14 Aralık 2012 Cuma

Yeşim Özsoy Gülan’ın “Twit”leri ve “Taytay” Duran Tiyatro


Yeşim Özsoy Gülan  “bir sürü şeyi yazasım var ama tabii eleştirmen değilim yazamıyorum. valla olsam o kadar çok materyel var ki hiç konuşulmayan.” twitini yazdı, konuyu açtı. Ben konuya girdim o da yeni “twit”lerle beni yanıtladı.

Bu tiyatro dünyası ile ilgili iddialı bir saptama. “Twit”i bir başka türlü okursak Y.Ö.Gülan  eleştirmenlerin göremediği “bir sürü şeyi” biliyor ama eleştirmen olmadığı için yazmıyor. Ama “ürettiği için dürüstçe eleştiremeyeceğini” belirtiyor. Her şeyden önce “yazılması gereken neyse” bunu yazmanın “eleştirmen”in görevi olduğunu düşünüyor ama eleştirmek için üretimde olmamak lâzım. (“Üretim”i  o âlemle iç içe olmak diye anlıyorum.) Düşüncelerinin yanlış anlaşılmasından çekiniyor olmalı. Gereksiz bir çatışmaya gireceğini, taraf olmaya zorlanacağını düşünüyor herhalde. Zira ona göre “içeriden içeriden yazarsa intihar bombası etkisi olur. yazık olur...”. Ben "’İn-yr-face’ düzene tepki olarak doğmuş. Yani ‘akım ve yönelim’i MUHALEFET doğurur. OLABİLİR Mİ?” dediğimde de   “bu en büyük konulardan biri ve en büyük sakatlık da buradan doğuyor. özellikle algılanışta ve konumlandırmada” diye cevaplamış. “genel olarak akımları ve yönelimleri saptayacak insanların olmaması...”ndan şikayetçi. “tiyatronun teorisi yapılmadığı sürece, meseleler doğru dürüst eleştirilip dürüstçe ortaya dökülmediği sürece hiçbir şeyin gelişmeyeceğini” sanıyor. Ama ona göre “herkes yazamaz.  kendini geliştirmeden bir dünya perspektifi oluşturmadan yazanlar zarar verir hatta

Yeşim Özsoy Gülan’ın bundan daha öteye konuyu sürdürmek isteyeceğini düşünmüyorum.  Zira “küsenler, darılanlar falan. elimizde değil” diyor. Oysa saptaması ile çok önemli bir konuya parmak basıyor.

“Eleştirmen”den, eleştiri meselesinden şikayetçi, anladım. Açıkça söylemiyor ama eleştirmenlerin “sığ”lığından şikâyet ettiğini anlıyorum. Diyor ki “dünya nerede siz neredesiniz?” “Eğer dünyada yapılanları bilmezseniz yapılanları(yaptıklarımızı) nasıl değerlendirebilirsiniz ki! (algılayıp, konumlandırmak)!” Eleştirmen dediğin önce teoriyi bilecek, teoriden sahneye geçecek ve de gördüğünü “doğru dürüst”(bilgiyle) eleştirecek. İşte o zaman tiyatro gelişecek. Bunu yapabilmek için de eleştirmenin kendini geliştirmesi gerekiyor. Eleştiri yazan biri olarak(eleştirmen olmasam da) söylediklerini iyice anlamak gerekir diye düşünüyorum zira çok önemli şeyler söylüyor.  

Her şeyden önce eleştirmene değer ama çok “pay” verdiğini düşünüyorum. Ama bu arada da tiyatrocuya da hak ettiğinden daha da fazla değer veriyor gibi geldi bana. Eleştirilecek “şey” yoksa eleştiri yoktur. Yani önce sahne var sonra eleştiri. Bu düşüncenin doğal sonuçları şunlardır:

1.Sahnede yok eleştiride yok
Bu durumda önce sahnedekinin kendisine bakması gerekecek. Yani sahnedekinin  “kendini bilmesi” gerekir. Hakkında yazılana da boyun eğecektir zaten. “Ben ne yaptım ki ne istiyorum” hâli. O zaman eleştiri yazanın yeterliliği de çok öne çıkmaz.
2. Sahnede var ama eleştiride yok  
Sahnede “ var olduğuna” kim karar verecek? Oyunu yapan mı? Eleştiri yazan mı?  Bu aşamada sahnedekinin kendini anlatması gerekiyor. Bence sahnedekinin konuşması, yazması gereken, bu durumdur. O zaman bir tartışma ortamı doğacak ve iki tarafın  “kalibresi” ortaya çıkacak.  “Ben yaptım sen anlamadın” hali. Ancak bu çoğu zaman “sen kimsin?” hâline dönüştüğü için sağlıklı olmamaktadır. Bu durum için “enerjiye ve yapma iradesi”ne ihtiyaç vardır. Teke tek görüşmeler, oyun sonu tartışmaları nesnellik için tercihe bağlı seçeneklerdir.  Şimdilik seyirci ve ödüller “tatmin edici” bir kıstas oluşturmaktadır ki yeterli olmadığı da açıktır.
3. Sahnede yok eleştiride olsun
Bu, bir tür “uyanıklık” halidir ve maalesef iliklerimize kadar işlemiş bir durumdur. Olduğundan fazla olma hâli.  Bunun zaman zaman “güdümlü” olduğuna inanıyorum.  
4. Sahnede yok ama “ortasına gül dikme”   
Bu, eleştiri mekanizmasının sel altında kalması(sulandırılması) halidir.  “Sayıyla oyun seyretme”, “amcamın eleştirileri” bu hâlin türevleridir.

Dünya tiyatrosunda “akım ve yönelim”lerin bir ihtiyaçtan doğduğuna ve “isimlerin” sonradan konulduğuna inanıyorum. “Akım ve yönelim”lerin tüm dünyada aynı şekilde ortaya çıkacağını, algılanacağını söylemek de zordur. Ülkemizde geçerli olan yöntem “taklit”tir. Bunun en belirgin son örneğini “in-yr-face”de yaşamaktayız. Farklı, değişik olanın ilgi görmesi, “moda”laşmaya yol açmakta ve her moda unsuru gibi dönemsel olup parlayıp, kaybolmaktadır. Bir dönemsel tepki olarak ortaya çıkmış “in-yr-face”in bizde gerekçeleri var iken toplumsal sorunlara değil şekle yönelik icrası; yöntemin üstünde yaşadığımız toprakların sorunlarına bakacak yerde tuhaf bir şekilde evrilerek biçimsel olarak tırmandırılması kaçırılmış bir fırsattır. Ülkemiz tiyatrosu bence “metafor tiyatrosu”dur ve içinde bulunduğu “ahval ve şerait”te herkes “dolaylı anlatım”larla tatmin  olmaktadır. Bu, öte yandan, ne dendiğini anlamayı ve anlatmayı güçleştirmekte; bazıları için gelecekte “demiştim”e yönelik mevzilerin hazırlanması anlamına gelmektedir. Tüm unsurları ile ülkemiz tiyatrosunun, arada bir parlayan zekâ pırıltılarına  rağmen, “taytay” durmaya çalıştığını da göz ardı etmemek lâzım. Tiyatro içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik koşullardan soyutlanamaz. Ancak, dünya tiyatrosuna bakarsak, o tiyatronun dönüm noktalarının sosyal hayatın, toplumsal direnişlerin, değişim arzularının estetik anlatım biçim-biçemlerinin bulunması ile ortaya çıktığını görmek gerekir. Ama daha da önemlisi akım ve yönelim yaratanlar, kendi toplumsal köklerini, yaptıkları işi iyi bilen, dünyayı doğru algılayabilen ve de ortaya koyma iradesi gösteren insanlar arasından çıkmıştır.

Bugün kimsenin kimseye söyleyecek çok da fazla sözü yoktur/vardır. (Fiil, “adamına göre” değişir.)  Dünyanın kazanı kaynamakta herkes kazanın dışında kalabilmenin hesaplarını yapmaktadır. Ama şu da kesindir ki BİR ŞEY “var”sa, kaybolmaz. Son tahlilde “tiyatro elinden geleni yapıyor mu?” sorusuna verilecek cevap, vicdanî bir mesele hâlindedir.  Tiyatronun “akım ve yönelim”lerine ismi, gelecek kuşaklar verecektir.

Melih Anık     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder