Yukardaki resim Bastiani Lazzaro’ya ait . İsmi “The Death of
St.Gerome. “Funerali di San Giralamo” diye de biliniyor. Resmin alt tarafında
görülen isim “Morte di San Geralamo”. (Hani merak edip de arayan olursa diye)
Resmi aşağıdaki adresten aldım:
Konservatuvarlarda nasıl işleniyor bilmiyorum ama ben olsam
bu resmi oyuncu adaylarına verir ve bir hafta sonra resimden seçecekleri bir karakterin ağzından
tek kişilik bir oyun/tirat yazmalarını ve oynamalarını isterdim.
Bunu yapmak için oyuncu adayı ne yapardı?
Öncelikle resmin ressamını, ressamın yaşamını, tablonun
çiziliş tarihini, anlatılan olayı, resim içindeki karakterlerin kimler olduğunu
araştırırdı. Daha da ciddi ise resmin resim sanatındaki yerini, üslubunu
bulurdu. Hayâlini zorlayarak ölüyü diriltebilir, resmin içinde
görünen çarmıhtaki Hz İsa’nın iki yanında duranları daha da iddialı
ise Hz.İsa’yı konuştururdu. Çok eminim ki derinleştikçe merakı artar, merakı arttıkça derinleşmek isterdi.
Ama şu kesin ki tek bir karakter bile seçse o karakterin
duruşunu belirleyenlerin çevresindekiler olduğunu bilir bu nedenle sadece kendi
seçtiği karakteri çalışmaz diğer karakterlere de birer hikâye uydururdu ki
kendi seçtiği karakterin ağzından çıkanlar anlamlı bir bütünlük içinde
olabilsin. Yani resimdeki tek bir karakteri konuşturmak, o karaktere bakarak
değil tablonun bütününe bakarak ve “resmin” tamamını görerek ve
anlamdırarak anlam kazanırdı ancak.
Bu resmin dönemine uygun yorumlanması da şart değil. Zira
bu tür “duruş”lar dünya kurulduğundan beri var. Otorite, bağımlılık, özgürlük,
dinsel baskı, gelenek, görenek vb özellikler tablonun içinde yakalanabilir ve o
bakış açısıyla tablo evrensel bir düşüncenin algısına göre ve algısıyla
yorumlandırılabilirdi. Ama her halde resmin gerçeğini bilmeden yapılacak
bir uyarlamanın “sığ” kalmaya mahkûm
olduğu bilinirdi.
Resmin “içine girdikçe” oyuncu adayı aslında kendi
sınırlarını, eksikliklerini de görürdü. “Yaptım oldu”nun sadece kendini
kandıracağının farkına varırdı. Olayı kavramadan tek satır/replik yazamayacağını, yazarsa bile yazdıklarının birkaç
cümleden öte gidemeyeceğini anlardı. Yani mutlaka bir ön araştırma yapması
gerektiğinin bilincine varırdı.
Öte yandan bu resme dışarıdan bakarak yerde yatan ölü ve
çevresine toplanmış din adamlarının duruşlarından yansıyan görüntünün “saçma”
olduğunu düşünerek baştan bir ön yargı ile işi önemsememek de olanaklı. Bu
noktada kendi düşüncelerimizin tartışmasızlığı üzerine yoğunlaşarak “anlamak”
yerine yargılamak, anlatmayı amaçlamak yerine değersizleştirmek; kendi inanç ve
fikirlerimiz doğrultusunda kestirmeci bir yaklaşımı benimsemek de mümkün.
Oyunun şeklini oluştururken ise tüm bu algı, görüş ve
düşüncelerin, resimdeki renklerin, giysilerin, gölge ve ışığın bizde yarattığı izlenim
ve aktarmak istediğimiz düşünce ve de seyircilerin algısına bağlı olduğu tabiidir.
Ama bence daha da değerli olan aynı konunun bir başka
ressam tarafından da işlenebileceğini düşünerek araştırmak olurdu.
Bu resmin varlığı baştaki algılarımızı ve kabullerimizi
değiştirebilir, iki resim arasındaki farklar ve ortak karakterler yazacağımız oyunla ilgili farklı ufuklara
yelken açmamızı sağlardı.
“Adam olacak çocuk”
ise muhtemelen seçtiği karakteri
tablodan çıkarır; çıkardığı ve onun ağzından yazmış olduğunu
söylediği sahneleri de çıkarması
gerektiğini düşündüğü için yazdığı tirada
gerek olmadığını söyleyerek başkalarınca oluşturulmuş diğer karakterlerle yeni
bir oyunu “kesip yapıştırarak” tek
kişiden aldığı “tek yönetmen” olma paye ve cakasını sürdürmek isterdi.
Muhtemelen ona arka çıkan felsefi-akademik yazar(FAY) özentileri ile başkalarını suçlamak için zihninde tek
bir modelden başkasını yeşertememiş(!) yazarlar(TEKMODYA) ve de ona hayran tiyatro
sahipleri(HAY-TİYSAH) çıkardı.
Melih Anık