İKSV’den ismime bir davet geldi.
“Sayın Melih Anık,
İKSV 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında
düzenlenecek Kuram Atölyesi’nde, bu kez tiyatro eleştirisini ele alıyoruz. 17
ve 24 Mayıs Cumartesi günleri saat 14:00-17:00 arası Salon İKSV’de eleştirinin
işlevini birlikte yeniden düşünmek için sizi atölyemize katılmaya,
görüşlerinizi paylaşıp katkıda bulunmaya davet ediyoruz. Mekân kapasitesi
sınırlı olduğundan, lütfen katılımınızı rezervasyon@iksv.org adresine bir
e-posta göndererek bildiriniz.”
Ben de gereğini yaptım, 17 Mayıs 2014 tarihinde katılacağımı
bildirdim.
“Merhaba,
Bu etkinlik için
rezervasyon listesi dolmuştur. Rezervasyon iptali gerçekleştiği ve ya yeni
kontenjan açıldığı takdirde rezervasyon sırasına uygun olarak listeye
alınacaksınız. Bu durumda bilgilendirme mail’i ile bilgilendirileceksiniz.
Mustafa Deniz ERK
İSTANBUL KÜLTÜR SANAT
VAKFI”
Ben de Görgün Taner’e “cc” yaparak cevap yazdım:
“Sayın Mustafa Deniz
ERK
Beni ismen davet
ettiniz. Şimdi doluyuz diyorsunuz.
Bence ayıp
ediyorsunuz.
Saygılarımla.
Melih Anık”
İKSV üst yönetimi devreye girdi katıldım.
Takdiri size bırakıyorum. Ama sonradan katılmasa mıydım diye
düşündüm. Zira…
İKSV Salon’da bir bölümde iki sıralı daire şeklinde bir
oturma düzeni kurulmuştu. Bir de o düzeni “seyreden” koltuklar vardı. Ben
tanıdık yüzleri görüp yuvarlak düzenin ilk sırasında oturdum. Meğerse orası
protokol gibiymiş sonradan anladım. Yuvarlak oturma düzenini seyreden koltuklar
öğrencilere kaldı. Toplantı salonu üniversite anfi düzenine döndü. Toplantı
ilerledikçe toplantıya katılımın İÜ
Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nün eski ve yeni hocaları, onların
eski ve yeni öğrencileri ve Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Derneği’nin “ağır
topları”ndan oluştuğunu gördüm. Zaten
eski Hocalar TEB’in de üyesi idi. Yürütücülerin
de akademisyen olduklarını düşünürseniz ortam tam bir “saygılar hocam” hâline
dönüştü. Toplantıya, çok sayılabilecek kadar, 50 kişi civarında katılım vardı
ama boş koltuklar da kaldı.
Atölye yürütücüleri Ata Ünal, Ayşe Draz, Özlem Hemiş. Ben
yüz olarak kendilerini tanımıyorum. Onlar da kendilerini tanıtmadılar.
Hitaplardan, kimin Ata kimin Özlem olduğunu çıkardım. Onlar “tanınır”
olduklarından emin. Zaten salon sınıf gibi. Yürütücülerin her katılımcı ile
tanışıp, konuşması nezaket gereğidir. (Bu da bir eleştiri.)
Kendilerinin moderatör olmadığını söyleyen “yürütücü”lerden Ata
Ünal, toplantı düzenini anlattı. “Deneyimi ve temsil etme yeteneği” nedeniyle
seçilen “açıcı konuşmacı” toplantıyı açacak. Onun 10 dakika konuşma hakkı var.
Diğer konuşmacılar da en çok beşer dakika konuşacaklar. Dinamik bir toplantı
olacak. Yanıt aranmıyor, amaç doğru sorular üretmek. Akademik olanın dışındaki
katılım da değerlendirilecek.(Beni de kastediyor!) Sonradan toplantı
tutanakları deşifre edilecek, konuşmacılardan onay alınacak, elektronik olarak
paylaşılacak. İmkân olursa kitap hâline getirilecek. Ben “açıcı konuşmacı” bir
kişi sanırken meğerse birden fazla imiş. Kerem Karaboğa’nın ifadesinden
kendisinin de “açıcı” olarak çağrıldığını anladım. Demek ki bazısı
“ara açıcı”…
“Açıcı konuşmacı” Zeynep Sayın, iyi bir giriş yaptı.
Süresinin tamamını bile kullanmadan mikrofonu bıraktı ama diğer yürütücü(Özlem?),
hocayı konuşturmakta kararlı(!) Hoca, gene konuyu kısa sürede toparladı ve
mikrofonu bıraktı. Açıcı konuşmacıdan sonra konuşmak isteyen var mı sorusu
karşılığını bulmayınca ben konuşmak istediğimi belirttim. Ata Ünal’ın
gözlerindeki “sen nereden çıktın”
sorusuna rağmen mikrofonu “kaptım”. Sanırım Ata Ünal’ın şaşkınlığına geldi de
mikrofonu verdi. Toplantının geri kalan kısmında da mikrofon kapma yarışı
yaşadım. Toplantının ilk bölümü akademisyen yürütücülerin hocalarını konuşturma
isteğinin bir sonucu olarak, hocalara pas atmakla geçti. Dikmen Gürün “Hoca”
basmayı planladığı doktora tezini, Zehra İpşiroğlu “Hoca” “Eleştirinin Eleştirisi” kitabını, Kerem
Karaboğa “Hoca” da İÜ Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramatürji Bölümü’nün tarihini
anlattı, biz de dinledik. 10 dakikalık süreler çok çok aşıldı. Ben yanımda
oturan Ata Ünal’ı sessiz olarak ikaz ettim, onun canı sıkıldı ama bir şey
yapmadı, yapamazdı da. Zira “hocaya saygı” önde geliyordu. Bizde eleştirinin
neden olmayacağını bundan daha iyi ne gösterebilir ki? Kuram Atölyesi sonuca
ulaştı bence(!) SAYGILAR HOCAM!
Çay arası verildi. Çıksam gitsem dedim içimden. O arada Ata
Ünal ile konuştum ve ELEŞTİRİMİ dile getirdim, hoşlanmadı. Toplantının üniversite anfisi hâline geldiğini,
hocaların konuşmalarının ders verme biçimine dönüştüğünü, sürelere riayet
edilmediğini, ayrıca da toplantının dağıldığını, amaçtan saptığını, toplantı
başında “açıcı” konuşmacı yerine toplantıya katılanların toplantı akışını
kararlaştırmaları gerektiğini söyledim. Öte yandan toplantının, kişilerin
katkılarını almak yerine “toplamak” amacına yönelik devam ettiğini belirttim.
Sanki birileri bizi denek olarak oraya çağırmış ve toplantılardan sonra ortaya
çıkan resmin değerlendirmesini yapacaktı. Ata Ünal, bu işi kendilerinin çok
yaptığını ve işi bildiklerini anlatmaya çalıştı. Performans ile ilgili
toplantıda da benzerini yaptıklarını
söyledi. Eve dönünce Kuram Atölyesi’nin blog sayfasına baktım, sayfa 2010
yılında o toplantıda kalmıştı.
Aradaki uyarılarım işe yaramış olacak ki Ata Ünal ikinci
yarıda seyircilere de konuşma hakkı verdi. Toplantının ikinci yarısı daha
farklı katılımcıları dinleme olanağı bulduk.
Toplantı sonunda Özlem Hemiş(?) gelecek haftaki toplantıya
katılıp katılmayacağımı sordu. Katılmayacağımı söyledim. Zira bu şekilde pehlivan
tefrikası hâline gelecek toplantıların her birinde aynı elektrik sağlanmaz;
toplantı tutanakları yayımlansa bile çoğu kişi okumaz; aynı kişiler
katılmayacağı için tekrarların olması kaçınılmazdır. O da bana işi iyi
bildiklerini öyle şeyler olmayacağını, gelecek toplantıda yurt dışı ile yurt
içi eleştiri örneklerinin karşılaştırılacağını söyledi. İşte ben onun için
orada olmamalıydım. Bu toplantıda bana dayanamayan o toplantıda hiç dayanamaz.
Dünkü kadar terbiyeli de olmam.
İKSV’ye şöyle bir notum var: Ata Ünal’ın söylediğine göre
onların İKSV ile ilgisi yokmuş onlar başka bir oluşummuş. 19.İstanbul Tiyatro
Festivali’nin bir etkinliği olarak sunulan bir program ile ilgili olarak
aranızda anlaşın lütfen. Kuram Atölyesi’nin 27 Mayıs 2014 toplantısının konusu
sizin bildirdiğinize göre “Tiyatro Eleştirisi”. Oysa Kuram Atölyesi oluşumu o toplantının
başlığını “Yurt dışı ve yurt içi eleştirilerin karşılaştırması” olarak ve
farklı konu başlıklarında devam edecek seri toplantılardan biri olarak saptadı.
Ben toplantıdan sonra şunu düşündüm: Öğrenci olacak yaşım
çoktan geçti. Kitaplarından okuduklarımı, yazarların seslerinden bir daha
dinlemek; “süslü” başlıklar altında tekrar etmek de zaman kaybı. Yürütücü/moderatör
ile mikrofon kapışma yaşımı da geçtim. Hocalara saygım var ama onlar da buldukları
her kürsüyü rahle hâline getirmeseler diyorum. Kuram Atölyesi bunu temin
edebilirse eleştiri kuramının abc’sine bir giriş yapmış olur. O da bir
kazançtır. Yapabilir mi?
Melih Anık
Not: Böyle toplantılarda yaka kartları olur. Bu eşitliği sağlar hiç değilse görüntüde..
Not: Böyle toplantılarda yaka kartları olur. Bu eşitliği sağlar hiç değilse görüntüde..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder