13 Ocak 2014 Pazartesi

Üniversite, Ödül, “Tanrı Tık”(TT)

Bir üniversite beş bin öğrencinin oylarıyla otuz dalda “yılın en”lerini seçtiğini açıkladı. Tiyatro dalında bir tv “dizi”sine ve onun bir oyuncusuna verilen “en ödül”ler tiyatrocuları olduğu kadar beni de şaşırttı. Bu yazıyı konu ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak  için yazdım. Bugünün dünyasında toplumun işleyişine değişik açılardan bakmak istedim. Zira ortaya çıkan durumun dokunduğu pek çok husus var ve çok yönden üstünde düşünülmeyi hak edecek kadar önemli. Ummuyorum ama tartışmaya kapı aralarsa memnun olurum.

Yazıya başlamadan önce kendi öğrencilik yıllarımı hatırlamaya çalıştım. Örneğin Haldun Taner’in “Ay Işığında Çalışkur” isimli hikâyesini sahneye uyarlamaya karar verdiğimde aklımda Haldun Taner’e ulaşayım fikri yoktu. Hikâyeyi sevmiş, uyarlamak istemiştim. O dönemde okuldan mezun  (tiyatrocu) abla ve ağabeyleri, yaptığımız oyunlara gelmeleri için davet ederdik. Ama kimin gelmesini istediğimizi önceden kararlaştırıp ona göre oyun seçimi yapıp kapılarını çalmadık. Bizim bir dünya görüşümüz vardı kişisel beklentilerimiz için yaptığımız işi kullanmak ayıptı, etik değildi. Bu durumun yıllar içinde değişmeye başladığını iş hayatına atıldığımda fark ettim. Mezun olduğum okulun öğrencileri benim gibi eski mezun ağabey ablaları buluyor, hiç para istemeden yanımızda çalışmak istiyorlardı. Onlarla konuştukça anlıyordum, mezun olduklarında işlerini önceden hazırlama çabası idi bu. Naif ama planlı bir girişimdi. Değişen toplumla beraber yeni bir gençlik geliyordu. Giderek durum renk değiştirmeye başladı. Yaşanılan son örnek bu değişikliğin son noktası bana göre. Yazdıkları “twit”lerden de öğrendiğime göre artık “ses getirmek” amaç olmuş. Hatta “çıkardıkları ses”in büyüklüğünü ölçmek için özel çaba  gösteriyorlar. “TIK”lama sonuçlarını veren internet sitelerinden “not”larını takip edip aralarında paylaşıyorlar. “Bu sene daha çok ses getirdik” diye birbirlerini kutluyorlar. “Ses getirme” amaç olmuş.  “Ses getirme”nin öncelikle o işi organize edenlere yararı var. Beş on kişi, kalabalıkları "kullanıyor". Ödül listesinde ismi geçtiği için ilgi gösteren medyatikler varsa sesi az duyulanlar onlarla birlikte görünmek istiyor. Toplumda "üniversite" her şeye rağmen saygın bir algı yaratıyor. Herkesin kendince bir planı var.  Oylama yapan kişi sayısı da seçimin “doğruluğuna” kanıt oluyor, itirazları önlüyor, prestiji arttırıyor. Organize edenlere de ayrı bir prestij kazandırıyor. Kimse oylamanın nasıl yapıldığını, her alanda adayların nasıl belirlendiğini sormuyor. Organizatör, her dalda kendine göre adaylar belirliyor, altına bir “diğer” hanesi açarak demokratlığını gösteriyor. Eline anket verilen de kolay olanı seçerek seçeneklerin doğruluğunu sorgulamıyor. Muhtemelen sorgulayan, “diğer” hanesine kendi adayını yazanlar da vardır. Ancak ülkemizdeki alışkanlık bize gösterilen arasından seçim yapmak değil mi zaten! Biz bu tür seçimlere toplum olarak alıştırılmışız ama üniversite denilen kurum “seçilmişlerden” oluşmuyor mu? 5000 kişi aynı anda nasıl aynı yanlışa düşüyor? (Tabii ki ben hiçbir manipülasyon olmadığını varsayıyorum. Olduğunu bilsem başka bir yazı yazardım.) Bunun cevabı eğitim sisteminde var.

 Eğitim sistemi sorgulayan insan yetiştiremiyor. “O” üniversitede ben de bir zamanlar konferans verdim. Yüz kişilik bir toplulukta tiyatro seyircisi, kitap okuyucusu yok gibiydi. Son okudukları kitabın yazarına, seyrettikleri oyunun/filmin  oyuncusuna “beğendik, beğenmedik” gibi diye kısacık bir mesaj göndermemişlerdi ama interneti “canavar” gibi kullanıyorlardı. Ertesi gün mesaj kutumda iki üç “beğendim” mesajı bulmuştum da sevinmiş, umutlanmıştım. Benzer durumlarla mezun olduğum okulda da karşılaşıyorum. Ne zaman öğrencilerle bir araya gelsek onlar aynı ezberi tekrarlarlar ve tek sorunları “staj yeri” bulmaktır. Örneğin staj sistemi ile ilgili değişiklik önerisi getirmezler.  Ayrıca elleri altında tüm dünya ile konuşabilecekleri bir internet var. Dünya çok büyük, öğrenciler dünyanın dilini(İngilizce) biliyor ama ‘google’dan buldukları şirketlere onlarca mesaj atıp dünyayı kendilerinin var olduğundan haberdar edemiyorlar.Üniversite gençliğinin çoğunluğu küfür yazabildiği kadar adam gibi mesaj yazamıyor. (Amerika’da eğitim gören kızım bir staj yeri için binin üstünde mesaj attığını söylemişti.) Benim söylemimden yakınan bir tiyatro öğrencisinin meramını anlatacak mektubu yazamadığını, mantıklı bir sıra kuramadığını gördüm. Öte yandan öğrencilerin öz geçmiş yazamadıklarını da biliyorum. Üniversite tiyatro toplulukları birinin peşine takılıp imza kampanyaları yapıyor ama sonuç yok.  İçlerindeki  EN “cin”ler bile kendini pazarlamaktan aciz. Onları bu hâle getiren sistem ama sistemi yapan da insan. 

Ödül töreninde üniversitenin rektörü bir konuşma yapmış. Demek ki o da öğrenci faaliyetinin içinde, arkasında, yanında (her neyse). Öğrenciler sonuçları getirip rektöre göstermişlerdir değil mi?  Ama rektör “tiyatro” seçilen iki “EN”in tiyatro olmadığını bilmiyormuş demek ki. Diyeceksiniz ki öğrenci oylamasına karşı çıksa bir olay çıkmasa başka bir olay. Yapması gereken ne? Başlangıçta durumun “etik” ve “adil” yürümesini sağlayacak tedbirleri almak. Zira üniversite her konunun “öğretildiği” yer. Dış dünya ile ilişkiler de eğitimin bir parçası. Öğrencilere yol göstermek öğretmenlerin görevi ve sorumluluğu. Zira bunun yapılmadığı belli olan üniversitenin rektörü  “tiyatro bilmez  üniversite”nin rektörü durumuna düştü.  "Yılın yıldızları töreni, gençlerin dünyaya, toplumsal yaşama, insanlığa ilişkin bakışlarının, değerlerinin ve düşüncelerinin nasıl biçimlendiğine dair önemli ipuçları vermektedir. Daha da önemlisi üniversite gençliğinin sanattan spora, basından iş hayatına kadar her alanda ülkenin sıcak gündemine ne kadar hâkim olduğunu göstermektedir." şeklindeki konuşma da anlamsız hâle geldi. Yoksa ortaya çıkan bu “tiyatro cahilliğinden” memnun mu rektör?  Memnun değilse, seçim organizasyonu için koordinasyon yapılmasını temin etmeli.  Tiyatro dalında da ödüllendirme yapılan kendi okulunun töreninde konuştuğuna göre rektör, okulundaki (çok da iyi olan) tiyatro topluluğunu da gerektiği gibi onurlandırmalı, onlara gereken olanakları ve onların diğer uzman kulüpler ile birlikte seçim organizasyonda yer almalarını sağlamalı.     

Gelelim “tiyatro” dalında ödül alanlara. Ödül kurumu ülkemizde karmakarışıktır. Profesyoneller bile beceremiyor. Herkes ödül aldığını duyunca koştura koştura gidiyor. Ödülü kimin verdiğinin; her dalda kimlerin aday gösterildiğinin; oylamanın nasıl yapıldığının hiç önemi yok. “Ödül” olsun yetiyor. Bir “ödül sarhoşluğu” içine giriliyor. “Kendini bilme” de yok. Kimse kendine sormuyor “bu ödülü hak ettim mi?” diye.  Bu bir “show” dünyası.  Ama üniversite ile ilgili bir şey söz konusu ise toplumun, öğrencilere neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösterme, anlatma sorumluluğu var, özellikle de sanatçıların. “Susmamanız gereken , direnmeniz gereken nokta” burası.  Oynadığı “tv dizisi”ni tiyatro dalında ödüllendirmiş üniversiteye kendisini davet ettiklerinde bu ödülü hak etmediğini, seçimin yanlış olduğunu oyuncunun anlatmasını ve ödülü reddetmesini  beklerim. Oysa ödül alan,ellerine ödül plaketlerini alarak sevinçli “show” fotoğrafları vermeyi tercih ediyor.(İşin garibi bana “yaşlı adamsın gençlere örnek olsana” diyor sanki kendisi gençlere örnek olmayı biliyormuş gibi. Salkım ve talkın meselesi.) Profesyonel, amatör, akademik, magazinsel, kimse doğru yapma cesareti gösteremiyor.  Neden mi?

Bilinçsiz olanları dışarıda bırakarak iyiniyetli bakayım konuya. Bence olay kişisel “ödül alma” heyecanı ile başlıyor. İkincisi bir anda “ait olma” durumuna gelinen “ödüllüler cemaati”nden kopamama durumundan kaynaklanıyor. Koparsa sanki diğerlerine ayıp olacakmış gibi düşünüyor, sürüden ayrılmama meselesi yâni.  Rol aldığı topluluk, dizi, film yapımcısına karşı bir sorumluluğu hatta görevi olduğunu zannediyor ya da onu gerçekten zorluyorlar.Magazinsel olarak düşünüyor ve  “reklâmın iyisi kötüsü olmaz” diye hareket ediyor.  Jüriyi kızdırmamak istiyor.  Toplumu karşısına almak istemiyor. Yalandan seviniyor, “yağ bal” demeçler veriyor.  “Ses çıkartan her yerde”  VAR olmak gerekir ona göre.  Yapmazsa bir daha rol vermezler, “öteki” oluverir alimallah! Böylelikle “var olma” da yüzyılımızdaki anlamına(!) kavuşuyor. Yok ama VAR! HERKES KENDİNDEN YANA! Oysa karşılığında kazanılması gereken gençler kaybediliyor, hatta kışkırtılmış oluyor. Kötü örnek , örnek oluyor. Bir delilik hâli toplumu sarıyor.

Tüm gerekçeler, yaptığını haklı görme ile sonuçlanıyor, “Yaptım ama niye yaptım bir sor bakalım”. Yüzyılımızın son “trend”i “topic”, TT.. “TT olursam yırttım”, “TT olursa sesimiz duyulur” vs vs.. Yani “TIK’la kazan”.. Onun da güvenirliği çoook kuşkulu.  TT, “Tanrı Tık” olmuş. (Benim Yaratan’ım ALLAH'tır. Tanrı örneğin Doğu dinlerinde binlerce olandır) Tanrı’sı TIK olanların vicdanı susar. Vicdan susunca seçimler de… Neyse… Tiyatroda kalayım..

Melih Anık


Not:
Bu yazıyı yazıp yayımladıktan sonra Düzce Üniversitesi'nin Medya Ödülleri ile ilgili sayfasını paylaşıp "Bak böylesi de var" diye bir "twit" yazdım. Yönetmen Ragıp Yavuz "HAKLISINIZ, HALK TV HİÇBİR ALANDA, HİÇBİR "ŞEY"İN ADAYI DEĞİL... EVET, BÖYLE DE YAPILABİLİYOR... YAŞASIN PENGUENLER..." "twit"ini yazarak cevap verdi. Ben de ona "Siz de haklısınız .Bu çok önemli uyarınızla YTÜ Yıldız ödülü ile ilgili dar alandaki tartışmaya yeni bir ufuk getirmenizi ve katkınızı dilerim." "twit"ini yazdım.

Düzce Üniversitesi'nin Medya ödülleri sayfasını paylaşmamın nedeni anketi açıkça yayımlamış ve seçtiklerini açıkça göstermiş olmalarıydı. İçeriği ile çok ilgilenmemiştim. Ragıp Yavuz'un uyarısı yerindeydi. Düzce Üniversiteli gençler de sınırlarını aşamamışlar, Medya ödüllerini "magazin"leştirmişlerdi. Aynı durum YTÜ Yıldızlar ödüllerinin sonuçlarından da yansıyordu. (Onların seçeneklerini görme imkanım olmadı.) Üniversitelerdeki bu durum benim yazımın içinde dokunmaya çalıştığım hususları daha da pekiştiriyordu. Ragıp Yavuz'un uyarısını dikkate alarak yazının sonuna eklemeyi gerekli ve doğru buldum. 

Öte yandan YTÜ ile ilgili dar alanda kalmış ve kısa sürede unutulacak tartışmada madem uyarılar yapabiliyor, Ragıp Yavuz'un da bir şeyler söylemesini beklerdim.

Ragıp Yavuz önce "Takip edemedim Affola" dedi. Ben ona Ali Sunal2ın iki elinde ödül fotoğrafı ile özet verdim: "Özet: YTÜ 2013 Ödülleri- "Güldür Güldür" EN İYİ TİYATRO OYUNU; Ali Sunal EN İYİ ERKEK TİYATRO OYUNCUSU Güldür Güldür" Ragıp Yavuz "Bu topa asla girmeyeceğim" diye cevapladı. 

Düzce Üniversitesi ile ilgili "top" sanırım ona daha uygun geldi. Oysa konu aynı.. Üniversitenin magazinleşmesi. Ama YTÜ olayında Ragıp Yavuz'un "topa girmeme" nedeni somut bir isim, dizi ve "dizi piyasası" olmasın? Bence "girmeme nedenini" kendi anlatsa iyi olur. Zira o zaman neden girmediği üzerine ben düşünmeye paylayacağım.





1 yorum:

  1. Kendisi olamamış ve olmak istemeyenler, Melih Anık'a da küfrediyorlar!

    "Ülkemizde her yıl dünyaya gelen 1,5 milyon bebekten 16 bininin kalp karıncığı ya da kulakçığında delik bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Nazan Özbarlas, bu deliğin kendiliğinden kapanmasını beklemenin çocuğun yaşamına mal olabileceğini belirtti."
    (Kaynak: www.saglikveguzellik.net/bebeklerde-delik-kalbin-kendiliginden-kapanmasini-beklemeyin.html)

    ***

    Kalbi delik olarak doğmuş Türkiye tiyatrosu, kuvözde büyütülmüştür... Türkiye tiyatrosu, kendi öz gücüne değil, Andre Antoine adlı Fransız'la Carl Ebert adlı Alman'a kurdurulmuştur. Yerli dinamik yerine, yabancı dinamiğe hayran olmayı seven entelektüellerimiz, kendi içinden çıkan özgür sesleri boğmak için ellerindeki İngiliz ipiyle dolaşabilmektedirler.

    Gürbüz bir insan olarak değil, kalbi delik bir sakat olarak doğan Türkiye tiyatrosuna dışarıdan müdahale edildiğinde çok hoşa gitmekte, içeriden müdahale edildiğinde gelsin KÜFÜR, gitsin "LİNÇ KAMPANYASI" .

    Kalbi delik olarak yaşamaya yazgılanmış Türkiye tiyatrosuna müdahale etmek isteyenler kalbi delik olarak yaşamayı namus sayan kişi, kuruluş, kurumlar tarafından "LİNÇ" edilmek isteniyorlar!... Mehmet Esatoğlu ve Melih Anık'a yapılanlar, ne kadar silinmek istenirse istensin, sağlam belleklerdeki tazeliğini koruyor... Bulunmaz ve Büktel'e karşı üretilmiş "LİNÇ KAMPANYALARI" serilerini unutmak zâten mümkün değil!

    Sıraladığım basit gözlemler ışığında düşündüğümüzde ülkemizin kendi tiyatrosunu oluşturabilmek adına kollarını, paçalarını sıvayan insanlara omuz vermek gerekir! Bu insanlardan biri de, Melih Anık'tır... Ülkemiz tiyatrosunun kendine gelip, kendisi olabilmesi için, öncelikle "tiyatro düşünürü" olarak nitelenebilecek kişilere ihtiyaç var... İşbu kişilerden biri Melih Anık olduğuna göre ona edilen "küfürler"i kendimize edilmiş gibi sayıp, kendi namusumuzdan daha çok önem verdiğimiz tiyatronun namusunu korumak için, Melih Anık'ın kavgasını da sahiplenmeliyiz...

    Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz

    YanıtlaSil