buldukları
şirketlere onlarca mesaj atıp dünyayı kendilerinin var olduğundan haberdar
edemiyorlar.Üniversite gençliğinin çoğunluğu küfür yazabildiği kadar adam gibi
mesaj yazamıyor. (Amerika’da eğitim gören kızım bir staj yeri için binin
üstünde mesaj attığını söylemişti.) Benim söylemimden yakınan bir tiyatro
öğrencisinin meramını anlatacak mektubu yazamadığını, mantıklı bir sıra
kuramadığını gördüm. Öte yandan öğrencilerin öz geçmiş yazamadıklarını da
biliyorum. Üniversite tiyatro toplulukları birinin peşine takılıp imza
kampanyaları yapıyor ama sonuç yok. İçlerindeki EN “cin”ler bile kendini pazarlamaktan aciz.
Onları bu hâle getiren sistem ama sistemi yapan da insan.
Ödül töreninde
üniversitenin rektörü bir konuşma yapmış. Demek ki o da öğrenci faaliyetinin
içinde, arkasında, yanında (her neyse). Öğrenciler sonuçları getirip rektöre
göstermişlerdir değil mi? Ama rektör “tiyatro”
seçilen iki “EN”in tiyatro olmadığını bilmiyormuş demek ki. Diyeceksiniz ki
öğrenci oylamasına karşı çıksa bir olay çıkmasa başka bir olay. Yapması gereken
ne? Başlangıçta durumun “etik” ve “adil” yürümesini sağlayacak tedbirleri
almak. Zira üniversite her konunun “öğretildiği” yer. Dış dünya ile ilişkiler
de eğitimin bir parçası. Öğrencilere yol göstermek öğretmenlerin görevi ve
sorumluluğu. Zira bunun yapılmadığı belli olan üniversitenin rektörü “tiyatro
bilmez üniversite”nin rektörü
durumuna düştü. "Yılın yıldızları töreni, gençlerin dünyaya,
toplumsal yaşama, insanlığa ilişkin bakışlarının, değerlerinin ve
düşüncelerinin nasıl biçimlendiğine dair önemli ipuçları vermektedir. Daha da
önemlisi üniversite gençliğinin sanattan spora, basından iş hayatına kadar her
alanda ülkenin sıcak gündemine ne kadar hâkim olduğunu göstermektedir."
şeklindeki konuşma da anlamsız hâle geldi. Yoksa ortaya çıkan bu “tiyatro
cahilliğinden” memnun mu rektör? Memnun değilse,
seçim organizasyonu için koordinasyon yapılmasını temin etmeli. Tiyatro dalında da ödüllendirme yapılan kendi
okulunun töreninde konuştuğuna göre rektör, okulundaki (çok da iyi olan) tiyatro topluluğunu da
gerektiği gibi onurlandırmalı, onlara gereken olanakları ve onların diğer uzman
kulüpler ile birlikte seçim organizasyonda yer almalarını sağlamalı.
Gelelim “tiyatro” dalında ödül alanlara. Ödül kurumu
ülkemizde karmakarışıktır. Profesyoneller bile beceremiyor. Herkes ödül
aldığını duyunca koştura koştura gidiyor. Ödülü kimin verdiğinin; her dalda
kimlerin aday gösterildiğinin; oylamanın nasıl yapıldığının hiç önemi yok.
“Ödül” olsun yetiyor. Bir “ödül sarhoşluğu” içine giriliyor. “Kendini bilme” de yok. Kimse kendine
sormuyor “bu ödülü hak ettim mi?”
diye. Bu bir “show” dünyası. Ama
üniversite ile ilgili bir şey söz konusu ise toplumun, öğrencilere neyin doğru
neyin yanlış olduğunu gösterme, anlatma sorumluluğu var, özellikle de
sanatçıların. “Susmamanız gereken , direnmeniz gereken nokta”
burası. Oynadığı “tv dizisi”ni tiyatro
dalında ödüllendirmiş üniversiteye kendisini davet ettiklerinde bu ödülü hak
etmediğini, seçimin yanlış olduğunu oyuncunun anlatmasını ve ödülü reddetmesini
beklerim. Oysa ödül alan,ellerine ödül
plaketlerini alarak sevinçli “show” fotoğrafları vermeyi tercih ediyor.(İşin
garibi bana “yaşlı adamsın gençlere örnek olsana” diyor sanki kendisi gençlere
örnek olmayı biliyormuş gibi. Salkım ve talkın meselesi.) Profesyonel, amatör,
akademik, magazinsel, kimse doğru yapma cesareti gösteremiyor. Neden mi?
Bilinçsiz olanları dışarıda bırakarak iyiniyetli bakayım konuya. Bence olay kişisel “ödül alma” heyecanı ile başlıyor. İkincisi bir anda “ait olma” durumuna gelinen “ödüllüler cemaati”nden kopamama durumundan kaynaklanıyor. Koparsa
sanki diğerlerine ayıp olacakmış gibi düşünüyor, sürüden ayrılmama meselesi
yâni. Rol aldığı topluluk, dizi, film
yapımcısına karşı bir sorumluluğu hatta görevi olduğunu zannediyor ya da onu gerçekten zorluyorlar.Magazinsel olarak düşünüyor ve “reklâmın
iyisi kötüsü olmaz” diye hareket ediyor. Jüriyi kızdırmamak istiyor. Toplumu karşısına almak istemiyor. Yalandan
seviniyor, “yağ bal” demeçler veriyor. “Ses çıkartan her yerde” VAR
olmak gerekir ona göre. Yapmazsa bir
daha rol vermezler, “öteki” oluverir alimallah! Böylelikle “var olma” da
yüzyılımızdaki anlamına(!) kavuşuyor. Yok ama VAR! HERKES KENDİNDEN YANA! Oysa
karşılığında kazanılması gereken gençler kaybediliyor, hatta kışkırtılmış
oluyor. Kötü örnek , örnek oluyor. Bir delilik hâli toplumu sarıyor.
Tüm gerekçeler, yaptığını haklı görme ile sonuçlanıyor, “Yaptım
ama niye yaptım bir sor bakalım”. Yüzyılımızın son “trend”i “topic”,
TT.. “TT olursam yırttım”, “TT olursa sesimiz duyulur” vs vs.. Yani
“TIK’la kazan”.. Onun da güvenirliği çoook kuşkulu. TT, “Tanrı
Tık” olmuş. (Benim Yaratan’ım ALLAH'tır. Tanrı örneğin Doğu dinlerinde
binlerce olandır) Tanrı’sı TIK olanların
vicdanı susar. Vicdan susunca seçimler de… Neyse… Tiyatroda kalayım..
Melih Anık
Not:
Bu yazıyı yazıp yayımladıktan sonra Düzce Üniversitesi'nin Medya Ödülleri ile ilgili sayfasını paylaşıp "Bak böylesi de var" diye bir "twit" yazdım. Yönetmen Ragıp Yavuz "HAKLISINIZ, HALK TV HİÇBİR ALANDA, HİÇBİR "ŞEY"İN ADAYI DEĞİL... EVET, BÖYLE DE YAPILABİLİYOR... YAŞASIN PENGUENLER..." "twit"ini yazarak cevap verdi. Ben de ona "Siz de haklısınız .Bu çok önemli uyarınızla YTÜ Yıldız ödülü ile ilgili dar alandaki tartışmaya yeni bir ufuk getirmenizi ve katkınızı dilerim." "twit"ini yazdım.
Düzce Üniversitesi'nin Medya ödülleri sayfasını paylaşmamın nedeni anketi açıkça yayımlamış ve seçtiklerini açıkça göstermiş olmalarıydı. İçeriği ile çok ilgilenmemiştim. Ragıp Yavuz'un uyarısı yerindeydi. Düzce Üniversiteli gençler de sınırlarını aşamamışlar, Medya ödüllerini "magazin"leştirmişlerdi. Aynı durum YTÜ Yıldızlar ödüllerinin sonuçlarından da yansıyordu. (Onların seçeneklerini görme imkanım olmadı.) Üniversitelerdeki bu durum benim yazımın içinde dokunmaya çalıştığım hususları daha da pekiştiriyordu. Ragıp Yavuz'un uyarısını dikkate alarak yazının sonuna eklemeyi gerekli ve doğru buldum.
Öte yandan YTÜ ile ilgili dar alanda kalmış ve kısa sürede unutulacak tartışmada madem uyarılar yapabiliyor, Ragıp Yavuz'un da bir şeyler söylemesini beklerdim.
Ragıp Yavuz önce "Takip edemedim Affola" dedi. Ben ona Ali Sunal2ın iki elinde ödül fotoğrafı ile özet verdim: "Özet: YTÜ 2013 Ödülleri- "Güldür Güldür" EN İYİ TİYATRO OYUNU; Ali Sunal EN İYİ ERKEK TİYATRO OYUNCUSU Güldür Güldür" Ragıp Yavuz "Bu topa asla girmeyeceğim" diye cevapladı.
Düzce Üniversitesi ile ilgili "top" sanırım ona daha uygun geldi. Oysa konu aynı.. Üniversitenin magazinleşmesi. Ama YTÜ olayında Ragıp Yavuz'un "topa girmeme" nedeni somut bir isim, dizi ve "dizi piyasası" olmasın? Bence "girmeme nedenini" kendi anlatsa iyi olur. Zira o zaman neden girmediği üzerine ben düşünmeye paylayacağım.
Not:
Bu yazıyı yazıp yayımladıktan sonra Düzce Üniversitesi'nin Medya Ödülleri ile ilgili sayfasını paylaşıp "Bak böylesi de var" diye bir "twit" yazdım. Yönetmen Ragıp Yavuz "HAKLISINIZ, HALK TV HİÇBİR ALANDA, HİÇBİR "ŞEY"İN ADAYI DEĞİL... EVET, BÖYLE DE YAPILABİLİYOR... YAŞASIN PENGUENLER..." "twit"ini yazarak cevap verdi. Ben de ona "Siz de haklısınız .Bu çok önemli uyarınızla YTÜ Yıldız ödülü ile ilgili dar alandaki tartışmaya yeni bir ufuk getirmenizi ve katkınızı dilerim." "twit"ini yazdım.
Düzce Üniversitesi'nin Medya ödülleri sayfasını paylaşmamın nedeni anketi açıkça yayımlamış ve seçtiklerini açıkça göstermiş olmalarıydı. İçeriği ile çok ilgilenmemiştim. Ragıp Yavuz'un uyarısı yerindeydi. Düzce Üniversiteli gençler de sınırlarını aşamamışlar, Medya ödüllerini "magazin"leştirmişlerdi. Aynı durum YTÜ Yıldızlar ödüllerinin sonuçlarından da yansıyordu. (Onların seçeneklerini görme imkanım olmadı.) Üniversitelerdeki bu durum benim yazımın içinde dokunmaya çalıştığım hususları daha da pekiştiriyordu. Ragıp Yavuz'un uyarısını dikkate alarak yazının sonuna eklemeyi gerekli ve doğru buldum.
Öte yandan YTÜ ile ilgili dar alanda kalmış ve kısa sürede unutulacak tartışmada madem uyarılar yapabiliyor, Ragıp Yavuz'un da bir şeyler söylemesini beklerdim.
Ragıp Yavuz önce "Takip edemedim Affola" dedi. Ben ona Ali Sunal2ın iki elinde ödül fotoğrafı ile özet verdim: "Özet: YTÜ 2013 Ödülleri- "Güldür Güldür" EN İYİ TİYATRO OYUNU; Ali Sunal EN İYİ ERKEK TİYATRO OYUNCUSU Güldür Güldür" Ragıp Yavuz "Bu topa asla girmeyeceğim" diye cevapladı.
Düzce Üniversitesi ile ilgili "top" sanırım ona daha uygun geldi. Oysa konu aynı.. Üniversitenin magazinleşmesi. Ama YTÜ olayında Ragıp Yavuz'un "topa girmeme" nedeni somut bir isim, dizi ve "dizi piyasası" olmasın? Bence "girmeme nedenini" kendi anlatsa iyi olur. Zira o zaman neden girmediği üzerine ben düşünmeye paylayacağım.
Kendisi olamamış ve olmak istemeyenler, Melih Anık'a da küfrediyorlar!
YanıtlaSil"Ülkemizde her yıl dünyaya gelen 1,5 milyon bebekten 16 bininin kalp karıncığı ya da kulakçığında delik bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Nazan Özbarlas, bu deliğin kendiliğinden kapanmasını beklemenin çocuğun yaşamına mal olabileceğini belirtti."
(Kaynak: www.saglikveguzellik.net/bebeklerde-delik-kalbin-kendiliginden-kapanmasini-beklemeyin.html)
***
Kalbi delik olarak doğmuş Türkiye tiyatrosu, kuvözde büyütülmüştür... Türkiye tiyatrosu, kendi öz gücüne değil, Andre Antoine adlı Fransız'la Carl Ebert adlı Alman'a kurdurulmuştur. Yerli dinamik yerine, yabancı dinamiğe hayran olmayı seven entelektüellerimiz, kendi içinden çıkan özgür sesleri boğmak için ellerindeki İngiliz ipiyle dolaşabilmektedirler.
Gürbüz bir insan olarak değil, kalbi delik bir sakat olarak doğan Türkiye tiyatrosuna dışarıdan müdahale edildiğinde çok hoşa gitmekte, içeriden müdahale edildiğinde gelsin KÜFÜR, gitsin "LİNÇ KAMPANYASI" .
Kalbi delik olarak yaşamaya yazgılanmış Türkiye tiyatrosuna müdahale etmek isteyenler kalbi delik olarak yaşamayı namus sayan kişi, kuruluş, kurumlar tarafından "LİNÇ" edilmek isteniyorlar!... Mehmet Esatoğlu ve Melih Anık'a yapılanlar, ne kadar silinmek istenirse istensin, sağlam belleklerdeki tazeliğini koruyor... Bulunmaz ve Büktel'e karşı üretilmiş "LİNÇ KAMPANYALARI" serilerini unutmak zâten mümkün değil!
Sıraladığım basit gözlemler ışığında düşündüğümüzde ülkemizin kendi tiyatrosunu oluşturabilmek adına kollarını, paçalarını sıvayan insanlara omuz vermek gerekir! Bu insanlardan biri de, Melih Anık'tır... Ülkemiz tiyatrosunun kendine gelip, kendisi olabilmesi için, öncelikle "tiyatro düşünürü" olarak nitelenebilecek kişilere ihtiyaç var... İşbu kişilerden biri Melih Anık olduğuna göre ona edilen "küfürler"i kendimize edilmiş gibi sayıp, kendi namusumuzdan daha çok önem verdiğimiz tiyatronun namusunu korumak için, Melih Anık'ın kavgasını da sahiplenmeliyiz...
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz