19.İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında düzenlenen Kuram
Atölyesi-Tiyatro Eleştirisi’nin ilk toplantısına (17 Mayıs 2014) ait notlar 23
Mayıs 2014 saat 18:21’de yayımlanmış. İkinci toplantı 24 Mayıs 2014 saat 15’de.
Atölye yürütücülerinden Özlem Hemiş ve Ata Ünal ikinci toplantıda farklı bir
konunun tartışılacağını(“Yurt içi ve dışı eleştiri karşılaştırması”) ikinci
toplantıya katılanlar birinci toplantının notlarını okuyacakları için
tekrarların olmayacağını söylemişlerdi.
İkinci toplantının konusu, toplantı sabahına karşı hiçbir yerde
duyurulmadı, birinci toplantının notları kaç kişiye ulaştı bilmiyorum.(Birinci
toplantının katılımcılarından biri olan bana bile ulaşmadı. Ben kendi
gayretimle takip ediyorum.) Birinci toplantı notlarında gene “hocalara saygı”
zihniyeti devam ediyor. Sanki dört hoca konuşmuş diğer 50’ye yakın kişi de ders
dinlemiş gibi bir hava var. Toplantının katılımcılarının listesi yok,
yürütücülerin kendilerine göre özetledikleri düşüncelerin sahibi belli değil.
Hocalar dışındakiler “denek figüran” yerine konulmuşlar. Akademik olmaya
çalışan bir toplantının akademik olmayı bırakın, toplantı notlarını sunuşları,
sıradan şirket “MOM”(toplantı tutanak)larından bile geride. Akademisyenlerin bu “rahle anlayışı” da üzüntü
verici, hem de eleştiri konusunda. Kuram Atölyesi’nden bir şey çıkmayacağını
anladığım için ikinci toplantıya katılıp zamanımı harcamak istemedim. Ama öte
yandan o toplantıda “biz moderatör
değiliz” deyip de moderatörlük yapanlarca mikrofon verilmediği için
söyleyemediklerimi, bu yazı kapsamında paylaşmak istedim.
Tiyatro eleştirisi edebiyat eleştirisinden farklı. Zira salt
metin değil, o metinin sahne üzerindeki hâli eleştirinin konusu. Yazar ile
yönetmenin aynı olması ile yazar ile yönetmenin ayrı olması hâlleri bile
eleştirinin niteliğini belirliyor. Esas olan yazılı metin değil o metnin nasıl “okunduğu”, sahneye nasıl aktarıldığı. Bu aktarmada pek çok unsur işin içine
giriyor. Reji, mizansen, dramaturji, oyunculuk, dekor, ışık, ses, müzik, video,
aksesuar, sahne, olanaklar vs. Her bir unsurla ilgili profesyonellik düzeyi
eleştiriye tesir ediyor. Ülkedeki kültür ve sanata verilen değer, sanatın durumu
gibi hususların da eleştiride ağırlıklı
payı var. Daha da ileri giderek etik anlayış, sendikalaşma, dernekleşme, tiyatrocunun
toplumdaki sosyal standardı, güvencesi, sosyal sınıflar ve aralarındaki ilişki,
eğitimin düzeyi, gelenekselleşmiş alışkanlıklar tiyatro camiasında ilişkileri ve dolaylı
olarak eleştiriyi de etkiliyor. Eleştiri tüm bu hususlardan bağımsız değil. Elbette
dünya tiyatrosunun aldığı yol, ülke tiyatrosunun ona eklemlenmesini de dikkate
almak zorundayız. Tiyatroyu sadece ülkemizde değil dünyada da mümkün kılan
finansal koşulların da eleştiri ile ilgisi var. Kültür ve sanat sorunlarını
çözememiş bizim gibi ülkelerde yönetici gücün(bilerek iktidar demiyorum zira
ülkenin sanat politikası yoksa yönetici güçler ortaya çıkıyor) oynadığı rol,
özgürlüklerin sınırı, engellemeler eleştiriyi de kontrolü altına alıyor.
Bu nedenle eleştiri o ülkeyi yansıtan en önemli
göstergelerden biri.
Yukarıdaki satır başları nedeniyle eleştiride kavram, kural,
kuram arayışları yararlı ama yeterli değil hatta çoğu kez lüks gibi kalıyor. (Meleklerin
cinsiyetini tartışmak gibi) Temel meselelerini çözememiş, seyretme kültürü
yerleşmemiş, oyuncu sayısının seyirci sayısından çok olduğu ülkemizde kuram
arayışları bilinenlerin tekrarından öteye gidemiyor. Zira bu tartışmalar kuramı
anlamaktan(yakalamaktan) yol göstermekten uzak.Mevcut kuramları ezberine
alanların ki onların da ne kadar bildikleri kuşkulu ortada Abdurrahman Çelebi
gibi dolaşmalarına neden oluyor. Bir ülkede tercüme ettiği kuram kitabını(Brecht-
“Organon”) yıllar sonra yanlışlayan akademisyen bizde var. Kuramları bile
kendimize göre (kendimize benzetip) anlayıp yorumlamak bize mahsus.
Türkiye’de eleştiri dost işi övgü yazılarına dönüşmüş. Oysa
amaç takdir etmek(değerini biçmek anlamında), anlamak ve açıklamak olmalı.
Takdir ederseniz ki tüm bunların nesnelliği tartışmalı. Eleştirinin dünyasının
sınırlarına bağlı hususlar. Eleştirmenden akılcı, âdil, sanatsal,saygıdeğer
yargılama gücü beklenir. Eleştirdiği işin özelliklerini ve ilişkilerini de
bilmesi gerekir. Ayrıca, yazan da yaza yaza öğreniyor. Zira yazmak insana kendi
eksikliğini de fark ettiren bir süreç. Bu nedenle çok kişinin yazması desteklenmelidir.
Zaman içinde ortaya konan yeni bilimsel çalışmalar da tiyatro eleştirisinde bakışı,anlayışı değiştirdi. Bu sadece edebî
konularda değil toplumsal bilimlerde de ortaya çıktı. Görme biçimleri, gösterge
bilimi, çoklu metin okumaları, metinler arası ilişkiler, toplumsal eylemlerin
değerlendirilmesi, eleştiri dalında da karşımıza çıktı. Eskiden gösteren ve gösterilenden yola
çıkılarak ideolojiye varılır, oradan da tarihsel tezler üretilerek eleştiri
biçimlenirdi. Bir sanat eserini kendi sanatsal diline bağlandığı ölçüde
aydınlatıcı olması, türün nesnel belleğine olan güven zamanla özellikle post
modernizm ile birlikte yeniden yargılanmaya başlandı. Eleştirinin sanat
yapıtının bilgisi olması, onun tamamlayıcısı olması hususu yeni yeni fark
edilmeye başlandı. “Yapıcı eleştirici” kavramı bir olumlama olarak ortaya
atıldı. (Sanki yapıcı olmayan eleştiri varmış gibi) Bu bir suçlama olarak hâlâ
kullanılıyor. Eleştiri "ne olsun diye" yazılmaz. Yıkıcı olmak da eleştiriye
dahildir.
Kuram Atölyesi’ni açan yürütücü Ata Ünal, “Akademik olanın
dışında katılım” ile söze girdi. Bu bilinç altını ortaya koyuyor.
Akademisyenlerin kendilerine özel bir yer tahsis etme merakından kaynaklanıyor
diye düşünüyorum. Tiyatro seyirci için yapılan bir sanat. Tiyatro eleştirisinin
de öncelikle ona yönelik olması gerekir. Bu nedenle tiyatro eleştirisinde akademik
olan olmayan ayrımın temelleri yoktur. Tiyatro eleştirisi seslendiği alana ait
dili kullanmak onun alımlamasına ulaşmak zorundadır. Bu basit olmak demek
değildir. Zor olanı anlaşılır bir dille anlatmak demektir.
Eleştirmenlik ve dramaturji bir tiyatro bölümü olmasından
dolayı birlikte yapılan işlermiş gibi anlaşılıyor. Eleştirmenlik için
dramaturji bilgisi elbetteki önemlidir ama bir dramaturgun eleştiri yazması şart
değildir. Dramaturg sanatın içindendir eleştiri dışından. Dramaturg yönetmenin
karşısında olmak zorundadır. Yönetmen karşısında dramaturg, metnin(yazarın) yanındadır.
Bizde sahnelenen oyunlarda dramaturg ismen olsa da cismen ya yoktur ya da
yönetmen yardımcısı olarak çalışmaktadır. Eleştiri yazabilen dramaturg da bir
gün yanında çalışır kuşkusu ile özgürce yönetmeni eleştirememektedir.
Gençlerden beklediğim şey şudur: Kendilerini heyecanlandıran
konuya tutku ile bağlanmaları ve onu kuramların esiri olmadan yapmalarıdır. Gençler, engelleri
değil hedefine varmayı düşünmelidir. Ancak böylelikle tiyatro kendi meyvalarını
verebilir, uluslararası olabilir.(Kuram doğabilir.)
Toplantıda dikkatimi çeken bir hususa değinmeden
geçemeyeceğim. Bir hoca geçmişte başladığı bir çalışmasından bahsederken
muhafazakâr kesime ait bir takım kitaplardan bahsetti. Bahsediş dilini ve de
toplantıya katılanların onu onaylayan gülüşmelerini beğenmedim. Tiyatrocu,
inançlı kişilerle, inancın ticaretini yapanları ayırt etmek zorundadır. Türk
toplumunda inançlar çok önemlidir. Tiyatrocu o inançları iyi bilmeli, saygı
göstermeli ama kendi inandıklarının peşinde dünyayı değiştirmek için
çalışmalıdır.
Genellikle eskiye olan özlem hepimizde vardır. Eski
eleştirmenlerden bahsederken de aynı duyguya kapılırız. Ama unutulmasın ki o
dönemlerde onlar da gençti ve arıyorlardı. Şimdi eleştirinin mahiyeti ve şekli
değişmiştir. Gelişen sosyal medya araçları ile anında eleştiriler ortaya
konulmakta ve yayılmaktadır. Tiyatro eleştirmeni de bunların bilincinde olarak
yazılarını yazmalıdır.
Maalesef medyada tiyatro eleştirisi için yeterli alan yok.
Tiyatroya ödül vermeyi iş edinen Tiyatro
Eleştirmenleri Birliği Derneği, sorumlulukların ve görevlerinin bilincinde değildir. Tiyatro eleştirisinin
yaygınlaşması, dünyamızda daha çok yer edinmesi için genç eleştirmenlerin
desteklenmesi, aranıp bulunması, ortaya çıkarılması gerekir. Eleştiri hakkının savunulması,
intihal yapan, mütalâa yazan, abuk sabuk çıkışlar yapan, uluslar arası
ilişkilerde kişiselleştirmiş keyfi ve prestiji öne çıkaran, ödül korkusu
yaratan bir anlayışla, mümkün değildir.
Tiyatro Eleştirmenler Birliği Derneği, geçmiş eleştirmenleri saygıyla anacak fırsatlar
yaratmalı ve Genç Eleştirmen Ödülü vermelidir. (TEB üyeleri jüri üyesi oldukları
tiyatro ödüllerinde çınar bir eleştirmen adına ödül koymayı bile akıllarına
getirmiyor. Ödül deyince sadece kendilerini düşünüyor.) Balık baştan kokar sözü
TEB için geçerlidir. Tiyatro eleştirisi de TEB nedeniyle kokmaktadır.
Masamın karşısında duran ve yazılarımı yazarken gözümün
önünden ayırmadığım iki kağıt var.
Birinin üstünde şu yazılı:
Gördüğünü,
düşündüğünü söyle
Tepkini dile getir
Samimi ol
Teorilere aldırma, kendi
teorini yarat
İyi olanı öv kötü
olanı cesaretle yer
Sorgula
At aklını Kullan
Diğerinde ise şu yazılı:
“Sahnedeki oyun, hayatı fark etmemizi sağlıyor, hayatı daha iyi okumamıza yardım ediyor,hayat
ilişkin pratik yaptırıyor mu? TİYATRO NİYE VAR? (J.Wood’dan esinlenerek)”
Melih Anık
Eleştirmenlerin tiyatro üstünlüğünü örttüğü günlerde Melih Anık gerçeği
YanıtlaSilTüm deneyimlerime dayanarak söylüyorum ki Türkiye tiyatrosu ithalat anlayışıyla yönetiliyor!... Özgün olana yabancılaşmış kişilerin Almanya, Fransa, İngiltere'den ithal ettiği saçmalıklar üzerine inşa edilen Türkiye tiyatrosu, emekçi halkın, sosyal devletin, tüyü bitmemiş yetimin çıkarı için değil, tiyatroya musallat olan tartışılır kişilerin çıkarı için çalışıyor...
Renkli yaşamın canlı kanlı göbeğinde değil; "isli, paslı, pisli, puslu, sisli" kuvözde kımıltısız durup, bulanık gözlerle bizi süzen Türkiye tiyatrosu, gerçek anlamda yaşayamıyor... Tiyatrocuların, İnternet dünyasına iltica edip, sanal âlem tutkunu olmaları benim görüşümü kuvvetlendiriyor...
Geniş anlatılacak bir konu bolluğu olan tiyatro eleştirmenliği, bağımsız ve özgür bir yazı konusu olmak yerine, Anık'ın "Dokunuş"una küçük bir kaz tüyü fiskesi olarak eklemleneceği için, kısa kesmek istiyorum!...
Melih Anık'ın yukarıda okuduğunuz ve/ya bir başka yazı demeti için de klavye şakırdatmak yerine, Anık'ın "tiyatro namusuna olan tutku"sunu vurgulamayı düşünüyorum... Zaman zaman kısa dönemli bâzı çelişkiler yaşamış olsak bile çıkar gözetmeyen bir yazar olması nedeniyle, Anık'ın tiyatro anlayışına yakın bir yerde duruyorum! Aynı zamanda bir tiyatro eylemcisi olduğum için, sözlerimin tam kaç ayar altına tekabül ettiğinin bilincindeyim. Anık, her ne kadar Shakespeare ve "evrensel tiyatro" anlayışını kapsayan tiyatro genişliğine sahip olsa bile, bize özgü, özgün, özgür tiyatro oluşumu için engebeli tiyatro patikasını genişletmek için büyük bir çaba harcıyor. Tiyatro sanatından maddî anlamda zerre kadar çıkar gözetemeyen Anık'ın aldığı solukların sayısını, düşüncelerini inşa ettiği beyninin kıvrımlarını algılayabilecek bir sezgi gücüne sahibim. Ne var ki, dâvâlarım, ülke dışına çıkışlarım, tiyatro dünyasındaki "egolar" egemenliğiyle cebelleştiğim için Anık'ın hakkını Anık'a vermek çok zor!
Buradaki "okur yorumu" bölümünde bile bir iki ateş böceği kıvılcımı çakmak Anık'ın daha derin yazılar yazmasına neden olur kanısındayım.
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz