Sabahattin Eyuboğlu anlatmış:
“Fakir bir köylü eşeğini önüne katmış yürüyormuş bozkırda.
Eşeğin sırtındaki koca heğbe bir garip biçimde yüklüymüş: Bir yanı buğday
doluymuş, bir yanı taş. Yolda ak sakallı, derviş kılıklı bir adama rastlamış
köylü. Birlikte hoş beş edip yürürken bu adam köylüye: Eşeğin bir yanına ne diye
taş yükledin? diye sormuş. Buğday bir yana tartmasın diye, demiş köylü. Adam
taşları attırmış, buğdayın yarısını heğbenin öbür gözüne boşalttırmış. Yük
böylelikle azalınca köylüyü de eşeğe bindirmiş. Köylünün aklı yatmış be işe, dualar
etmiş adama, ardından sormuş: Sende bu
akıl varken ne diye yaya gezersin dağda bayırda? Malın mülkün atın deven yok mu
senin? Yok demiş adam. Şehirde beyler yanında niye iş tutmazsın? diye sormuş
köylü. Beni işe yaramaz diye şehirden kovdular demiş adam. Bunun üzerine köylü
eşekten inmiş, buğdayı yine heğbenin bir gözüne doldurup öbür yana taş yüklemiş
eskisi gibi ve eşeğine deh deyip uzaklaşmış adamdan”
“Para kazandırmayan bilgiye akılları yatsa bile kuşkuyla
bakarlar”. (Eski kafalı) “Çıkarcı eğitim aklı böylesine yaya bırakır ve gelenek
yürür gider yoluna” diyor Sabahattin Eyuboğlu.
Köy Enstitüleri işte bu eğitim, öğretime karşıymış.
Melih Anık
Kitap:
“Köy Enstitüleri
Üzerine" - Sabahattin Eyuboğlu- Cem Yayınevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder