Ayşegül Yüksel Hoca, Cumhuriyet’teki Sahneden köşesinde Sessizlik
Kıskancında Tiyatro başlıklı bir yazı yazmış, Akün ve Şinasi Sahneleri’nin satılması
ve o salonlarda seyrettiği güzel geçmişi üzerine duygularını paylaşmış. Diyor
ki: ”Artık biliyoruz sesler zamanında
yükseltilse bile atı alan Üsküdar’ı geçiyor” “Bu “gidiş” içinde tiyatro amansız bir
sevgisizlik kıskacında bunaltılıyor. Bu arada nitelikli kültür sanat üretiminin
yolları birer birer tıkanıyor.”
Bir süre önce son 200 yılda kapanan İstanbul tiyatroları ile
ilgili bir kitap(“Geleceğe Perde Açan Gelenek - Geçmişten Günümüze İstanbul
Tiyatroları”) yayımlanmıştı. Ben de bir yazı yazmıştım. (http://melihanik.blogspot.com/2012/02/ataturk-kultur-merkeziakm-ve-tiyatro.html)
Ayşegül Yüksel’in yazısı bana
kapanışlarına tanık olduğum bazıları üzerine aynı tondaki yazıları hatırlattı. Ben kendimi bildim bileli bu serzeniş, yakınma
sürmektedir. Sürmekte oluşu bu konuda gidenin arkasından ağlamaktan başka bir
şeyin de yapılmadığını göstermez mi?
Bir insanın kaderinde en hüzünlü durum kendisi hakkında
alınan karardan daha sonra haberi olmasıdır. Örneğin bir çalışanın işten
çıkarılması kararı, kararın ona bildirilmesinden belli bir süre önce alınmıştır
ama onun o anda haberi yoktur belki de gelecek için hayâller kurmaktadır. Bu durum beni çok düşündürmüştür. Kişi içinde
bulunduğu durumu gerçekçi olarak görememiş, hazırlık yapamamıştır ve başına
gelene de “kader” diye razı olmaktan başka bir şey elinden gelmemektedir. Onun
için “kader ânı” “bildiği” andır.
Kişilerin başına gelenin toplumların da başına gelmesi “toplumsal
kader” midir? Örneğin “şu bizim
tiyatromuz” başına gelecekleri önceden bilemez miydi? Önüne çıkan
fırsatları değerlendirse, “deve kapıya çökmeden” bir araya gelse düşünse,
çalışsa durum daha farklı olmaz mıydı? Geçmişi öyle böyle elimizden kaçırdık da
gelecek için ne yapıyoruz söyler misiniz? Sahibi olmayan nice konu ortada
duruyor. (http://melihanik.blogspot.com/2011/11/tiyatromuzda-bunlarn-sahibi-kim.html)
Korkarım bu gidişle gene aynı yazılar yazılacak aynı gözyaşları dökülecek. Her
şey Santiago Nasar’ın ölümü gibi göz göre göre geliyor ama kim görecek kim
tedbir alacak kim hazırlık yapacak? Herkes “hesap peşinde” mi? Ayşegül Yüksel’in bahsettiği “sessizlik” tiyatronun
SESSİZLİĞİ olmasın?
Ayşegül Yüksel’in yazısının sonunda değindiği “tiyatro
amansız bir sevgisizlik kıskacında bunaltılıyor” ifadesi de “fâsit daireye sokuyor çözümü. “Sevgisizliğin ortadan kaldırılması” zaten sanatın, tiyatronun
asıl görevi değil mi? Sevgisizlikleri ortadan kaldırabilecek güce sahip tiyatro
o sevgisizlik içinde “bunalıyor” öyle mi? Çık işin içinden.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder