12 Mayıs 2017 Cuma

Bir Savunma Biçimi Olarak Saldırı: Kubilay Penpeklioğlu Mahkemesi

"İBBŞT müdürünün yazdığı Sızı çok kötü bir oyunmuş. Güvendiğim arkadaşlarım söyledi."
"İBBŞT'nın Sızı'yı repertuvarına alması tiyatroda torpile örnektir. Hakkı yenen diğer yazarların ahı,torpil yapan ve göz yumanları yaksın."

Bu iki twiti yazdım. Oyunun yönetmeni Kubilay Penpeklioğu twitter'da, oyunun oyuncularından biri  Ersin Sanver Facebook'da hucuma geçti. Seyretmediğim bir oyun hakkında duyduğumu paylaşmış olmama öfkelendikleri dillerinden anlaşılıyordu.  

Sızı hakkında bir eleştiri yazılmadı. Facebook'da paylaşılan bir fragman ile oyunun yazarı ile yapılan bir söyleşi izlemiştim. Tiyatrodan biraz anlayan birinin  oyunu seyredip seyretmemeye karar vermesi için yeterli idi bunlar. Ben de oyunu seyir listemden çıkardım. Bu arada oyunun yönetmeni twitter'dan oyuna davet etti beni. Ben de oyunun tekstini göndermesini rica ettim. Söz verdi göndermedi. İkinci kez hatırlattım gene söz verdi göndermedi.  Ben de ipin ucunu bıraktım. Zaten metin benim ilk izlenimimi silerse  oyunu seyredecektim. Çok da içimden gelmiyordu.

Sızı ile ilgili kurumun tanıtım gayretleri yazarın konumundan kaynaklanıyordu. Öyle ya hangi oyunun yazarı ile röportaj yapılmıştı? Hangi oyun medyada bu kadar yer işgal ediyordu. İBBŞT oyun havuzuna gömülen çok oyun hikayesi biliyorum. Hatırlamayanlar için söyleyeyim. Reis oyunu repertuvara alındığı dönemde Erhan Yazıcıoğlu GSY idi. Yazıcıoğlu "Kimse yönetmek istemezse ben yönetirim" demişti. Ona kısmet olmadı ama oyun ondan sonra da repertuvarda kaldı ve yönetmesi de eski GSY ve uzun süredir ortalarda görünmeyen Şükrü Türen'e düştü. Bu olay kurum içinde farklı düşünceler(cepheler) olduğunu, yönetimde olan sanatçıların taviz vererek anlaşma yolunu seçtiklerini ortaya koyuyordu. GSY yardımcısı Kubilay Penpeklioğlu'nun Sızı'yı yönetmesini de ben bu açıdan gördüm.

Son bir iki gün içinde karşılaştığım arkadaşlar Sızı'nın çok kötü bir oyun olduğunu söyledi. Hatta bir arkadaş "Birinci perde sonunda oyundan çıkma kararı aldım ama çantamı salonda unuttuğum için geri döndüm ve ikinci perdeyi seyretmek zorunda kaldım" dedi. Yazdığım twitlerden sonra "Darülbedayi tarihinin en kötü oyunu" şeklinde nitelendi oyun.

Bir oyun  hakkında röportaj yaptırabilirsiniz ama iyi eleştirmene övgü yazısı yazdıramazsınız. Genellikle eleştiri camiası susmayı, görmemeyi seçer ve yazmaz. Seyretmeye değer olmadığına karar verdiğiniz bir oyun hakkında yazı yazmasanız bile sahici kaynaklardan duyduklarınızı paylaşmanın bence bir sakıncası yoktur. Bu duyumları paylaşmak seyirciye yardım etmektir. O nedenle "görmediğin oyun hakkında fikir beyan edemezsin" savıyla göğü karartan öfke bulutunun önemi yoktur. Bunu birinin yapması, seyirci arasında mırıltı şeklinde olan bir söylemi büyüterek yayması gerekir. Ben o görevi yaptım. Mesaisinin üç saatini bana twit yazarak cevap vermekle geçiren Kubilay Penpeklioğlu'nun öfkesini görünce doğru yaptığımı düşünüyorum. Kubilay Penpeklioğlu "benim gibileri azaltarak" görev yaptığını söylüyor. Yöntemleri de bu. Kötü deyinceye kadar "abi" kötü dediniz mi ağzına geleni söyle. Ben kötü sözlere aldırmam. Bu söyleyenin tabiatını gösterir. Penpeklioğlu bana oyunu neden göndermediğini şöyle açıklıyor. "Gönderecektim fakat niyetinizin ne olduğunu anlamama yardım ettiler. Meğer siz bizim tiyatroda çok iyi bilinmezmişsiniz." diyor. Ama daha önce başka bir oyunda kurum içinden bana karşı davranışı öğrendiğini de söylüyor. "Türkiye Kayası oyununu da yaşayan biri olarak herkese karşı durmuş ve tartışmıştım. Şimdi bana öylesine bakıyorlar:)" Yâni çok daha önceden beni kurum içinde savunmuş. O zaman benim kurum içindeki şöhretimi biliyor olmalı değil mi? Oyunu göndermeme nedeninin benim oyunu seyretmemi istemediği yolunda bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Yâni "oyunu seyret sonra eleştir" samimi olmayan bir söylem. Benim tekst okuyarak oyun seyrettiğimi herkes biliyor artık. Penpeklioğlu kendince laf çeviriyor. Ama tut(a)mayacağı sözü hem de iki kere verip tutmamak nasıl bir adamlık?

Bir de şu var: "Doluluk oranımız %92. Seyirciye saygın yok mu?" Pursantaj ile ölçülen seyirciye saygım yok. Doluluk oranı da İBBŞT'nin başarısını göstermiyor. Erhan Yazıcıoğlu doluluk oranını % 110 diye açıklamıştı. O zaman siz başarısızsınız! Ama benim ilgi alanım doluluk oranı değil. Ödenekli tiyatrolar "tiyatro" ile meşgul olur doluluk oranı ile değil.  

Her tartışma bana İBBŞT'nı daha çok tanıtıyor. Levent Üzümcü, Ragıp Yavuz, Kemal Kocatürk'e el çektirildi, 31 oyuncu kapının dışına konuldu. Bir kısmı tüm hevesleri sönmüş memur olarak geri döndü. Bir kısmı hâlâ haklarında alınan olumlu kararların İBBŞT yönetimince uygulanmasını bekliyor.GSY yardımcısı Kubilay Penpeklioğlu twitter'dan benimle tartışmaya girerek mahalleye caka satıyor.  

Kurumun sanat yapmasının önü tıkanmış. Yalancı kahramanlar da ortalığa dökülmüş. Tartışmayı getirdikleri seviye öyle bir yerdeki bunlar sanatı nasıl yukarıya taşırlar diye düşünüyor insan. İBBŞT'nın son yıllardaki repertuvarı ve de kalite düzeyi gerçeği  gösteriyor zaten.

100 yılı ile övündüğünüz kurum bir günlük tecrübe seviyesine indi. Bunu kabahati de bende değil herhalde.


Melih Anık   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder