Mimesis’in editör yazarlarından biri olan Fırat Güllü “DirenTiyatro
ve Sanat Alanında Koordinatörizm Sevdası” başlıklı bir yazı yazmış ve
Sanatçılar Girişimi’nin BGST’yi dışlaması üzerine teşhis ve tespitler yapmış.
Fırat Güllü yazısına Gezi olayları ile ilgili bir saptama
ile başlamış: ”Gezi, yaşam tarzına
yapılan müdahalelerden bunalan seküler kesimin bir patlaması mıydı, yoksa yeni
bir direniş geleneğinin habercisi mi?” Gezi’yi ya o ya bu gibi bir tercih
arasına koymak bence olaya sığ bir bakış . Kaldı ki Fırat Güllü’nün “ya o ya
bu” dediği iki şey birbirinin karşısına konulacak iki ayrı şey değil. Ben
olayın daha da karışık ve karmaşık bir sosyal olay olduğuna inanmakla beraber
Fırat Güllü’nün cümlesini şöyle kurmasının daha doğru olacağını düşünüyorum: “Gezi, yaşam tarzına yapılan müdahalelerden
bunalan seküler kesimin, yeni bir direniş geleneğinin habercisi olabilecek bir patlaması mı?” Ama bana daha
da garip gelen, ”seküler” bir tabanı
hatırlatmak ki BGST’nin bildirisinde de bu, “seküler tiyatro” olarak yansıyor.
Hiç katılmadığım bir görüş.
Fırat Güllü’nün “tarih
tekerrürden ibarettir” saptamasına ise ben “tiyatronun yıllardır yaptığı patinaj” demek istiyorum. Zira “tekerrür”de azıcık olsa öğrenme umudu
vardır oysa tiyatro tekrar ede ede hiçbir şey öğrenmiyor. Güllü, “İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu’nun
on yıl boyunca aktif bir öznesi olduğunu”
söylemiş. Bilirsiniz, “özne” fiilin kimin tarafından yapıldığını belirtir. Bir
platformun öznesi ne demek,kendimi zorladığım bir isim tamlaması oldu. Kaldı ki
“platform” kendi başına söze gelir bir “fiil”
olamadı ki öznesi olsun. Önce “girişim” oldu arkasından da TTB’ye katıldı.
Fırat Güllü şunu biliyordur sanırım, tiyatro “öznesiz cümleleri” pek sever, bence platformun da öznesi yoktu
zaten. Şu kesin ki Fırat Güllü’nün anlattıklarından da anlaşılacağı gibi platform,
girişim, birlik vb adı ne olursa olsun hep bir tedirginlik hâli sürdü gitti.
İlke, öneri, üslup, temsiliyet, yaklaşım, önderlik, üretme, ayrıştırıcı saptama,
yıllardır(benim üniversite yıllarımdan beri) masaya konan ama bir türlü
pişirilemeyen bir yemeğin malzemesi olarak kalmakta; yemek hiçbir zaman ortaya
çıkamamaktadır. Herkesin aklından kendi sevdiği yemek geçmekte, pek çok yemek
tarifi yapılmakta, alternatif yemek tarifleri uçuşmakta ama bir türlü yemek
yapılamamakta. Böyle bir duruma isim koymak için teorisyenler her zaman vardır
ve yemeğin neden yapılamadığını gayet
güzel anlatırlar. Çarpıcı(?) tespitler,
analizler yapılır, durum mercek altına alınır. Kelimeler arasına Rus Devrimi,
Bolşevik modeli, Lenin, Luxemburg, merkez komite, örgütlenme, kolektif yönetim,
ekoloji, koordinatörizm vb sıkıştırılır ama bunlar, sonucun değişmesine yetmez.
Zira sonuç “kim baş olacak”tır. Yani bir anlamda “post kavgası”..
Engin Alkan’ın elinden çıkmış Vişne Bahçesi’nin Trofimov’u
ise yazıyı okuyanlarda bir merak uyandırır belki ama “zihin açacağını” hiç
sanmıyorum.
Güllü’nün yazısından da
bir şey çıkacağını sanmıyorum. (Zaten kaç kişi yazı okuyor ki.) Zira yazı, tiyatronun neden YAPAMAYACAĞINI
gösteriyor ve bence itiraf gibi, eğer günah çıkarma değilse.
Melih Anık
Fırat Güllü’nün yazısının orijinaline ulaşmak için:
Molière'le Shakespeare parantezine tutsak olmuş tiyatroda yalın bir ses
YanıtlaSilTiyatroyu estetik bir iş ve toplumsal bir bilinç düzlemi olarak gördüğüm için, kişisel tatmin duygusunun terkisine yapışmış kişilerin bu tiyatroya bulaşmamasını tavsiye ederim... Tiyatro sanatı, kişisel hırslar ve parasal cambazlıklarla yapılacak bir eylem olmadığı için bu işi yalnız matematik yardımıyla çözemeyiz. Bu işin yücelip lâyık olduğu kata çıkabilmesi için, tiyatro düşünürlerine ihtiyaç var! Tiyatro muhtaç olduğu düşünürlülük işine kavuşmuş durumda. Melih Anık, soluğunu ayarlayabilir de kuram oluşturma eylemini ateşe atıp yakmazsa iyi bir düşünür olarak tarihteki yerini alır. Bâzen duraksayıp tereddüt etmiş olsa da Melih Anık'ın inatçı karakteri, Türkiye tiyatrosuna kuramsal bir kazanım olarak yazılacak!...
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz