19 Mayıs 2014 Pazartesi

19.İstanbul Tiyatro Festivali “Kuram Atölyesi”nin Düzeni (İKSV)

İKSV’den ismime bir davet geldi.
Sayın Melih Anık,
 İKSV 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında düzenlenecek Kuram Atölyesi’nde, bu kez tiyatro eleştirisini ele alıyoruz. 17 ve 24 Mayıs Cumartesi günleri saat 14:00-17:00 arası Salon İKSV’de eleştirinin işlevini birlikte yeniden düşünmek için sizi atölyemize katılmaya, görüşlerinizi paylaşıp katkıda bulunmaya davet ediyoruz. Mekân kapasitesi sınırlı olduğundan, lütfen katılımınızı rezervasyon@iksv.org adresine bir e-posta göndererek bildiriniz.”

Ben de gereğini yaptım, 17 Mayıs 2014 tarihinde katılacağımı bildirdim.
Gelen cevap şu:
Merhaba,
Bu etkinlik için rezervasyon listesi dolmuştur. Rezervasyon iptali gerçekleştiği ve ya yeni kontenjan açıldığı takdirde rezervasyon sırasına uygun olarak listeye alınacaksınız. Bu durumda bilgilendirme mail’i ile bilgilendirileceksiniz.
 Mustafa Deniz ERK
İSTANBUL KÜLTÜR SANAT VAKFI”
Ben de Görgün Taner’e “cc” yaparak cevap yazdım:
“Sayın Mustafa Deniz ERK
Beni ismen davet ettiniz. Şimdi doluyuz diyorsunuz.
Bence ayıp ediyorsunuz.
Saygılarımla.
Melih Anık”

İKSV üst yönetimi devreye girdi katıldım.

Takdiri size bırakıyorum. Ama sonradan katılmasa mıydım diye düşündüm. Zira…

İKSV Salon’da bir bölümde iki sıralı daire şeklinde bir oturma düzeni kurulmuştu. Bir de o düzeni “seyreden” koltuklar vardı. Ben tanıdık yüzleri görüp yuvarlak düzenin ilk sırasında oturdum. Meğerse orası protokol gibiymiş sonradan anladım. Yuvarlak oturma düzenini seyreden koltuklar öğrencilere kaldı. Toplantı salonu üniversite anfi düzenine döndü. Toplantı ilerledikçe toplantıya katılımın  İÜ Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nün eski ve yeni hocaları, onların eski ve yeni öğrencileri ve Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Derneği’nin “ağır topları”ndan  oluştuğunu gördüm. Zaten eski Hocalar TEB’in de üyesi idi.  Yürütücülerin de akademisyen olduklarını düşünürseniz ortam tam bir “saygılar hocam” hâline dönüştü. Toplantıya, çok sayılabilecek kadar, 50 kişi civarında katılım vardı ama boş koltuklar da kaldı.   

Atölye yürütücüleri Ata Ünal, Ayşe Draz, Özlem Hemiş. Ben yüz olarak kendilerini tanımıyorum. Onlar da kendilerini tanıtmadılar. Hitaplardan, kimin Ata kimin Özlem olduğunu çıkardım. Onlar “tanınır” olduklarından emin. Zaten salon sınıf gibi. Yürütücülerin her katılımcı ile tanışıp, konuşması nezaket gereğidir. (Bu da bir eleştiri.)

Kendilerinin moderatör olmadığını söyleyen “yürütücü”lerden Ata Ünal, toplantı düzenini anlattı. “Deneyimi ve temsil etme yeteneği” nedeniyle seçilen “açıcı konuşmacı” toplantıyı açacak. Onun 10 dakika konuşma hakkı var. Diğer konuşmacılar da en çok beşer dakika konuşacaklar. Dinamik bir toplantı olacak. Yanıt aranmıyor, amaç doğru sorular üretmek. Akademik olanın dışındaki katılım da değerlendirilecek.(Beni de kastediyor!) Sonradan toplantı tutanakları deşifre edilecek, konuşmacılardan onay alınacak, elektronik olarak paylaşılacak. İmkân olursa kitap hâline getirilecek. Ben “açıcı konuşmacı” bir kişi sanırken meğerse birden fazla imiş. Kerem Karaboğa’nın ifadesinden kendisinin de “açıcı” olarak çağrıldığını anladım. Demek ki  bazısı  “ara açıcı”…

“Açıcı konuşmacı” Zeynep Sayın, iyi bir giriş yaptı. Süresinin tamamını bile kullanmadan mikrofonu bıraktı ama diğer yürütücü(Özlem?), hocayı konuşturmakta kararlı(!) Hoca, gene konuyu kısa sürede toparladı ve mikrofonu bıraktı. Açıcı konuşmacıdan sonra konuşmak isteyen var mı sorusu karşılığını bulmayınca ben konuşmak istediğimi belirttim. Ata Ünal’ın gözlerindeki  “sen nereden çıktın” sorusuna rağmen mikrofonu “kaptım”. Sanırım Ata Ünal’ın şaşkınlığına geldi de mikrofonu verdi. Toplantının geri kalan kısmında da mikrofon kapma yarışı yaşadım. Toplantının ilk bölümü akademisyen yürütücülerin hocalarını konuşturma isteğinin bir sonucu olarak, hocalara pas atmakla geçti. Dikmen Gürün “Hoca” basmayı planladığı doktora tezini, Zehra İpşiroğlu “Hoca”  “Eleştirinin Eleştirisi” kitabını, Kerem Karaboğa “Hoca” da İÜ Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramatürji Bölümü’nün tarihini anlattı, biz de dinledik. 10 dakikalık süreler çok çok aşıldı. Ben yanımda oturan Ata Ünal’ı sessiz olarak ikaz ettim, onun canı sıkıldı ama bir şey yapmadı, yapamazdı da. Zira “hocaya saygı” önde geliyordu. Bizde eleştirinin neden olmayacağını bundan daha iyi ne gösterebilir ki? Kuram Atölyesi sonuca ulaştı bence(!) SAYGILAR HOCAM!

Çay arası verildi. Çıksam gitsem dedim içimden. O arada Ata Ünal ile konuştum ve ELEŞTİRİMİ dile getirdim, hoşlanmadı.  Toplantının üniversite anfisi hâline geldiğini, hocaların konuşmalarının ders verme biçimine dönüştüğünü, sürelere riayet edilmediğini, ayrıca da toplantının dağıldığını, amaçtan saptığını, toplantı başında “açıcı” konuşmacı yerine toplantıya katılanların toplantı akışını kararlaştırmaları gerektiğini söyledim. Öte yandan toplantının, kişilerin katkılarını almak yerine “toplamak” amacına yönelik devam ettiğini belirttim. Sanki birileri bizi denek olarak oraya çağırmış ve toplantılardan sonra ortaya çıkan resmin değerlendirmesini yapacaktı. Ata Ünal, bu işi kendilerinin çok yaptığını ve işi bildiklerini anlatmaya çalıştı. Performans ile ilgili toplantıda da benzerini  yaptıklarını söyledi. Eve dönünce Kuram Atölyesi’nin blog sayfasına baktım, sayfa 2010 yılında o toplantıda kalmıştı.

Aradaki uyarılarım işe yaramış olacak ki Ata Ünal ikinci yarıda seyircilere de konuşma hakkı verdi. Toplantının ikinci yarısı daha farklı katılımcıları dinleme olanağı bulduk.

Toplantı sonunda Özlem Hemiş(?) gelecek haftaki toplantıya katılıp katılmayacağımı sordu. Katılmayacağımı söyledim. Zira bu şekilde pehlivan tefrikası hâline gelecek toplantıların her birinde aynı elektrik sağlanmaz; toplantı tutanakları yayımlansa bile çoğu kişi okumaz; aynı kişiler katılmayacağı için tekrarların olması kaçınılmazdır. O da bana işi iyi bildiklerini öyle şeyler olmayacağını, gelecek toplantıda yurt dışı ile yurt içi eleştiri örneklerinin karşılaştırılacağını söyledi. İşte ben onun için orada olmamalıydım. Bu toplantıda bana dayanamayan o toplantıda hiç dayanamaz. Dünkü kadar terbiyeli de olmam.

İKSV’ye şöyle bir notum var: Ata Ünal’ın söylediğine göre onların İKSV ile ilgisi yokmuş onlar başka bir oluşummuş. 19.İstanbul Tiyatro Festivali’nin bir etkinliği olarak sunulan bir program ile ilgili olarak aranızda anlaşın lütfen. Kuram Atölyesi’nin 27 Mayıs 2014 toplantısının konusu sizin bildirdiğinize göre “Tiyatro Eleştirisi”.  Oysa Kuram Atölyesi oluşumu o toplantının başlığını “Yurt dışı ve yurt içi eleştirilerin karşılaştırması” olarak ve farklı konu başlıklarında devam edecek seri toplantılardan biri olarak saptadı.

Ben toplantıdan sonra şunu düşündüm: Öğrenci olacak yaşım çoktan geçti. Kitaplarından okuduklarımı, yazarların seslerinden bir daha dinlemek; “süslü” başlıklar altında tekrar etmek de zaman kaybı. Yürütücü/moderatör ile mikrofon kapışma yaşımı da geçtim. Hocalara saygım var ama onlar da buldukları her kürsüyü rahle hâline getirmeseler diyorum. Kuram Atölyesi bunu temin edebilirse eleştiri kuramının abc’sine bir giriş yapmış olur. O da bir kazançtır. Yapabilir mi?


Melih Anık

Not: Böyle toplantılarda yaka kartları olur. Bu eşitliği sağlar hiç değilse görüntüde..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder